Ülkemizin aydınlık geleceği olan gençlerin yaşamın her alanındaki başarıları, daha çağdaş bir toplum olma yolunda da en büyük yol göstericimiz. Özellikle klasik müzik alanında küçük yaşlardan itibaren inanılmaz bir disiplin ve müthiş bir çalışma azmiyle kariyerini tüm zorluklara rağmen inşa edip uluslararası arenada elde ettiği başarılarla ülkemizi başarıyla temsil eden gençleri her zaman desteklememiz, onların arkasında değil bizzat yanlarında olmamız gerekiyor. Müziğe 7 yaşında keman çalarak başlayan ve sonrasında kariyerini orkestra şefliği üzerine yönlendiren Öykü Yanık da bu genç değerlerimizden biri. Bugüne dek farklı müzik aletlerini çalan gençlerle yaptığım röportajların ardından “Neden genç bir orkestra şefiyle de kariyerini ve hedeflerini konuşmayayım?” diye sorarak başladığım bu süreçte sevgili Öykü’nün de birbirinden içten cevapları ve enerjisiyle harika bir röportaj gerçekleştirdim. Orkestra şefliğine dair merak edilen pek çok noktayı da sorduğum röportajımı keyifle okuyacağınıza eminim. İlham veren okumalar dilerim.

oyku-yanik-2
Öykü Yanık | Fotoğraf: Öykü Yanık

Sevgili Öykü, röportajımıza ilk olarak küçüklüğünden bugüne uzanan müzik eğitimini konuşarak başlayalım dilersen. Notalarla yolun ilk ne zaman kesişti ve dallanıp budaklanarak bugünlere ulaştı?

Müziğe 7 yaşında keman çalarak başladım, öncesinde daha küçük yaşlarda bale yapıyordum. Orkestra şefliğini her zaman baleye çok benzetmişimdir, vücudun hareketiyle duyguları ve düşünceleri ifade etme amacı ikisinde de ortak. Müzik eğitimime resmi olarak başlamam 17 yaşıma kadar sürdü, öncesinde anadolu lisesi okudum, bu yıllarda keman çalmaya devam ettim ancak başka hedeflerim vardı. İnanın hiç beklemediğiniz bir zamanda oluyor. Önce keman bölümüne, iki sene keman okuduktan sonra orkestra şefliği bölümüne devam ettim konservatuvarda. Şu an yüksek lisans eğitimime hayallerimin okulu olan Milano Giuseppe Verdi Konservatuvarı’nda devam ediyorum.

Müzik eğitimine başlayan birinin ilerideki hedefleri arasında piyano, keman, viyola, viyolonsel veya flüt gibi orkestra içinde nispeten daha baskın olan müzik aletlerini çalmak yer alıyor. Bu noktada senin yolculuğun “orkestra şefliği”nden ilerledi. Orkestra şefliğinde seni kendine çeken ne oldu peki? “Birinin çıkıp orkestrayı yönetmesi gerekiyor” mu diyerek bu yolda buldun kendini?

Öncelikle, bir orkestra şefi olarak eğer kendinizi geliştirdiğiniz bir enstrüman yoksa bu yolda devam etmek pek mümkün değil bence. Örneğin matematiksel bir denklemin çözümünü okumakla bu denklemi gerçekten çözmek arasındaki fark gibi bir şey bu, enstrümanları tecrübe de ediyor olmak elzem. Beni mesleğime doğru iten olgu her zaman daha fazlasını öğrenmeyi istemek oldu, çalıştığım her eserde o kadar heyecanlanıyorum ki. Koskoca notayı her yere götürüyorum, her yerde okuyorum. İnsanlara eserlerle ilgili kurguladığım fikirleri açıklamayı, başka müzisyenlerle düşünce alışverişi yapmayı ve esere farklı yönlerden bakabilmeyi seviyorum. Doğruluğuna inandığım müziği filtreden geçirmek zorunda olmadan yapabilme gücüne sahip olma ihtimali bile beni işime her gün bir kez daha aşık ediyor. Çok zorlu bir yol olsa da daha güzel bir mesleğin varlığını düşünemiyorum.

Bir sanatçının kariyerini sağlam temeller üzerine inşa etmesi ve bu yönde doğru bir kariyer planlaması ile yoluna devam etmesi, disiplinli çalışma prensibi ve fedakarlıklarla o kişiyi farklı bir seviyeye ulaştırıyor en nihayetinde. Senin kariyer yolculuğunda bugüne dek geçtiğin keskin bir viraj oldu mu hiç?

