Ölüyor mu ne?: Dünyanın Sonuna Varmışken
Geliştirdiği özgün teknik olan “Performatif Sahneleme ve Oyunculuk Yöntemi” ile adını dünya tiyatro tarihine yazdıran ve Mustafa Esat Tekand ile 1988 yılında kurduğu Studio Oyuncuları ile tiyatromuzun en dikkate değer işlerine imza atan Şahika Tekand, nitelikli bir şekilde çizgisini bozmadan üretmeye tüm tutkusuyla devam ediyor. Verdiği radikal kararla 1997 yılında sinema ve televizyonu bırakan Tekand’ın tüm odağını yönelttiği tiyatro sanatına en yeni armağanı ise yakın zaman önce prömiyerini gerçekleştiren ve kendisinin yazıp yönettiği Ölüyor mu ne? isimli oyunu oldu. Günümüz dünyasında insan davranışlarına ve yönelişlerine, hafızasızlığa, değerlerin ve kavramların içinin boşaltılması ve ilkesizliğin bir beceri olarak kabul edilmesine ilişkin gerek tragedya gerekse komedya formunda pek çok oyuna imza atmış Tekand yeni oyununda bizleri bu kez Olimpos’un en yükseklerinde dolaştırırken tüm bu olguları ironik bir yaklaşımla ele alıyor. Tekand’ın hareket ve ses tasarımı ile ışık tasarımını da üstlendiği oyunun başrollerinde Arda Kurşunoğlu ve Nedim Zakuto yer alıyor.
Oyun kurma ve sahneleme sürecinin, içinde yaşadığımız koşullardan ve değişen seyir algısından bağımsız düşünülemeyeceğini savunan Tekand, hicvi ve alaycı performans dilini elden bırakmadığı Ölüyor mu ne? oyununda sonu gelmiş bir dünyanın etrafına kurduğu anlatım eşliğinde seyircisini tiyatronun verdiği “haz” ile adeta hipnotize ediyor. Bunu yaparken sadece ciddi bir anlatım yöntemi takınmıyor Tekand. Aynı zamanda gülüp eğlendirirken de düşünme eylemini usul usul hissettiren ve bunu oyun sonrasında daha da alevlendiren bir sarmalın içine hapsediyor. Olimpos sakinlerinin dünyanın ve insanlığın geldiği nokta itibarıyla kendi durumlarını tartıştıkları ve anlamaya çalıştıkları bir gün içinde geçen oyunda işlevsizlikten hem bedenen hem de zihnen durma noktasına gelmiş olan Zeus’un kalan zamanını devam ettirme zorunluluğunu kendisi için katlanılır ve zevkli hale getirmeye çalışmasına tanık oluyoruz. Tabii bu noktada Zeus’a eşlik eden hizmetçisi de metnin bağlamı içinde ve özellikle son sahnede performansını arşa çıkardığı tiradıyla ağırlığını ciddi şekilde hissettirirken bir yandan Olimpos’ta oradan oraya koşturuyor.
“Tüm teknolojik gelişmelere rağmen dünya gerçekten ilerliyor mu yoksa girdiği kısır döngüyle geriye gidip kendi kendini yok mu ediyor?” sorusu bağlamında insanlığın mevcut durumunu da eleştiren Ölüyor mu ne?; Eugene Ionesco, Samuel Beckett ve Aristophanes gibi hem klasik hem çağdaş komedi ustalarının dünyalarına hem metin hem de performans dili bakımından nazire yapıyor. Tekand bunun yanında geçmişten oyunlarından alıntıları da taşıdığı metinle, kendi inşa ettiği o dünyanın sihirli kelime ve cümleleri arasındaki zincire yeni halkalar ekliyor. Emek, akıl, savaş, adalet, iktidar ve fırsat gibi kavramların ironik bir yaklaşımla ele alındığı oyunda metnin yoğun diyaloglu fakat buna karşın son derece dinamik ve adeta bir dişli gibi tıkır tıkır işleyen yapısı, mitlerin kimi seyircide yabancılık uyandıracak o hissiyatını ortadan kaldırıyor. Bir yandan oyununun temel sorunsalını yalnızca politik algıya sınırlayıp dar bir çerçeveden bakmak da nispeten yanlış bir bakış açısı olacaktır çünkü metnin pek çok okumaya açık ve içinde düşünsel olarak ilerledikçe kendimizi adeta bir labirentin tam ortasındaymış hissiyatını yaratan koridorları, bundan çok daha fazlasını sunuyor.
