"Okur Postası" Yazarı Nalan Barbarosoğlu'na Açık Mektup
Bu yaz okunacak kitaplar listeme en üst sıralardan giren Nalan Barbarosoğlu’nun Okur Postası, bir haftalık tatilim boyunca en eğlenceli arkadaşım oldu. Hayali okurların gerçek yazarlara gönderdiği mektuplardan oluşan bu kitap, bana çok farklı bir hikaye deneyimi sundu ve ben de bu deneyimi yaşamaktan çok memnun oldum. Kitaptaki her mektup, yeni hikayelerle, usta yazarlarla ve onların değerli eserleriyle tanışmaya davet ediyordu ve benim de bu teklifi geri çevirmem imkansızdı. Sonrasında da hayali okurlarla aynı deneyimi yaşamak, Okur Postası’nı kendi gözümden anlatmak, görüşlerimi de paylaşmak üzere, aynı zamanda katıldığım öykü atölyesini de yöneten Nalan Barbarosoğlu’na aşağıdaki mektubu yazdım. Siz de kitabı okuduktan sonra bana hak verebilir ve kendinizi sevdiğiniz yazara mektup yazarken bulabilirsiniz. Kesinlikle tavsiye ederim, çok eğleneceğinizden eminim!
Sevgili Nalan Barbarosoğlu,
Midilli’den yeni döndüm ve size bu mektubu ayağımın tozuyla yazıyorum. Okur Postası isimli kitabınızı okudum ve daha üçüncü hikayede size böyle bir mektup yazmak istedim. Hatta itiraf ediyorum, biraz da okurlarınızı kıskandım. Umarım mektubum elinize ulaşır ve uygun zamanınızda okursunuz.
Öncelikle kitabınızı çok ama çok beğendiğimi belirtmek isterim. Benim en çok ilgimi çeken yönü formatı oldu. Klasik bir hikaye formatında yazmak yerine böyle bir formatta yazmak dahiyane bir fikir. Bizi de bu fikirle tanıştırdığınız için ayrıca teşekkür ederim. Her okuyucu mektubunda kendi hikayesini anlatıyor aslında. Yazarların hikayelerini ve romanlarını da araç olarak kullanıyor. Mektuplar ve okurlar birbirinden ilginç ve bizi de kendi hikayelerinin içine alıyor hemen. Gerçi hangisi daha çok içine aldı emin olamadım. Yazarların romanlarından ve öykülerinden özet geçerken oradaki karakterlerle bir oldum sonra okur, kendini anlatmaya başlayınca hemen saf değiştirip onun yerini aldım. Yani bir o yanda, bir bu yanda olunca da okumak biraz yordu beni ama böylesine tatlı bir yorgunluğa can kurban.
Bir haftalık tatilim sayenizde inanılmaz renklendi. Mektupların birini bitirdim, birini açtım. Hal böyle olunca da şezlongda güneşi tepemde unuttum. Sonuç: artık zenci bir okurunuz var J
Mektuplarınızı okumak hem eğitici hem de öğreticiydi. Birçok yazarla veya bildiğim yazarların yeni hikayeleriyle tanıştım. Araştırmacı yönüm de güçlendi. Çünkü bazı yazarlara sadece ismiyle hitap etmişsiniz. Ben de haliyle soyadı nedir diye araştırmaya ve google ile ilişkilerime yeni bir boyut kazandırmaya başladım. Mine Hanım derken Mine Söğüt’ten bahsediyorsunuz, Cemil Bey de Cemil Kavukçu. Ferit Bey, Ferit Edgü’ymüş; Türker Bey ise Türker Armaner. Murat Bey’i ilk etapta Murat Gülsoy sanmıştım oysa Murat Yalçın’mış. Bundan önceki ilk Murat Bey ile başlayan hikayedeki Murat Bey’in Murat Gülsoy olduğunu tahmin etmiştim ve yanılmamışım. Bir tek Özen Bey’in Özen Yula olduğunu bildim. Birkaç yazara iki defa mektup yazmışsınız böylece o yazarlara farklı okurların gözünden bakma şansım oldu.