Şu an okuduğum okulu kazanmak ve olduğum yere gelebilmek için o kadar çok emek harcadım ki maalesef mesleğimle alakalı olmayan bir sosyal hayatın varlığını kaybetmiş oldum biraz. Kendimi topluma geri kazandırmaya çalışıyorum. Yine de yaptığım ve yapacağım her fedakarlığın sorumluluğunu alıyor, bundan gocunmuyorum. “Eğer müziğe bu şekilde hizmet etmem gerekiyorsa, böyle etmeliyim” diyorum ve hayatımı buna göre düzenliyorum. Bu keskin virajlardan biri aslında geçtiğimiz senenin tamamıydı, bu kadar prestijli bir okulu kazandığım için çok gururluyum.

Özellikle Türkiye gibi bir ülkede küçük yaşlardan itibaren zihnimizdeki meslekler ve okul yıllarında yaptığımız tercihler, ailelerimiz tarafından rahatlıkla yönetilebiliyor. Senin bu noktada ailenle olan ilişkini yakından dinlemek isterim. Nasıl bir ailede doğup büyüdün? Sen mi onların yönlendirmesinden etkiledin yoksa onlar mı senin kararlarından etkilenip desteklemeyi tercih etti?

Ailem küçük yaşlarımdan beri benim sürekli yeni bir şey öğrenmeye yönelik olan sonsuz açlığımı bastırmak ve desteklemek için elinden geleni yaptı. Bu müziği ilk kez onlardan duydum çünkü evde klasik müzik de dinleniyordu ve onların benimle ilgili kurguladıkları sayesinde bu alana olan yatkınlığımı keşfettim. Beni bu konuya özellikle yönlendirmeye ya da zorlamaya çalıştıklarını söyleyemem çünkü uzun yıllar aslında müzik okumadım, buna lisans seviyesinde resmi olarak devam ettim. Müzik yapıyor olsam da kariyer olarak tercih etmeye kendim karar verdim ve bundan sonra ailem beni destekledi. Çevremizde ya da ailemizde bir müzisyen olmadığı için aslında çok sancılı bir süreç de oldu çünkü klasik müzik çevresi ülkemizde çok küçük ve kapalı bir grup. Ailemin bana karşı olan tutumu bu kadar pozitif olmasaydı ve bazı büyük fedakarlıklar yapmasaydık şu an bu röportajı yapmıyor olurduk muhtemelen.

oyku-yanik-5
Öykü Yanık | Fotoğraf: Öykü Yanık

Evet, gelelim eğitimine dair biraz daha ayrıntılı konuşmaya. Hocan Serdar Yalçın’dan öğrendiğin pek çok şeyin yanında Murat Cem Orhan, Michel Tabachnik, Vittorio Parisi, Martin Sieghart, Georg Grün, David Reiland, Gábor Takacs-Nagy ve Ennio Nicotra gibi kıymetli şeflerle çalışma fırsatı yakaladın. Bunun yanında Devlet Çok Sesli Korosu, Leipzig Senfoni Orkestrası, Navigli Senfoni Orkestrası, Moravia Filarmoni Orkestrası, Metz Grand Est Ulusal Orkestrası ve gibi orkestra ve koroları da yönettin. Aldığın teorik eğitimler ve bunun üzerine eklediğin pratikler bugüne dek sana neler kattı? Bu süreç içinde Türkiye ve Avrupa’daki müzik eğitimi ve ekollere dair mutlaka dikkate değer gözlemlerin olmuştur. Arada belirgin farklar mevcut mu? Ülkemizdeki eğitim ve mevcut ekonomik koşullar genç yaştaki müzisyenler için yeterli seviyede mi?

