Öykü Ersoy ile Sanat ve Çizdiği Öyküler Üzerine
Sanatçı Öykü Ersoy’u ilk olarak Instagram hesabı sayesinde keşfettim ve uzun süre takip ederek çok sevdim. Çizimlerini, tasarımlarını; eserlerini kendime yakın buldum, ona ulaştım ve bu söyleşiyi gerçekleştirdik. İyi okumalar!
İsminiz Öykü, Instagram biyografinizde “Öyküler.” yazıyor, “Saga” İzlandaca’da öykü demek, öyküsel cümleler veya alıntılar belirterek işlerinizi paylaşmayı da seviyorsunuz… Biraz bize anlatır mısınız bu öykülerle sanatınızın ilişkisini 🙂 İllüstrasyon/çizim/tasarımı bir öykü anlatıcılığı üzerinden mi temellendiriyorsunuz?
Genel olarak işlerimi üretirken kendi hayatımdan referans alıyorum ve bir kavram üzerinde çalışırken okuma sürecinde edebiyattan esinlendiğim çok oluyor. (Örneğin Mamut Art Project’e katıldığım seçkiyi Italo Calvino’nun Görünmez Kentler’iyle desteklemiştim, Ahmed Arif’in Leyla Erbil’e yazdığı mektuplardan referans alarak karşılıksız sevgi üzerine bir seri ürettim.) Bunun yanı sıra kullandığım malzemeler, yazılar, bazen direkt olarak, bazen de dolaylı yoldan anılarıma işaret ediyor. İllüstrasyonlar zaten genelde öykü anlatıcılığı üzerinden ilerler, benim çizdiğim karakterlerim de öyle. Sanatsal üretimlerime bakarsak; üretme pratiğim sırasında referans aldıklarım, kullandığım malzemeler-teknikler, esinlendiklerim ve üzerinde durduğum kavramlar (bellek, anı, kent, aidiyet gibi) öykü anlatıcılığı üzerine temellenmiş değiller. Belki yeni öyküler, anlatma ve söyleme biçimleri olabilir.
Özellikle bazı çalışmalarınıza koyduğunuz adlar da başlı başına çok güzel. (Mesela “sadece renklerini hatırlıyorum” gibi) Önce resimler mi, cümleler mi aklınıza düşüyor?
Teşekkür ederim! İşlerime spesifik bir isim koyma pratiğim yok, değişiyor. İsim koymak neredeyse üretme süreci kadar heyecan verici geliyor bana. İsimsiz işim yok denecek kadar az. Yukarıda bahsettiğim gibi edebiyatla ilgiliyim, iş üretirken okuduklarımı yazdıklarımdan, yazdıklarımı gördüklerimden, gördüklerimi tecrübe ettiklerimden bağımsız düşünmem imkansız oluyor benim için. Birbirine bağlı hepsi… Bazen önce resimler, bazen önce cümleler.
Instagram’dan sizi uzun zamandır takip ettiğim için aklıma en çok gelen soru bu oluyor aslında; çizdiğiniz, bazen konuşturduğunuz o kadın neden genelde hep biraz mutsuz, sinirli ya da melankolik? O siz misiniz?
Bu soruyu çok duyuyorum. O kadın ben miyim bilmiyorum. Bu sorgulamayı yaptığım zaman çizemiyorum çünkü eğer benmişim gibi düşünürsem söylemek istediklerimi bir süzgeçten geçirmem gerekebilir ve tıkanırım. Ben kadınların egemen olduğu bir ailede büyüdüm ve kadını, ruh halini, mimiklerini iyi tanıyorum. O yüzden bu karakter çoğu zaman kadın ve çizimler hisler üzerinde şekilleniyor. Aslında ben karakterin sadece mutsuz, sinirli ve melankolik olduğunu düşünmüyorum. Mutlu, sakin, cüretkar da oluyor, hüzünlü de oluyor. Duygusu ve ruh hali sürekli değişen çizimler. Hepimiz günlük yaşamımızda dengesiz tavırlar sergiliyoruz. Birkaç dakika içerisinde çok sevildiğimizi, hiç sevilmediğimizi, gitmek istediğimizi söylüyoruz içimizden. Bu kadın da hepimiz gibi biri.
Meltem Yılmazkaya’nın anlattıklarına çizimler yapıyorsunuz. Bavul dergi ile alakanızı, işbirliğinizi biraz anlatır mısınız? Sanırım daha yeni sayılır…
Meltem, benim lisanstan çok sevdiğim bir arkadaşım. Uzun yıllardır tanışıyoruz. Daha önce birlikte çalıştığımız da oldu. Ben onun ödüllü kısa filminin afiş tasarımını yapmıştım örneğin. Bavul dergiye yazdığını öğrendiğimizde de birlikte ortak bir iş yapmak istedik. Henüz 2 aydır çiziyorum. Benim işbirliğim daha çok Meltem Yılmazkaya ile.
Ben sagalarınızı çok seviyorum. Ham ağaç üzerine işler yapmak nasıl aklınıza geldi ve tasarımlarınıza bu maddenin nasıl katkıda bulunduğunu düşünüyorsunuz? Başkası için, siparişle yaptığınız tasarımlarla tamamen kendiniz için ya da kendiniz konsepti oluşturarak yaptığınız işler arasındaki farkları çalışma şekli veya yarattığı his açısından nasıl anlatırsınız?