Yalnız kitabı okurken bu kadar çok şey öğrendiğime sevindim ama bir o kadar da kendime kızdım. Neden diye sorarsanız ne kadar çok yazar varmış tanımaya ve okumaya değer ve ben bunların çoğunu bilmiyorum. Bir de kendimi çok okuyan biri sanırdım. Bu durumda şimdi köprüden atlasam yeridir yani. Kitabınızı okuduktan sonra kendime 10 yıllık edebiyat kalkınma planı hazırladım. Planım doğrultusunda, kitabınızda geçen yazarlarla tanışarak çalışmalarını okuyup hikayelerini özümseyeceğim. On yıl yeter değil mi? Tabi bu on yıla tanıdığım yazarların diğer eserlerini de okumak dahil. Bir yazar aday adayı olarak usta yazarların sadece bir hikayesi ile asla yetinmemem gerektiğini biliyorum.
Kitabınızı okurken tabi ki, hep böyle kendime kızgın değildim. Bazı yerlerde kendimle gurur duydum çünkü bazı yazarları biliyordum. Keşke yanımda kitabınızı daha önce okumuş biri olsaydı ona ben “Nursel Duruel’i biliyorum” veya “Leyla Erbil’in Vapur isimli öyküsünü sen okumuş muydun?” diye hava atacaktım ama olmadı. Bu mektubu başka birilerine okutursanız onlara hava atmış olayım bari: “Ey mektubumu okuyan arkadaş, ben Selim İleri’yi de biliyorum, romanlarının yanı sıra artık öykülerini de okumuş bulunuyorum. Mesela, Kirazlar Olduğu Vakit’i de okudum.” Gördüğünüz gibi çok da mütevaziyim. Tabi bize bu kadar güzel ders verirseniz, ben de böyle havamı atarım. Bu vesile ile yeri gelmişken emekleriniz için teşekkürler tekrar.
Kitabınızda gördüğüme en çok sevindiğim isimlerden biri Özen Yula oldu. Bakarsın Bulutlar Gider’e geçen sezon gidemedim ama bu sezon benim için “ilk hedeftir, ileri!” Daha başka çalışmalarını okumak da yine kalkınma planımın içinde. Keza, Yekta Kopan da aynı şekilde. (Yekta Bey demişsiniz ama ben anladım onun Yekta Kopan olduğunu J) Kendisini çok severim. Kediler Güzel Uyanır favorimdir. En son romanı Aile Çay Bahçesi’ni okumuş muydunuz bilmiyorum ama inanılmaz etkileyici ve benim direkt kendimi bulduğum bir romandır. Eğer Okur Postası’nın ikincisini yayınlamayı düşünürseniz yine Yekta Kopan’a ve özellikle de bu romanına yer verebilir misiniz? Ayrıca da, mektubum vesilesiyle istekte bulunabilir miyim? Okur Postası’nın ikinci sayısında hayali okurlarınız, Emrah Serbes, Cem Mumcu, İhsan Oktay Anar ve Barış Bıçakçı’ya mektup yazarsa, Selma Fındıklı’ya da İmbatta Karanfil Kokusu ve Kum Gülü’nü yazdığı için teşekkürlerimi iletirse çok sevinirim. Bu arada Okur Postası II’yi çıkarmanız için üzerinizde baskı kurmaya çalıştığımı düşünmenizi istemem.
Sadece öykücüler ve romancılar yok kitabınızda, şairler de var. Hemen havamı tekrar atıyorum: Haydar Ergülen’i de tanıyorum ben! Nazan arkadaşım kendisine tapar beni de hayranı yaptı. Artık kendisiyle aynı şekilde düşünüyoruz: Haydar Ergülen şiirleri candır! Didem Madak’ı da hemen araştırdım ve birkaç şiirini de okumadan edemedim. Devamını da getireceğim mutlaka. Hayatını üç yıl önce kaybettiğini de okumuş oldum ve inanılmaz üzüldüm. Şiirlerinin devamının gelmeyeceğini bilmek çok ama çok sarsıcı, değil mi?