Ülkemizde dünya standartlarında çok iyi orkestralarımız var, yakın gelecekte bu orkestralarla da çalışmak için sabırsızlanıyorum öncelikle. Genç orkestra şeflerine karşı bir ön yargı maalesef ülkemizde Avrupa’dan daha çok var. Orkestra şefliği biraz ilginç bir alan, aslında zaten ilk kez orkestra yönetmek için zaten orkestra yönetmiş olmanız bekleniyor. “Tecrübeli eleman aranıyor” ancak tecrübe kazandırmak için desteklenen ortam sayısı çok kısıtlı. Bir yandan da genç olmak adına olan ön yargıyı anlayabiliyorum da çünkü herkesin kafasında belirli bir orkestra şefi tiplemesi var. Günümüzde dünyanın hiçbir yerinde artık bu tarz standartlar yok ve daha genç şefler daha iyi pozisyonlara geliyorlar. Ayrıca elbette, kafadaki “yaşlı” orkestra şefleri de bir yerde gençken bu işe başladılar. O yüzden, gençken yakaladığınız podyum zamanını etkili kullanmak çok önemli, ben de bunu yapmaya çalışıyorum. Diğer müzisyenler adına tecrübe kazanmak elbette daha kolay; konser yapabilmek için bir kişi, konum ve enstrüman aslında yeterli. Benim ise bir gruba ihtiyacım var ve çalıştığım gruba güven vermek, onların rahatını göz önünde bulundurmak gibi büyük sorumluluklar da almam gerekiyor. Bu suya alıştırarak girmek adına iyi orkestralarla genç yaşta çalışmak çok değerli. Bu açıdan şanslıyım yukarıdaki orkestralarla çalışma fırsatı yakaladığım için, önümüzdeki günlerde daha da fazlası beni bekliyor ve çok heyecanlıyım.

Bir önceki sorumla bağlantılı olarak bir noktayı da merak etmiyor değilim. Türkiye’deki konservatuvarlarda gerçekten çok kıymetli hocalar, müzik dünyasında da çok kıymetli şefler ve sanatçılar var fakat bu yolda ilerlemek isteyen gençler için yollar bazı noktalarda tıkanıyor kanımca. Bunun pek çok nedeni olabilir ve bambaşka bir röportajın konusu olabilecek kadar karmaşık bir konu fakat bu alanda ilerlemek isteyenler için Türkiye’de kalmak mı yoksa yurt dışına gitmek mi daha ağır basmalı?

Açık konuşmak gerekirse bunun en büyük nedeni maddi nedenler, ülkemizdeki müzik bursları çok yetersiz sayıda ve ben de bu problemi yaşayanlardan biriyim. Eğitimime devam etmek için internet platformları üzerinden bağış topluyorum. Müzik eğitimi ekipmanından tutun gitmeniz gereken seyahatlere kadar çok pahalı bir eğitim, maddi sıkıntılarla yürütmesi çok zor. Türkiye’de kalmak mı yoksa yurt dışına gitmek mi daha ağır basmalı; elbette benim cevaplayabileceğim bir soru değil çünkü bu bahsi geçen müzisyenin hedefleri, okuduğu bölüm, yetiştiriliş tarzı, bildiği diller gibi çok fazla parametreye bağlı. Ben İtalyanca bildiğim ve gelecekte opera şefliği de yapmak istediğim için İtalya’da eğitimime devam etmek istedim, değişkenler başka olsaydı eğitimim de farklı ilerleyebilirdi.

Eğitiminle ilgili bu röportajda da mutlaka değinmek istediğim asıl konuyla gelelim. Bu yılın başlarında önemli bir başarıya imza atarak İtalya’daki Saluzzo Opera Akademisi’ne şef asistanlığı için yaptığın başvuru kabul edildi. Tabii bu noktada ister istemez öğrencilerin önündeki en büyük engellerin başında gelen maddi durumlar seni de zorlamış durumda. Bu konuyla ilgili son durumu öğrenebilir miyiz senden?

Konuyla ilgili son durum birçok gazetede destek arayışımın haber yapılmasının birkaç hafta sonrasında kesinleşti, maalesef akademiye katılamayacağım bu sene.

Bildiğimiz üzere orkestra şeflerinin bir enstrümanı yok. Her ne kadar keman ve piyano da çalıyor olsan da konser anında elindeki baton sayesinde o topluluğu yönetiyor, icra edilecek eserin yorumlanış tarzına karar veriyor ve orkestrada yer alan her müzisyene gerekli gördüğü ritim ve nüanslar konusunda yönlendirme yapıyorsun. Pek sen batonunla olan o özel bağına dair neler söylemek istersin?

