Solda yüksek bir direğin üstünde içi doldurulmuş bir martı, altında bir döküm soba, erimiş mumlar ve yazı masası, üstünde votka şişeleri, divit kalem ve mürekkep, yerlerde Treplev’in yazıp attığı hikayeleri ve arka plandan bize doğru olağanca asaletiyle yürüyen Nina… Pazartesi akşamı Ankara Tatbikat Sahnesi’nde tanıştım Nina’yla ve siz de tanışın istedim…

Nina Oyunu
Nina Oyunu, Treplev ve Trigorin | Fotoğraf: tiyatrolar.com.tr

Oyunun yönetmeni Erdal Beşikçioğlu Nina’yı anlatırken: “Aşk hikayesi anlatıyoruz. Bolşevik Devrimi sürecinde aşkın kişiler üzerinden anlatıldığı bir hikaye. Yer yer dışarıdan bakıyoruz ve gülüyoruz. Yer yer içinde onlarla beraber olup ağlıyoruz. Bütün duyguları beraber yaşadığımız şahane bir eser” diyor.

Romen yazar Matei Visniec’in bizi Bolşevik Devrimi döneminde yolculuğa çıkardığı oyun, aslında Anton Çehov’un önemli eserlerinden Martı’nın ana karakterleri Nina, Treplev ve Trigorin’i yaşatıyor. Elvin Beşikçioğlu’nun canlandırdığı Nina karakteri, Martı eserinde 19, bu eserde ise 34 yaşında izleyicinin karşısına çıkıyor ve diğer karakterlerle 15 yıl sonra Birinci Dünya Savaşı sürecinde karşılaşıyor. Oyunda Trigorin’e Erdal Beşikçioğlu, Treplev’e ise Ünsal Coşar hayat veriyor.

Nina Oyunu
Nina Oyunu – Trigorin | Fotoğraf: tiyatrolar.com.tr

Nina, 15 yıl önce Treplev ile birlikte yaşarken, Trigorin’i tercih ederek onunla gitmiş ama Treplev’de de anılarını, gençliğini bırakmış. Yıllar sonra Treplev’de bıraktığı hisleri aramak için dönüyor. Aklımızda şu sorular dolanıyor: Nina Treplev ile kalsaydı mutlu olur muydu, görkemli tiyatro sahnelerinde gösterilen oyunların başrol oyuncusu olur muydu, nefreti, mutluluğu, aşkı ve hayatı doyasıya yaşar mıydı? Ne yazık ki geri dönüşü olmayan yıllardan ve yaşanmışlıklardan sonra, Nina da bizim gibi, aklında bu cevabı bilinmez sorularla dönüyor eski evine. Çünkü 15 yıl önce seçtiği adam, yani Trigorin, geçen bu süre içinde ondaki yaşam enerjisini almış, fark ettirmeden yavaş yavaş öldürmüş Nina’yı. Belki de bu yüzden o, beyaz elbisesi içindeki narin bedeniyle bir hayalete benziyor.

Treplev ise Nina’nın gidişi ve annesinin ölümü ile hayatta yalnız kalmış bir yazar olarak karşımızda. Hepsi de Trigorin yüzünden yaşanmış. Annesi öldükten sonra ona kalan ancak hiç sevmediği evinde yazmaya devam ediyor, unutuncaya kadar içki içiyor ve günleri öldürüyor. Başarısız intihar girişimleri biriktiriyor. Ansızın gelen misafiri Nina’ya hala sarılmaya hazır. Nina’dan sonra kapı çalındığında ise Trigorin geliyor Treplev’in evine. Elinde kocaman bir bavulla hem de. Bavulun içinde Nina’nın kıyafetleri, mektupları, Nina’ya ait olan eşyalar var. Nina var bavulun içinde, 15 yıl var.

Nina Oyunu
Nina Oyunu | Fotoğraf: tiyatrolar.com.tr

Trigorin ise çok soğuk ve uzak bir karakter. Gri takım elbisesi, gözlüğü, bastonu, özenle taranmış saçları ve siyah kürkü ile herkesle bir mesafe var arasında. Trigorin ruhsuz ve materyalist. Nina’yı sevmiş olabilir belki ama izledikçe anlıyoruz ki o sadece sevmek duygusunun peşinde. Nina’dan geriye kalan şeyleri olağanca soğukkanlılığı ile getirip teslim ediyor Treplev’e. Trigorin, başta Nina olmak üzere, geçmişin, geleceğin, Treplev’in korkularının, o evdeki her şeyin sahibi gibi davranıyor.

Hayattaki seçimlerimiz bizi mutsuz ettiğinde, dönüp geride bıraktıklarımıza bakarız istemsizce. Nina oyunda, 15 yıl sonra Trigorin ile gidişinin ardından geride bıraktığı şeylere bakıyor. Treplev’e, sadık sevgisine, geçen yıllara, güzelliğine, gençliğine ve gerçekleştiremediği hayallere. Yaptığı tercih sebebiyle kaybetmiş bir kadın olduğunu anlıyoruz. Herkes Nina’nın bir parçasını almış. Kendi deyimiyle “Bir hayat var etmek isterken ölüm doğurmuş” Nina. Zamansız bir yerde yaşamak istiyor, sevildiği ve güvende olduğu bir ev istiyor Treplev’den, yeniden…

İlginçtir ki Nina, Trigorin ve Treplev karşılıklı oynamıyorlar sahnede. Nina ve Trigorin bir araya gelseler bile hiç karşılaşmıyorlar. Oyun iki farklı boyutta geçiyor sanki ve farklı yönlerde ilerliyor. Bazen Nina’yı canlı canlı karşımızda hissederken, bazen ölü olduğunu ve bir hayalet olarak karşımızda olduğunu düşünüyoruz. Bir sahnede Nina’yı hayatını değiştirmek için Treplev’e geri dönen gerçek bir kadın olarak izlerken, başka bir sahne ölümünden sonra hayatla ve hayatındaki erkeklerle hesaplaşmaya gelmiş bir hayalet olup olmadığı konusunda kararsız kalıyoruz. İki şekilde düşünmek ve izlemek de keyif veriyor…

Bir kadın hikayesi olarak baktığımda oyunu izleyen herkes Nina ile empati kurabilir diye düşünüyorum. Herkesin etrafında yanılmış, yanlış karar vermiş, kaybetmiş, haksızlığa uğramış ya da hayatını bir şeyler uğruna feda etmiş bir kadın veya kadınlar vardır. Belki de bu yüzden çok seviyorum Nina’yı ve hiç üzülmesin istiyorum. İçime dokunuyor onun hikayesi ve bir solukta bitiyor 75 dakika. Işıklar söndüğü an içimde bir boşluk hissi oluşuyor. Bitmesini istemiyorum çünkü huzurlu bir final sahnesi hayal ediyordum Nina için. Gerçek özlemlerinin etrafını kuşatmış hayali sevgilerden sıyrılıp, bir kuş kanadında özgürleştiği bir son… Neden olmasın?

Oyuna bilet almak için tıklayın.

İlginizi çekebilir: ArtsyMagger’dan Tiyatro Önerileri