Nostalji Duygusu ve The Addams Family Values
Herkesin daha genç daha güçlü daha kaygısız olduğu yada öyle olduğuna inandığı bir dönemi vardır. Bu durum sık sık özlemle anılır ve buna nostalji denir.
“Ben çocukken çok tatlıymışım!” “Ooo, o da bişey mi ben askerdeyken bi gün binbaşını bi tersledim…” gibi gerçekliğini kimsenin sorgulamayacağı cümleler kurarız. Bir de bireyselliği aşan nostaljiler vardır orada da insan kendi biyolojik geçmişi yerine kaybolmuş bir uygarlığı özler gibi özler; “Nerede o eski bayramlar?”, “Nerede o eski ramazanlar?”, “Beyoğlu’na takım elbiseyle gelirdik.” gibi sanki vaktinde Memlüklerle birlikte yaşamış ve devletin çöküşünü gözleriyle görmüş gibi davranılan nostaljiler… Bu da kültürel nostalji. Geçmişe özlem biraz başarısızlık göstergesi gibi geliyor aslında. Vakti zamanında eline geçen hiçbir fırsatı değerlendirememiş, bir şeyleri ıskalamış ve sürekli bu gününden tatminsiz bir vaziyet söz konusu. Daha az mekanik bir hayat kime ne fayda getirdi halbuki? Fransız devrimi sonrasında bir aristokratın geçmişe duyduğu özleme saygı duyarım da aynı şeyi kalburaltı yaşayanlar için de söyleyebilir miyiz? Bunları bir düşünelim.
Tabii Türk milletine gelecek olursak, nostaljiden para kazanıyor durumdayız Şu an vintage çok moda, caramel latte yapan cafelerde gramofon, kutu radyolar, retro tablolar görüyor, hoşlanıyoruz. Yüksek bel pantolonlar, krepe saçlar, kalın eye liner’lara bayılıyor, 70’ler 80’ler partilerine katılmadan önce pasajları aşındırıyoruz. Eski şarkıların cover’larını dinliyor, 90’larda çocuk olmak başlığını gördüğümüz yazıları okurken bir hoş oluyoruz. Moda yani hepimiz beğeniyoruz da madem hangi ara bu kadar modernize olduk? O kadar modernize olduk ki hatta dünyanın en uzun tarihlerinden birine sahip topraklar üzerinde tarihsiz bir toplum olarak yaşamak gibi güç bir işi başarmış durumdayız. Yani aslında nostaljiyle ilişkimiz bir hayli sağlıksız olduğu gibi nostaljiyi bir modernlik modası olduğu için seviyoruz.
Eski filmler gerçekten çok güzel. O acemilik hoşumuza gidiyor, günümüzün milyon dolar harcanmış filmlerini bir kalemde harcarken, bunlarda hata aramıyoruz. Dijitalden nasibini almamış, naif duygularla, evdeki malzemelerle çekilmiş o filmleri gördüğümüzde hoşumuza gidiyor. Bu kadar eskiden konuşmuşken benim için eski film kavramının vücut bulmuş halinin The Addams Family olduğunu belirteyim.
Karikatürist Charles Addams tarafından yaratılan The Addams Family önceleri bir dizi olarak başlamış, sonra filmi çekilmiştir. Serinin en iyisi The Addams Family Values 1993 yılında Los Angeles’ da gösterime girdi. Gomez ve Morticia’nın saykodelik aşklarının meyvesi olarak dünyaya babası gibi bıyıklarıyla gelen sonraları gülümsediği için endişelenip doktor çağırdıkları erkek çocukları ve gelişen olayları konu eden filmde bir önceki bölümde ortaya çıkan amca Fester ve para düşkünü dadı Debbie’nin istenmeyen evliliğine şahit oluruz.
Ailenin diğer çocukları, adının muhtemelen karanlık ve fırtınalı bir çarşamba günü doğumundan geldiğini düşündüğümüz Wednesday ve erkek kardeşi Pugsley olayın peşine düşmüşlerdir. Debbie’nin hain planları sonucunda çocuklar yaz kampına katılır. Elbette dünyanın en soluk benizli ve görenlerin biraz vişne suyu uzatmaktan kendini alıkoyamayacağı ailesiyle kampta karşı karşıya gelen çocuklar onları öteleyecek fakat en nihayetinde “siyahın mutlu bir renk” olduğu mottosunu en sonunda kabul edeceklerdir.
Film, gösterime girdikten sonra düzenlenen Oscar töreninde En İyi Sanat Yönetimi dalında aday olmuştur. (Serinin ilk filmi The Addams Family (1991) ise En İyi Kostüm dalında aday gösterilmişt.) Morticia Addams’ı canlandıran Anjelica Huston’a ta o yıllarda siyahın asil bir renk olduğunu kadınlara empoze etmesinden dolayı teşekkürü bir borç biliriz. Pencereden fırtınayı izleyip o sırada yanına gelen Gomez’e “Ne kadar muhteşem bir hava” deyişini, bu kadar karanlığın içinde bile bize ailenin ne demek olduğunu, kadının ailedeki her şeyi toparlayan tavrını, ve muhteşem bir aşkı anlatır.
İyi seyirler!
İlk yorumu siz yazın!