Batonun kendisiyle değil de şekliyle özel bir bağımız var sanırım; çok çok hafif, kısa ve tutma yeri mantar olan bir baton kullanıyorum. Birçok farklı baton denedikten sonra bu batonda çok rahat ettiğim için bunda karar kıldım, pek de ucuz, aynısından üç tane aldım, biri kırıldı. Diğer ikisiyle yola devam ediyoruz. Kırılır ya da kaybolursa yenisini alacağım, gönül bağımız çok güçlü değil. Asıl güçlü bağımı partisyonlarımla yaşıyorum çünkü üzerinde çok uzun saatler çalışıyorum ve çok fazla not alıyorum.

oyku-yanik-1
Öykü Yanık | Fotoğraf: Öykü Yanık

Bir orkestra şefi olarak çalışma rutinini paylaşabilir misin? Bunun planlamasını nasıl yapıyorsun? İlk kez birlikte sahne alacağın bir orkestra veya yöneteceğin bir eser için provalara nasıl hazırlanıyorsun? Bu noktada seni zorlayan noktalar oluyor mu? Ve bana kalırsa en önemlisi de sosyal yaşamına, ailene, arkadaşlarına, sevdiklerine yeterince ve istediğin ölçüde vakit ayırma fırsatı buluyor musun?

Ben maalesef hiçbir zaman sabah rutini olan, her gün aynı saatte kalkan bir insan olamadım. Genellikle gece çok geç saatlerde aktif çalışmayı tercih ediyor vücudum ve bu tersine döngü sosyal hayatımı kesinlikle etkiliyor. Kışın normal standartlara dönmek daha kolay olsa da uzun süren yaz tatillerinde tamamen terse dönüyor vücut saatim, uzun tatilleri ve yaz aylarını bu sebepten dolayı hiç sevmem. Aktif çalışma planlamamı çalışma yükümün ağırlığına göre yapıyorum. Çok uzun saatler bir şeyin başından hiç kalkmadan çalışmayı ya da kendime “13.00-15.00 arası çalışma” tarzında programlar çizmeyi sevmiyorum, zaten doğal olarak boş duramadığımdan dolayı elimde büyük bir iş varsa günün tamamını onu düşünerek geçiriyorum. Düşünerek geçirdiğim saatlerle beraber 24 saat çalışıyorum. İlk kez birlikte sahne alacağım bir orkestra veya yöneteceğin bir eser için provalara hazırlanırken eseri kesinlikle ezberlemiş olmaya özen gösteriyorum, sahnedeyken notaya bağımlı olmamak benim için çok önemli.

Biz seyirciler açısından bir klasik müzik konseri dışarıdan 1,5-2 saatlik belki basit bir olay gibi görünebilir fakat işin arka planında tüm orkestrayla birlikte çok ciddi bir çalışma süreci gerektiriyor. Eserin en iyi icrası ve müzisyenleri kusursuz bir şekilde yönetme görevi ise şefin üzerindeki onlarca kişilik orkestra üyelerinin baskısını düşününce ne kadar zor olduğu daha iyi anlaşılıyor. Bu süreç göz önüne alındığında zihinsel olarak seni yoran veya yıpratan noktalar oluyor mu?

Elbette yorucu noktalar var ama süreçten yıpranmak için bence yaptığınız işi çok da sevmemeniz gerekiyor. Bu ciddi çalışma sürecinden ve insanlarla iletişim kurmaktan aksine çok keyif alıyorum çünkü hayat zaten böyle olmalı gibi geliyor. Sorumluluk almaktan, baskı altında olmaktan keyif duyuyorum ve yüksek baskı altındayken daha iyi işler çıkardığımı düşünüyorum. Zihinsel olarak yıpranma ihtimalim olan tek nokta bir gün yolda olmamak, olduğum yerde kalmak zorunda olmak olurdu.

Bu röportajı okuyan okurlarımızdan mutlaka merak edenler vardır. Konserde eserin icrasında müzisyenlerin önünde notalar mevcut. Bu da esasında bazen zihinlerde “Acaba şef olmasa da orkestra bu eseri icra edebilir mi? Müzisyenler zaten şefe bakmıyor ki. Şefin batonuyla yaptığı her hareket müzisyenler tarafından dikkate alınıyor mu?” gibi soru ve düşünceleri oluşturabiliyor. Bu konuya dair akıllardaki soru işaretlerini ortadan kaldırmak ister misin?

