Aç Kalmayı İmkansızlaştıran Şehir: New York City Vol.1
Bir şehire gitmeden önce görülecek yerler, yenilecek yemekler listeleri, günlük planlar hazırlanır, haritada lokasyonlar işaretlenir ama New York tüm bu listelerinizi alt üst edecek bir şehir. Özellikle binlerce seçenek arasından ne yiyeceğinize karar vermek dünyanın en zor şeyi olabilir. Ben de acıkınca midesi dışında bir yeriyle düşünemeyen biri olarak bu yazıyla karnınızı acıktırmaya karar verdim.
Daha önce okuduğum bir yazıda New York hakkında şöyle diyordu “Eğer New York’ta bir şey arıyorsanız ve bulamıyorsanız o şey dünya üzerinde varolmuyordur.”. İki haftalık gözlemime göre New York’un yemek kültürü bunun üzerine oluşmuş. Dünyanın her yerinden her malzemeye ulaşabildiğiniz gibi her mutfağa da ulaşabiliyorsunuz. Amerikan yemek kültürü zayıf olsa da şehirin bu evrenselliği midenizi tatmin etmeye yetiyor.
New York’ta Kahvaltı
Amerika’da kahvaltı için marketlerde istediğinizi her şeyi bulabilirsiniz ama madem New York’tayım “geleneksel” bir şeyler tercih edeyim diyorsanız seçenekler çırpılmış yumurta-domuz pastırması, mısır gevreği, pancake ve bagel’a düşüyor ki sağlıksız olsalar da benim için ideal kahvaltıyı tanımlıyorlar.
Eğer klasik bir amerikan kahvaltısını en sağlıklı ve cool haliyle yemek istiyorsanız gitmeniz gereken yer kesinlikle New York hipsterlarının yuvası Williamsburg’deki Egg!
Egg ününe rağmen gayet küçük bir mekan ve ismi gibi minimalist bir iç tasarımı var. Beni en mutlu eden detay, masa kağıtlarını boyayabilelim diye koydukları renkli renkli crayola’lar oldu. Menüde genel olarak yumurta – domuz pastırması – hashbrown – tost gibi klasik Amerikan kahvaltı tabaklarının daha stylish hale getirilmiş versiyonları var. Fiyatlar da günlük kahvaltı için fazla olsa da hafta sonu kahvaltısı için oldukça uygun. Kullandıkları tüm malzemeler organik. Eğer tek başınıza değilseniz kesinlikle iki ayrı tabak söyleyip bölüşmelisiniz. Biz klasik bir tabak yanına pancake söyleyip bölüştük. Kocaman 3 adet pancake ve yanındaki akçaağaç şurubu inanılmaz lezzetliydi ama bitirmesi bizim için imkasızdı! (Popüler bir mekan olduğundan bazı günler yarım saat 40 dakikaya yakın sıra bekleyebileceğinizi unutmayın)
Bu klasik amerikan tabağını bir de bence herhangi gözünüze çarpan bir American diner‘da yemelisiniz. Biz Kellogg’s Diner adında bir yeri denedik. Lezzet ve kalite olarak çok bir şey beklemiyorduk ama istediğimiz Tarantino filmlerindeki dinerlar gibi bir atmosferde istediğimiz deneyimi yaşamış olduk.
Bir diğer yemeden dönmemeniz gereken şey tabii ki bagel! Bunun için özel bir yere gitmeye gerek yok, en mantıklısı kaldığınız yere yakın bagelcıları denemek. Ben daha sonradan ünlü olduğunu öğrendiğim Williamsburg’de Lorimer St. metro istasyonu yanındaki Bagelsmith‘i önereceğim. Yaban mersinli krem peynirli bagel yanına french vanilla aromalı kahve isteyerek dünyanın en gay kahvaltısını yaratabilirsiniz.
