Asla Gözlerini Kaçırma: Never Look Away
Oscar ödüllü Das Leben der Anderen / The Lives of Others filmiyle tanıdığımız Florian Henckel von Donnersmarck’ın yeni filmi Werk ohne Autor / Never Look Away (Asla Gözlerini Kaçırma), II. Dünya Savaşı’nın açtığı yaralar ve bıraktığı izlerden modern Alman sanatının doğuşuna kadar birçok farklı konuyu iç içe geçiren güçlü bir drama.
II. Dünya Savaşı ve sonrasına dair filmler dendiğinde, hepimizin aklına göz yaşlarına boğan Yahudi soykırımı filmleri ve Nazi geçmişi olanların izinin sürüldüğü intikam filmleri gelir. Nazi rejiminin toplama kamplarında acı çeken milyonlarca insanın trajedileri beyazperdeye yansıdığında, kameranın önünde çoğunlukla Yahudileri, kimi zaman da eşcinselleri gördük bugüne kadar. ‘Safkan’, ‘güçlü’ ve ‘lekesiz’ bir Alman ırkının hayalini kuran rejimin toplama kamplarında katlettiği insanlar arasında bedensel ve zihinsel engellilerin, psikolojik bozuklukları olanların da olduğunu hatırlamak gerek. Oscar ödüllü Das Leben der Anderen / The Lives of Others‘ın yönetmeni Florian Henckel von Donnersmarck, yeni filmi Werk ohne Autor / Never Look Away‘de bize öncelikle bunu hatırlatıyor. Filmin üç saati aşkın destansı süresinin nedeni, anlatacak tek bir hikayesi olsa da bu hikayenin çok fazla katmanı olması; bu katmanlardan ilki de şizofreni teşhisi konan genç bir kadının Nazi doktorların kararıyla ölüme yollanması. Bu genç kadının trajedisinden, geride bıraktıkları arasında en çok küçük yeğeni Kurt (Tom Schilling) etkileniyor.
Filmin ikinci katmanında, II. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında yenilmiş, yıkılmış, halkının neredeyse yarısından fazlasının eli doğrudan ya da dolaylı yoldan kana bulanmış ve ortadan ikiye bölünmüş bir Almanya’nın insanlarının kişisel hikayelerine dalıyoruz: Bir yanda sanatçı olma hayalinin önünde baskıcı ve komünist bir rejimin kısıtlayıcı ve tektipleştirici kalıplarını bulan genç Kurt, diğer yanda günahlarının bedelini ödemekten bir şekilde kurtulmuş olsa da yaptıklarının karakterinde ve vicdanında bıraktığı izlerin gölgesinde yaşayan Prof. Seeband (Sebastian Koch). İkisinin yaşamının bir şekilde kesişiyor olması “bu kadarı da sadece filmlerde olur” tepkisine layık cinsten, fakat üzerine düşündükçe bu kesişmenin aslında savaş sona erdiği anda aynı topraklarda yaşamaya devam etmek zorunda olan insanların hikayelerinden sadece biri olduğu da kavranabiliyor. Werk ohne Autor / Never Look Away‘in bu iki katmanı bir II. Dünya Savaşı filmi olduğunu haykırsa da, her şey aslında yeni başlıyor.
Yaşamının en trajik anlarında Kurt’e eşlik etmiş olan, teyzesinin ağzından çıkan bir öğüt, filmin İngilizce adı Never Look Away ve Türkçe adı Asla Gözlerini Kaçırma olarak seçilmiş. Bu öğüt, sanatçının görme bakma ve görme biçiminin geçmişiyle olan sıkı bağına dair çok şey söylüyor ve bize filmin üçüncü katmanında karşılaşacağımız bambaşka dünyayla ilgili ipuçları veriyor. Werk ohne Autor / Never Look Away, bir II. Dünya Savaşı filmi olduğu kadar bir sanat ve sanatçı filmi. Üstelik birebir tarihi gerçekleri yansıtmasa ve biyografik bir film olduğu söylenemese de, Alman modern sanatının en büyük sanatçılarından Gerhard Richter‘in yaşamından yola çıkarak yazılmış. Tıpkı Richter gibi Doğu Almanya’dan Batı Almanya’ya kaçan ve tüm sanatsal geçmişini geride bırakarak sanatsal üretimine özgürce ve sınırlar olmadan silbaştan başlayan Kurt, Düsseldorf Sanat Akademisi’nde kendini aramaya, kendini tanımaya çalışıyor. Filmin, her biri dönemin önemli sanatçılarını simgeleyen yan karakterleri – ama en çok da Joseph Beuys’u simgeleyen Prof. Van Verten (Oliver Masucci) -, geçmişin izlerini geride bırakmanın, onlardan beslenmeyi reddetmenin, hiçbir zaman söküp atamayacağı geçmişin yaralarından gözlerini kaçırmanın bir sanatçı için mümkün olmadığını hatırlatıyor. Kurt’ün, ürettiği etkileyici eserler aracılığıyla izleyicinin gözleri önünde Richter’e dönüşmesi, heleki benim gibi bir Richter hayranıysanız, tüyler ürpertici bir aydınlanma. Filmin orijinal adı olan Werk ohne Autor (tam çevirisiyle ‘yaratıcısı olmayan eser’), geçmişin izlerinin sanata dönüşümü, sanatçının bu dönüşümdeki rolü ve geçmişin yansımaları bir sanat eserine dönüştüğünde anlamlarının değişip değişmediği üzerine düşünmeye sevk ediyor.
İlk filmi Das Leben der Anderen‘in 12 yıl sonrasında çektiği Werk ohne Autor, Florian Henckel von Dommersmarck’ın The Tourist felaketini unutturmaya yetiyor. Fakat daha önce de söylediğim gibi, tek bir hikayesi olsa da çok katmanlı bir hikayesi olan bir film bu ve bu nedenle izledikçe, parçaları üst üste yığdıkça dengede tutması zorlaşıyor. Süresinin uzunluğu da, çizgisel hikaye anlatımı da, Caleb Deschanel’in akılda kalan birkaç etkileyici an dışında eski durmaktan kaçamayan görüntüleri de, Max Richter’in kendi standartlarına göre zayıf kaçan müzikleri de sanki 10-20 yıl öncesine ait bir film izliyormuşsunuz hissi yaratıyor. Yönetmen bu filmi Das Leben der Anderen‘in hemen ardından çekmiş olsaydı, çok daha büyük bir alkışı hak ediyor olurdu muhtemelen ama en az bir 10 yıl geç kalmış gözüküyor. Filmin Roma ve Zimna wojna / Cold War gibi yapımlarla aynı kategoride Oscar için yarışıyor olması sadece Sony Pictures Classics’in ödül sezonu kampanyasındaki başarısından kaynaklanıyor. Yine de 3 saatlik süresini hissettirmeyen, özellikle sanata ve sanat tarihine dair zihin açıcı bir egzersiz niteliğindeki son katmanı zevkle izlenen bir film Werk ohne Autor / Never Look Away.
IMDb Puanı: 7.5/10
İlginizi çekebilir: Film Önerileri: 2018’in En İyi Filmleri
İlk yorumu siz yazın!