Evet, isterim! Neredeyse her konserin uzun prova süreçleri olur, bu provalarda birlikte ne yapmak istediğimiz tekrar tekrar tartışılır ve her şeyin cilalanıp düzeltilmiş hali konserde seyirciye sunulur. İyi bir restoranda yemek gibi düşünün, yemekteki sosların nasıl hazırlandığını size masada kimse sunmaz, zaten bunu seyircinin görmemesi lazım. Müzisyenler şefe bakıyor, sadece konserlerde elbette kendi notalarına da odaklanıyorlar ve yine konserde her saniye şefe bakmayı gerektirecek bir durum zaten kalmamış oluyor çünkü o müzisyenler zaten o konserin üç-dört gün öncesinden başlayarak belki de toplam 15 saat şefin önerilerini dinledi, izledi. Müziği akışkan hale getirmek ve seyirciye sunabilmek için her konserden önce harcanan muazzam bir emek var, bizim amacımız zaten bunun konserlere yansımaması ki herkes dikkat çekmeden ve dikkat dağıtmadan müzik yapabilsin. “Şefin batonuyla yaptığı her hareket müzisyenler tarafından dikkate alınıyor mu?”, tabii ki alınıyor çünkü orkestra şefinin görevi bu zaten! Ancak elbette orkestra şefinin iki eli var. Her öneriyi ellerimizle o anda gösteremiyoruz, özellikle kompleks bir eserse. Bunları provada konuşuyoruz ve müzisyenler ne yapması gerektiğini konser anında zaten biliyor. Bir işte hiç emek harcanmıyormuş, bu iş çok kolaymış gibi yapılmaya başlanıldığı zaman bu işte ustalaşmak anlamına gelir. Konserlerde inanılmaz keyifli, kendilerinden ve müzikten zevk alarak, eğlenerek çalan müzisyenler görüyorsanız o konsere çok çalışılmıştır.

oyku-yanik-3
Öykü Yanık | Fotoğraf: Öykü Yanık

Yönettiğin eserin salondaki dinleyici üzerinde bir etki bırakması adına senin için teknik anlamdaki kusursuzluk mu yoksa duygularınla esere kattığın ve onu daha kanlı canlı yapan doğallık mı daha önemli?

Teknik kusursuzluğun yanında duygusallık ve doğallığın aynı zamanda gelebileceğini düşünüyorum. Benim işim aslında tam olarak bu; eserin teknik alanda, kalabalık orkestra ortamında doğurabileceği sorunları kontrol altında tutmak ve bunu duygu uyandıracak şekilde yapabilmek. O yüzden, ikisi de. Eserle ilgili, ona dair olan bütün küçük detaylar ve ayrıntılar benim için önemli.

Peki sen Öykü Yanık olarak kendini nasıl bir orkestra şefi olarak tanımlamak istersin? Enerjini tüm coşkusuyla orkestraya ve onlar aracılığıyla salona aktaran bir şef misin yoksa çok daha mı ciddisin? Müzisyenler seninle ne derece rahat çalışabiliyor? Orkestra ile olan duygusal mesafeyi korumak senin için kolay oluyor mu?

Bence bu soruyu ben cevaplayamam. Müzisyenlerle göz kontağı kurmayı çok önemsiyorum, bu güven verici olduğu kadar rahatsız edici de olabilir. Enerji aktarımının boyut ve çeşidi çalıştığımız esere göre değişir, sürekli gülümseyip çok hareket ederek bir Requiem seslendirmeyi düşünemem bile. Bu nedenle böyle eserlerde daha içe kapanık bir performans sergilerim. “Orkestra ile olan duygusal mesafeyi korumak senin için kolay oluyor mu?” sorusuna da “evet” demeliyim. Provadan sonra her türlü aktiviteyi yapabiliriz ama provadaki düzenin bozulmaması orkestra ve konser performansı açısından çok önemli. Mesafe her zaman korunmalı.

Eminim ki çok kişi için “orkestra şefliği karizması” diye bir gerçek var. Orkestra şefi olmak gerçekten bu derece yıldızı parlak bir olgu mu? Arka plana geçtiğimizde ne tür zorluklar mevcut?

Orkestra şefliği karizması… Evet sanırım böyle bir şey var. Büyük bir topluluğu bir arada tutup sözünü dinletmek için farklı özelliklere sahip olunması gerektiği bence doğru ve bunun doğuştan geldiğini düşünüyorum. Herkes orkestra şefliği yapmayı öğrenebilir ama büyük orkestra şefi olmak başka bir olgu. O yüzden aslında gördüğünüz herkes başarılı olamıyor, orkestra şefliği yapıyor olsa da ciddiye alınmıyorlar. Haliyle gittikleri yerlere tekrar çağrılmıyorlar. Müzisyenler, özellikle orkestra müzisyenleri çok acımasızdır. Eğer iyi bir topluluğun önündeyseniz muhtemelen haklıdırlar da senin ne olduğunu anlamaları üç saniye sürüyor. Yüzlerce şef gördükten sonra insan sarrafı oluyorlar. Buna çok saygı duyuyorum. Bu çok tuhaf, bipolar, her ne kadar büyük bir grubun önünde olsan da çok yalnız bir meslek, sonuçta sadece sana podyuma çıkma yetkisi veriyorlar. On saniye önce herkes tarafından deliler gibi alkışlanırken birden otel odanızda tek başınıza bazen bilmediğiniz bir dilde televizyon izlerken buluyorsunuz kendinizi. Michel Tabachnik ile ilk tanıştığımızda “Hayatının otel odalarında yalnız geçmesine hazır mısın?” diye sormuştu. Verdiği çok şey olduğu gibi aldığı da çok şey var bu mesleğin. Ben her türlüsüne hazırım.