Biraz da okurlarınızdan bahsetmek istiyorum. Okurlarınız hayali değil bence. Biliyorum hikayelerdeki kahramanlar gerçek veya gerçeğe yakındır ama kitabınızdaki okurlar kanlı canlı bu hayattalar, eminim. Okurlarınızın çoğunluğu erkek. Emekli olmuş, hayatının artık yeni bir evresinde kimisi yalnız kimisi eşiyle ve kalabalık ailesiyle. Maddi sorun çekenler de var, emekli maaşını kitaba yatıranlar da. Erkek okurların bu kadar çok olması bahsettiğiniz yazarların karakterlerini çoğunlukla erkeklerden seçmeleriyle ilgili mi acaba? Gariptir, ben bazı hikayelerin ortalarında, bazen de en sonunda ismini okuyarak okurun erkek olduğunu anladım. Seçtiğiniz okurlar gerçekten çok özel. Bazılarını çok sevdim. Mesela Engin Mercancı, anneannesi için yaptığı buluşla beni kendisine hayran bıraktı. Mine Hanım’a mektup yazan Betül Yertaş’ın da yalanlara alışması, yalanı gerçek gibi kabul etmesi ve bizi de bu gerçekle yüzleştirmesi etkiledi beni. En çok da Cemil Bey’e mektup yazan Hasan Mayıseli’ni ve onunla birlikte tüm Midye reislerini sevdim. Ne kadar heyecanlı ve neşeli ekip bu böyle! Edebiyatla, hikayelerle resmen yaşamlarına yeni bir anlam gelmiş. “İşte, edebiyat böyle bir şey diyorum” ben de kendilerine. Sadece Hülya Munar’a karşı biraz tepkisizim. Yani ne sevdim ne sevmedim. Nedeni Elif Şafak olabilir sanırım. Benim bir türlü kanım ısınmadı kendisine. Kitaplarını daha on sayfa okumadan bıraktım. Bir tek Aşk’ı okudum o da Şems ve Mevlana’yı daha da yakından tanımak içindi. Neyse, bunlar benim kendi görüşüm sonuçta. Yine de Elif Şafak olmalıydı zaten bu kitapta. Okurlara geri dönecek olursak, günün birinde onlarla karşılaştığımda sizin kulaklarınızı bol bol çınlatacağımdan emin olabilirsiniz.
Tüm kitapta yalnızlık düşüncesi hakimdi. Ne kadar berbat bir şey şu yalnızlık, amansız hastalık gibi. Yalnız insanlara acıyoruz kendimizin de yalnız olduğunu bilmeyerek. Yalnızlık, hikayelerle, romanlarla azaltılıyor gibi görünse de yalnız olma gerçeği her sayfanızda biraz daha büyüyor. Küçük harflerle yalnızlığı yaşadığımızı sanıyoruz ama büyük ve kalın harflerle yaşıyoruz. Siz de bunu çok güzel anlatmışsınız, kaleminize sağlık. Bir tek aşk yoktu kitabınızda, tabi edebiyata olan aşkınızı okurlarınızın aracılığıyla vermeniz dışında. Kitabın beni etkilemesinin nedenlerinden biri de bu olsa gerek. Ana fikri aşk olmayan bir kitap okumak da çok güzelmiş.
Gördüğünüz gibi yine dayanamadım ve çok yazdım. Anlatacak kelimelerim varmış diyelim. Artık işlerimin başına dönmem gerek. Umarım yazdıklarımla zamanınızı almamışımdır. Tekrar ellerinize, kaleminize sağlık. İyi ki, yazmışsınız. Böyle bir kitap ile bizi okuma keyfimizden mahrum bırakmadığınız için çok teşekkür ederim. Gövde Sami’nin dediği gibi “bardağınız (çizdim üstünü), bardak yetmez, şişeniz hep dolu olsun!”
Sevgiler,
Eda Geven
İlk yorumu siz yazın!