Nazım Hikmet ve Aşkları: Aşka Aşık Bir Adamın Hikayesi
“Mavi gözlü dev’’ ve “Romantik devrimci’’ gibi birçok kimlikle karşımıza çıkan, şiirlerinde yazılarında herkesin bir duygusuna dokunan dev şair, Nazım Hikmet Ran’dan bahsetmek istiyorum.
Başına buyruk, çapkın ama romantik. Onu yıllarca bekleyen kızıl saçlı Hatçe’si, Piraye ile başlayan aşk yolculuğu… Nazım Hikmet; Münevver’e olan sevgisi, Galina’ya olan bağlılığı, Vera’ya karşı olan tutkusu ve Piraye’ye olan aşkıyla yüzlerce mektup yazmış, aşka aşık bir devrimci.
Nazım Hikmet ve Aşkları
Piraye ve Münevver
Nazım ve Piraye’nin hikayesinde aşkın yanında imkansızlıklara da yer vardı. Piraye’nin henüz boşanmamış olması; Nazım’ın ise komünist, işsiz bir şair olarak görülmesi ve böyle bir dönemde birbirlerini bulan iki kişinin, mücadelesi üzerine yazılmış yüzlerce mektup, şiir. Tüm zorluklara rağmen evlenmiş iki kişiydi onlar: Nazım ve Piraye.
Herkesin bildiği gibi, Nazım’ın Piraye’si. Yüreğine onca bekleyişi, birliktelikten doğan yalnızlığı sığdıran güçlü kadın. Evlilikleri gerçekleştikten sonra düzenleri oturmaya başlamıştı, Nazım İpek Film Stüdyosu’nda çalışıyordu. Dostlarla birlikte bol kahkahalı masalar, aşk evliliği, her şey sorunsuz ilerliyordu. Ve bir gece Nazım Hikmet Ran, tutuklandı. Nazım ile Piraye’nin on iki yıllık mektuplaşması, zorlu bekleyişleri ve özlemi başlamıştı.
1948 yılı başında, Nazım Hikmet Bursa Cezaevi’nde yatarken şiirler yazmaya devam ediyor, Piraye ise evde dikiş dikerek para kazanmaya çalışıyordu. Bu zamanlarda Piraye, Nazım’ı ziyarete gelemiyordu. Gel zaman git zaman dayısının kızı Münevver’in ziyaretleri Nazım’ı heyecanlandırmaya başlamıştı. Münevver’in sıklaşan ziyaretleri, ikili arasında tutkulu bir aşka dönüşmeye başlamıştı ancak Nazım da, Münevver de evliydi. Onu yıllarca bekleyen Piraye’ye ayrılık mektubu yazan Nazım Hikmet Ran şöyle diyordu:
Piraye,
Aramızdaki münasebetlerden birisi olan fakat zaten bilfiil çoktandır mevcut bulunmayan ve daha senelerce de mevcut olamayacağı anlaşılan karı kocalık münasebetimizi, kadın erkek münasebetimizi tasviye etmemiz, kesmemiz gerekiyor. Bunun icap ettiğini uzun muhakemelerden nefsimle yaptığım işkenceli müsahabelerden sonra anladım. Ve sana bir gün bile fazla yalan söylememek için bu münasebetin artık kesilmesi gerektiğini işte hemen yazıyorum. Sen yine benim en yakın insanımsın. En yakın dostum ve arkadaşımsın. Çocukların çocuklarımdır. Bu tarafımızda hiçbir şeyin değişmeyeceğine inanıyorum. Fakat artık karı kocalığımız devam edemez. Bu bağımızı bağlarımızdan ancak bir tanesi olan bu münasebetimizi kesmemiz lazım geliyor. Sana yolladığım bu mektupla beraber ben karı koca münasebetimizin kesilmesi için gereken yerlere müracaatımı da yapmış bulunacağım.
Bütün bu olan biten şeye rağmen yakın iki insan olarak kalacağımızı biliyorum. Benim başım sıkıştığı zaman hapiste olayım, dışarda olayım yine sana koşacağım. Sen de öyle bana koşacaksın. Ömrümün en güzel senelerini, en iyi eserlerini sana borçluyum. Onlar manen ve maddeten senindir. Şimdilik Allaha ısmarladık. Beni affet bile demiyorum. Her şeye rağmen beni herkesten ziyade anlayacak olan insanın yine sen olduğuna eminim. Ellerinden öperim.
Ancak beklediği gibi olmadı. Dayısının kızı Münevver, Nazım’ın aftan yararlanamayacağına inandığında eşiyle boşanmaktan vazgeçmişti. Nazım, artık yalnızdı. Kızıl saçlı kadını, Piraye’sini kaybetmişti. Piraye ise yoksulluk ve güvensizliğiyle savaşıyordu. Yıllarca Mavi Gözlü Dev’i beklemiş, ondan gelen tek şey olan, mektuplar ile yetinmeyi öğrenmişti. Nazım’ın ayrılığının sebebinin, başka bir kadın olduğunu biliyordu. Nazım büyük bir pişmanlık içindeydi. Piraye’nin derin bir yer bıraktığı Nazım, tekrardan Piraye ile olmak istiyordu ve ona mektuplar yazmaya başladı, şöyle diyordu:
Yeryüzünde hiçbir insan, hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen gel. Sana “gel” diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam ne halt edeyim, öyleyim işte. Fakat gel. Ve benden nefret ederek, beni hor hakir görerek de olsa, beni bir daha yalnız bırakma!