New York’un Kahve ve Tatlı Mekanları
Bütün gün New York müzelerinde, mağazalarında oradan oraya koştururken bünye tabii ki kahve, tatlı ve sandviç tarzı şeylere ihtiyaç duyuyor. Bu konuda da her şey gibi inanılmaz fazla çeşit var. Ücretsiz internet ve tuvaletleri cazip kılsa da, Starbucks’larda tıkılıp kalmamak gerekiyor. (yine de bazı durumlarda hayat kurtarıcı olabiliyorlar)
Gittiğimiz iyi kahvecilerden biri Chelsea’de eski bir tren yolundan dönüştürülen park Highline’ın üzerindeki Blue Bottle Coffee‘ydi. İlk dükkanı Oakland, California’da açılıp sonra zincirleşen ama butikliğinden bir şey kaybetmemiş bir kahve dükkanı Blue Bottle Coffee. Özellikle daha sonradan öğrendiğim isim hikayeleri çok etkileyici. 1683 Türklerin 2. kez Viyana’yı kuşatmaları sırasında bıraktıkları kahve çuvallarına dayanan bir hikayeleri var, mutlaka sitelerinden bu hikayeyi okumalısınız. Gözümüzün önünde drip tekniğiyle hazırlanan filtre kahve gerçekten çok lezzetliydi. Kullandıkları tüm kahve çekirdekleri organik ve taze işlenmiş. New York’ta Highline dışında Chelsea, Berry St. Bk. ve Rockefeller Center’da da şubeleri var, bir de standlar açıyorlarmış hatta ben Somarsburg bit pazarında önünde uzun bir sıra olan standlarını görmüştüm. Mutlaka denemelisiniz!
Ayrıca iyi kahve içmek istiyorsanız bir diğer kahve seçeneği de bizim Upper West Side’daki şubesini denediğimiz ama New York içinde 10 şubesi ve çeşitli ödülleri olan Joe. Burası da öyle saatlerce oturup kahve içeceğiniz bir yer değil. Gidip lezzetli, taze çekirdeklerle hazırlanmış kahvenizi alıp yola koyulabileceğiniz bir yer.
Pastane olarak aklımdan çıkmayan yer kesinlikle Dominique Ansel Bakery! Burası South Village’da Spring St. üzerinde ünlü butik bir pastane. Dominiqe Ansel sonradan öğrendiğime göre Michelin yıldızlı bir şefmiş. Bunu da göz önünde bulundurunca gittiğimizdeki yoğunluğun sebebi anlaşılıyor. Biz akşam üzeri gittiğimiz ve tabii ki tatlılar taze günlük üretildiği için çok az çeşit kalmıştı bu nedenle sadece macaronlarından deneyebildik -ki onlar gayet yeterliydi. Genelde herkes doughnut ve croissant melezi Cronut olup olmadığını soruyordu fakat benim aklımda bir dahaki ziyaretimde kesinlikle deneyeceğim çikolata, karamel ve yerfıstıklı Paris – NY kaldı.
Yol üzerinde yiyebileceğiniz küçük atıştırmalıklar arıyorsanız Baked by Melissa‘nın mini cupcake’lerini denemelisiniz. İlk önce SoHo’da bizim yediğimiz küçücük büfe’de açılıp daha sonra zincirleşmiş. Gerçekten çok minik ve şirin olduklarından yediğinizde aldığınız kaloriye rağmen kendinizi suçlu hissetmiyorsunuz.
New York’a gelmişken tabii ki cheesecake yememek olmaz. Spring Street metro istasyonu yakınlarındaki Eileen’s Special Cheesecake‘te yediğim cheesecake, yediğim en lezzetli cheesecakelerden biriydi. Küçücük butik bir dükkan burası, maksimum 6 kişinin oturabileceği kadar bir alanı var ve içeride sürekli sıra var. Tek kişilik boyutlarda hazırlanmış taze cheesecakeler’in en az iki çeşidini deneyip yanına da ev yapımı limonatalarından içebilirsiniz.
Tatlı ve kahve kısmı da burada bitiyor fakat tabii ki sadece bu yazdıklarımla yetinmedik! New York dünyanın her yerinden gelen insanlarla oluşmuş alternatif bir evren gibi. Şehrin mutfağı da buna bağlı olarak gelişmiş. Dünya mutfağının her çeşidinin en seçkin örneklerini bulabildiğiniz gibi sokaklar da size her köşede farklı bir lezzet sunuyor. Bu kadar ağız sulandırdıktan sonra buzdolabına yol almak şart oldu. O yüzden tüm bunlardan, yazının ikinci bölümünde bahsedeceğim.
Yazının dünya mutfakları ve sokak lezzetleriyle dolu devamı için “Aç Kalmayı İmkansızlaştıran Şehir: New York City Vol.2“yi okuyabilir, New York turunuza müzelerle devam etmek için “Büyüğüyle Küçüğüyle New York Müzeleri Rehberi“ne göz atabilirsiniz.
İlk yorumu siz yazın!