Senin için orkestra şefliğinin en büyüleyici yanını öğrenebilir miyiz?

Müziğin kendisi, daha büyüleyici bir şey yok.

oyku-yanik-4
Öykü Yanık | Fotoğraf: Öykü Yanık

Peki hedeflerine odaklanmanda seni motive eden idolün kim diye sorsam?

Eğer orkestra şefleri adına isim vermek gerekiyorsa müziğe bakış açıları konusunda örnek aldığım en büyük üç isim var: Carlos Kleiber, Claudio Abbado ve Seiji Ozawa. Ozawa’nın çalışma rutinini detaylı okuduktan sonra çok etkilenmiştim. Abbado Milano’da okuyor olmamın en büyük sebeplerinden biri. Kleiber bu işi gerçekten istediği ve çoğu zaman keyfi için yapıyor olmasından dolayı en büyük idollerimden biri. Kendisini içeren her şeyi izliyorum. Birçok isim daha ekleyebilirim buraya elbette, hatta aslında bunu her besteci özelinde hayranlık beslediğim şefler olarak da açıklayabilirim sanırım; Mozart için Karl Böhm, R. Strauss için Rudolf Kempe… Konuşmaktan epey hoşlandığım bir konu bu. Orkestra şefleri dışında Scriabin, Nietzsche, Dante, Brahms, Goethe… Düşünceleri ve hedefleri adına kilometrelerce yürümekten ve uğruna delirmekten korkmayan bütün büyükler. Tek bir idolüm olması hayatımın içinde olan konuların fazlalığı ve derinliği nedeniyle bence mümkün değil. Hayatımın tamamını okuyarak, tercihen her şeyi orijinal dillerinde okuyarak geçiriyorum ve benden önceki büyükleri anlamaya çalışıyorum. Edebiyat benim için müzik kadar önemli.

Röportajımızda es geçmememiz gereken bir konu daha var bence. Bir yanda eğitim ve kariyerinde devam ederken aynı zamanda Richard Wagner ve müzik felsefesi hakkında akademik kaynaklar oluşturmaya odaklanan Türkiye Wagner Topluluğu’nun da kurucu üyelerinden birisin. Topluluğun çalışmaları hakkında da genel bir bilgilendirme yapmak ister misin?

Aslında bu az önceki soruya da destek olan bir olgu. Akademik yazılar yazmaktan ve üretmekten çok keyif alıyorum. Wagner Topluluğu’nun dergisi olan Müzik Defteri dergisine aylarca uğraşıp Bizans-Slav ilahilerinin ortak yönleri ve ayrıntılarıyla ilgili bir makale yazmıştım. Çok keyifli ve zor bir süreçti, Türkçede bu konuyla alakalı başka bir kaynak olmadığı için bu yazıyla gurur duyarım. Wagner topluluğunun Wagner olmasının sebebi Prof. Uğur Ekren’dir. Kendisi hayatını müzik felsefesine adamış örnek bir felsefe insanıdır.

Müzik, yaşama ve umutsuzluğa bir alan açar mı?

Açmaz. Yaşam ve umutsuzluk müziğe alan açar.

İlerleyen yıllar için kariyerin adına hedefin ve hayallerini öğrenerek bitirelim dilersen röportajımızı. Beste yapmayı düşünüyor musun? Ve en merak ettiğim, en çok yönetmeyi istediğin orkestra hangisi?

Şu an besteciliğe dair özel bir ilgim yok, daha çok yazılmış eserlerle ilgilenmekten ve sergilemekten keyif alıyorum. Bestecilik çok farklı bir alan. En çok yönetmek istediğim orkestra… Biraz taraflı olarak, La Scala’da olmayı çok tutkulu bir şekilde hayal ediyorum.

Kapak Fotoğrafı: Öykü Yanık

İlginizi çekebilir: Halil Şimşek’ten İlyun Bürkev ile: Müzik ve Kariyeri Üzerine