Son derece sade bir sahne tasarımına sahip oyunda en dikkat çekici nokta arkadaki plan ve sahnenin merkezini aydınlatan sabit ışıklandırma oluyor. Bu yönüyle zamansızlık ve mekansızlık hissiyatını en verimli şekilde aktaran oyunda, Arda Kurşunoğlu ve Nedim Zakuto’nun giderek yükselen oyunculukları, seyircisini o akışın için her an tutarken birbirleri arasındaki uyumun getirdiği enerji, adeta sahneden taşıp tüm salonu dolduruyor. Bu noktada dikkat çekmek istediğim bir diğer nokta da oyuncuların konuşma örgüsü ve kullandıkları aksesuarlarla çıkardıkları seslerin müzikal komutlarla ilişkisi nedeniyle oyunun müzikli bir yapıya da sahip olduğunu da kısmen söylemek mümkün olur. Tekand’ın performatif nedenleri yaratan oyun (game) düzeni, oyuncuları hem oyunculuk hem de müzikal yetenekleri açısından ustalıklarının sınandığı bir performans ortaya koymak zorunda bırakırken ses düzleminde yaratılan bu müzikal yapı; seyircisini, sesin müziğinin hareketin müziğini, hareketin müziğinin de sesin müziğini yarattığı büyülü, eğlenceli bir akışa katılmaya davet edip gittikçe ortak ediyor.
Sezonun en dikkat çekici işlerinden biri olacağına ve seyircisi tarafından da kucaklanacağına yürekten inandığım Ölüyor mu ne?, çağdaş tiyatromuzun büyük ustası Şahika Tekand’ın ilmek ilmek işlediği metinle harikalar yarattığı ve seyircisini düşünmeye, sorgulamaya davet eden cüretkar bir iş. Birbirine benzer oyunların, anlatım tarzlarının, oyunculukların ve sahnelemelerin hakin olduğu günümüz Türk tiyatrosunda sesini farklı bir renkle duyurmaya çalışan oyun, kesinlikle deneyimlenmesi gereken ve kabuğunu kırdığı her darbede içindekileri etrafa cömertçe saçan bir cevher.
Oyunun, sürekli olarak kendini yeniden üretme çabası içindeki dünya düzenini, sahne-oyuncu-seyirci ilişkisinin doğasını sorgulayan bir yapıya tercüme ettiğini belirten dramaturg Verda Habif’in şu dikkate değer sözleriyle yazımı noktalamak isterim: “Ölüyor mu ne? farklı dramatik ve edebi eserlere ve en çok da tiyatro tarihinin iyi tanıdığı ve metnin de ironik bir şekilde tarif ettiği ‘kuru, ince-sivri, huysuz’ bir oyun yazarına göz kırpıyor. İşte oyun, kendisiyle, yazarla, yönetmenle, tiyatroyla, sahneyle, sahnenin şimdiki zamanı ve olanaklarıyla, oyunla, oyuncu olma durumuyla, diyaloğun varlığı için ötekine zorunlulukla hesaplaşırken kendisine karşı dürüst davranıyor ve bunu nüktedan bir dille yapıyor. Bu hesaplaşmalar insanın varlık durumunun absürtlüğü, yaşamın boşluğu ile bu boşluğu doldurma çabasını, bu çabanın bir döngüye hapsolmasını ifade ediyor ve aynı zamanda mitoloji, resmi tarih ve sınıflı toplumun yapay kurgusallığını açık ediyor. İlerleme kisvesi altında aslında kısır döngüye girmiş ve kendisinden başka hiçbir şey doğurmayan kapitalizmi eleştiriyor ve belki de sorusunu insanoğluna dünya adına yöneltiyor.”
Kapak Fotoğrafı: Mete Kaan Özdilek
İlginizi çekebilir: Halil Şimşek’ten Nora (Bir Bebek Evi)
İlk yorumu siz yazın!