Saga Studio bir arkadaşımla ortaklaşa yürüttüğüm bir proje. Projeyi oluştururken dekoratif duvar objeleri tasarlamak istedik ve malzeme araştırırken en içimize sinen ham ağaç oldu. Sonrasında budanmış, hastalanmış ağaçların üzerine çizmeye başladım. Malzemeyi ben de zamanla tanıyorum. Her ağacın geri dönüşü farklı oluyor. Sagaları sipariş üzerine yapmıyoruz. Her biri tek, ham ağaç üzerine elle çizilmiş işler ve yine benim çizimlerim. Beğenenler içlerinden seçip satın alıyor. Sadece zaman zaman renk ve boyut konusunda fikir alışverişi yapılıyor.
Ankara doğumlu olduğunuzu okudum. Üniversiteden önce hep burada mıydınız? Ankara’yı sanatla nasıl ilişkilendirirsiniz? Ankaralı olmanın sizin üzerinizde nasıl bir etkisi olmuştur? Ya da kentleşme-aidiyetsizlik-Ankara desem? 🙂
Üniversiteye kadar Ankara’da yaşadım. Son yıllarda sanat mekanları çoğaldı ve güzel sergiler, etkinlikler oluyor. Ama genç bir sanatçıysanız ve bu yolda ilerlemek istiyorsanız İstanbul sanat piyasasına açılmak istemek kaçınılmaz oluyor. Sanatçı potansiyeli olarak değerlendirirsem müthiş bir potansiyelden söz edebilirim. Ankara doğası ve imkanları gereği insan ilişkileri konusunda sağlam bağların kurulduğu, karışılıklı oturup saatlerce beyin fırtınası yapabileceğiniz bir yer. Orada yetişen ve yaşayan sanatçılar (özellikle genç sanatçılar) İstanbul’daki kaosun içerisinde değiller. Hem uzaktan bakıp büyük resmi görebilmeyi, hem de İstanbul’daki sanat piyasasının içerisine dahil olmayı başarmış bir sürü Ankaralı muhteşem sanatçı var ki sanırım bu burada yaşayarak var olmaya çabalamaktan daha verimli. Kentin doğasına dönüşmüş kaosun içerisinde değiller çünkü. Ankaralı olmak benim için sosyal hayatım açısından şanslı olduğum bir durum. Aynı zamanda daha az karmaşa, daha kısa yollar, daha çok muhabbet ve güven, daha az vakit kaybı…
Sorunun son kısmı için şunu söyleyebilirim. Orası benim doğduğum yer. İlk tecrübelerim, ailem, ilk aşkım, arkadaşlarım orada, ilk kitabımı orada okudum, hayatımla ilgili birçok adımı orada attım. Bunlara bakılırsa kendimi oraya ait hissediyor olmam gerekirdi ve mutlu olmalıydım ama bu söz konusu bile değildi. Hep gitmek istedim. Aidiyetsizliğimin Ankara’dan kaynaklı olduğunu düşünmüştüm ama haksızlık etmişim buraya gelince de değişen bir şey olmadı. Buraya da ait hissetmiyorum üstelik burada köklenmiş bir var oluşum, geçmişim yoktu geldiğimde. Bulunduğum yeri kendileştirmek çabası sürekli… Üretirken de bu karmaşadan fazlasıyla etkileniyorum.
Şu sıralar bir sergi çalışması ya da başka kolektif bir proje vs. var mı ya da bu yıl bitmeden gerçekleştirmek adına sanatsal işlerinize dair koyduğunuz bir hedef var mı?
Reloaded sonrası birkaç karma sergi ve en son Çağdaş Sanat Açıkhavada projesi var. Bu sıralar yeni işler üretiyorum. Yüksek lisansa devam ediyorum. Yoğun bir dönemdeyim.
Kağıt üzerine dikişle yaptığınız eserleriniz de çok hoşuma gitti. Bu aralar devam ediyor musunuz onlara?
Ahmed Arif’in Leyla Erbil’e yazdığı mektuplardan referans alarak ürettiğim projede hem saçlarımla hem de ip kullanarak diktiğim kağıtlar var. Ara ara işlerime dahil ediyorum dikişi. Bu bazen bilinçli oluyor bazen işin kendisi seçiyor malzemeyi.
Okul sanatsal gelişiminize ne kadar katkı sağladı? Özellikle plastik sanatlar…
Benim için okul, eğitimle birlikte yeni bir hayattı. Dolayısıyla iyi veya kötü kattıkları saymakla bitmez. Plastik sanatlar okumanın şöyle bir avantajı var; 3 farklı disiplin üzerinden ilerleyen bir program var ve bu size malzeme bilgisi, farklı tekniklerde üretim yapma ve öğrenme olanağı sağlıyor. Benim okulumda muhteşem baskı atölyeleri vardı. İmkanları kullanmaya ve öğrenmeye açık biri için lisans eğitimi fazlasıyla katkı sağlar bence. Ben göç kavramı etrafında şekillenen ilk projemi Ferhat Özgür’ün atölyesinde yaptım, MAP 2014 için yaptığım “Aidiyet Hikayeleri” projemi de öyle.
En son keşfettiğiniz ve sizi heyecanlandıran bir iki sanatçıyı bizimle paylaşır mısınız?
Son zamanlarda keşfetmiş olmasam da Ankara’dan fazlasıyla bahsetmişken fotoğraf sanatçısı Mert Acar demek isterim.
Bize başka söylemek, bahsetmek istediğiniz bir şey var mı? Çalışmalarınızda başarılar dilerim!
Hayır, teşekkür ederim! Ben de size başarılar dilerim (:
İlk yorumu siz yazın!