Piraye’den geri cevap alamıyordu. Nazım Hikmet Ran, bu dönemde açlık grevine girmişti. Piraye geri dönmezse intihar edeceğini söylüyordu. Ancak tekrardan özel bir izin alacağını düşünen Nazım Hikmet, dayısının kızı Münevver ile tekrar görüşmeye başlamıştı. Bu durumdan Piraye’nin de haberi vardı. İntihar tehditi üzerine, Piraye Nazım’ı hastaneye ziyarete gitmişti. Hastane odasında geçirdikleri zaman onlar için bir sondu. Çünkü kapıdan içeri giren Münevver, çıkan ise Piraye’ydi. Bir daha hiç eskisi gibi olamadılar.
Piraye, Nazım’ı yıllarca beklemiş ve çok sevmişti. 1930’da başlayan aşk 1950’de noktalanmıştı. Geçen 20 yıl içinde, aşk, acı, tutuklanmalar, mapushane yılları hepsini barındırıyordu. ‘Nazım’ın Piraye’si’ bir daha hiç evlenmedi. Geriye yalnızca yazılar, şiirler, mektuplar kalmıştı.
Galina
Nazım Hikmet, açlık grevi sonucunda 8 kilo vermiş, iki aya yakın hastanede kalmıştı. Böylelikle Nazım’ın on üç yıl süren esareti son bulmuş, Münevver’den bir oğlu meydana gelmişti. Piraye ile ise 23 Mart 1951’de boşanmışlardı. Münevver ile mutlulukları uzun sürmemişti. Nazım, kaçmaya karar vermişti. Tüm bunlar yaşanırken 1951’de vatandaşlıktan çıkarılmıştı. Nazımın üzüntülü yılları şimdi başlıyordu. Fiziksel olarak özgür olan Nazım’ın, yazıları, şiirleri memleketinde yayınlanmayacaktı. Bu, onun için bir esaretti. Birçok yer gezen Nazım Hikmet, göğüs ağrıları sebebiyle Barvikha Sanatoryumu’na yatırıldı. Böylelikle yeni bir aşka yelken açtı: Galina. Hem doktoru hem hayat arkadaşı, sekiz yıllık bir birliktelik geçiren Galina ve Nazım hayatlarını birleştirdiler.
Vera
Nazım Hikmet Ran, Moskova’ya gidişinden sonra tekrar aşık olmuştu. Üstelik aşık olduğu kadının, babasından altı yaş büyüktü. “Saçları saman sarısı, kirpikleri mavi, kırmızı dolgun dudaklı” dediği Vera’ya deliler gibi aşık olmuştu.
Vera evliydi ve bir kız annesiydi. Nazım, karısı Münevver’i çok severken, Vera’ya aşık olmuştu. Birini severken başkasına aşık olunabilir miydi? Nazım olmuştu. Açıklama yapmak zorunda olduğu başka bir kadın daha vardı, yıllarını onunla geçirmiş Nazım’a aşık olan bir kadın, Galina. Nazım bunu Galina’ya açıklarken tüm varlığını resmi olarak Galina’ya bırakmıştı. Nazım ile Vera nikahsız bir törenle evlenmişti, Münevver’e ise Varşova’da ev ve iş bulunacaktı.
Nazım Hikmet ve Vera ayrı dünyaların insanlarıydı. Farklı dillerde, farklı kültürleri benimsemişlerdi. İkili arasındaki tek ortak nokta aşktı. 3 Haziran 1963 sabahı Nazım hayata gözlerini yummuştu. Yıllarca onu bekleyen Piraye’ye değil de, aşık olduğu kadın Vera’ya yar olmuştu. Vera’ya kalan ise Nazım tarafından yazılmış bir şiir ve yalnızca ölümün ayırdığı bir aşk. Mavi Gözlü Dev şöyle diyordu:
“Gelsene dedi bana
Kalsana dedi bana
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana
Geldim
Kaldım
Güldüm
Öldüm”
“Cenaze için hazırlanmış hareketsiz yüzünü anımsıyorum. Ölüm bozamamıştı onu. Sonra bir gölge düştü üstüne ansızın ve homurdandı yüzün. Burnunun ucu kıvrıldı ve sen yaşadığın zamankinden daha çok benzedin Türk’e. Sana baktım ve rahatsız eden şeyi anladım. Sessizce yalvarıyordum etraftakilere “Bitirin artık ne olur, acele edin görmüyor musun dayanamıyor” diyordum, ama kimse işitmiyordu beni. Havyarlı küçük sandviçler ikram ediyorlardı…”
-Vera
Kapak fotoğrafı: En Son Haber
İlginizi çekebilir: Yarcan’dan Nazım Hikmet Şiirleri
İlk yorumu siz yazın!