Nehir: Oyun Atölyesi'nden Düşündüren Bir Oyun
Adam: “ Sana aşığım.” dedi.
Kadın: “ Aşk tam olarak nedir? Bilmiyorum.”
Her şey olabilirdi.
Haluk Bilginer tarafından 1999 yılında Moda’da kurulmuş özel bir tiyatro olan Oyun Atölyesi’nde izlediğim ilk oyun olan Nehir’i anlatmak, aslında anlatmak değil de üzerine konuşmak istiyorum. İngiliz yazar Jez Butterworth tarafından 2012’de yazılmış olan The River adlı oyun, Hira Tekindor tarafından Türkçeleştirilmiş. Oyun Atölyesi tarafından 2013 Ekim ayında sahnelenmeye başlayan oyunun yönetmenliğini Haluk Bilginer yapmakta, kendisinin yanı sıra Ayça Bingöl ve Canan Ergüder de oyunda rol almakta. Küçük bir kadroya sahip olan bu oyun tek perdeden oluşuyor ve yaklaşık 70 dakika sürüyor.
Açıkcası oyuna gitmeden önce oyunla ilgili hiçbir şey okumamıştım. Zaten Oyun Atölyesi’nin kapış kapış biletleri tükenen oyunlarından birine yer bulabilmiş olmak o an için en önemli şeydi. Haluk Bilginer, Ayça Bingöl ve Canan Ergüder isimleri de oyunla ilgili bir şüphe duymayı gerektirmeyecek kadar tatmin ediciydi.
Perde açıldığı an ilk dikkatimi çeken oyunun muhteşem dekoru oldu. Gamze Kuş tarafından tasarlanmış sahne hem oyunun içeriğiyle olan uyumuyla hem de verdiği sıcaklık hissi ile beni çok etkiledi. Zaten oyun da biraz hayat gibi ve dekoruyla da o gerçeklik hissini seyirciye yansıtmayı başarmaktaydı.
Oyun Atölyesi’nin sitesinde oyunun konusu şu kelimelerle özetleniyor: “Aşkın peşinden giderken aşkı ezbere yaşamaya yönelen ‘Adam’ın hayatına giren kadınları ve yaşadıklarını anlatıyor.” Aslında bu kadar kısa ve öz mü konusu ya da adamı tasvir etmek bu kadar basit mi bilemiyorum. Biz üç kız oyunu izledikten sonra saatlerce üstüne konuşabilmişken bir cümleyle ‘Adam’ı özetleyebilmek… Oyun gerçekten hayatın çok içinden, izlerken biraz güldürüp, biraz şaşırtıp ama her dakikasında seyirciyi izlerken düşünmeye iten bir oyun. İzlerken olayların, yaşananların matematiğini kurmaya çalışıyor insan. Adamın iki farklı ilişkisinde yaşadıkları anlatılıyor. Anlatılan ilişkilerin ikisi de yeni ve adamla kadının ilk tatillerinde yaşadıklarını, adamın kadınlara nasıl ‘aynı’ davrandığını izliyoruz. Adamın aynı kelimelerle kadınları kandırmayı nasıl başardığını ve birbirinden farklı iki kadının da nasıl kandığına şahit oluyoruz. Ve işte o an kafamızda birçok soru dolanmaya başlıyor. Oyunu izledikten sonra oyunla ilgili yazıları okurken Ekim 2013 yılında Güngör Uras’ın yazdıklarının tam olarak benim aklımdakileri de yansıttığını fark ettim. Milliyet’te yayınlanan yazısından Uras şöyle yazmış:
“Kadınlar genelde erkeklere çok kolay mı inanıyorlar? Yoksa inanmış gibi yaparak kandırılmanın ıstırabını tatmaktan, bunu yaşamaktan mı hoşlanıyorlar? Ya erkekler? Her erkek kadınları kandırma becerisine mi sahip? Yoksa kadınlar genelde kandırılmaya hazır olduklarından erkekler önlerine gelen kadını kolayca mı kandırabiliyor? Acaba erkeklerin kadınları kandırmaktan başka dertleri yok mu?”
Nehir’de Adam’ın hayatına giren iki farklı kadınla aynı ilişkiyi yaşamaya çalışmasını izliyoruz. Bu kadınlardan biri diğerine göre daha duygusal, daha romantik ve beklentisi daha yüksekken biri daha vurdumduymaz bir kişiliğe sahip. Ancak adamın aynı söylemleri bu iki kadın üzerinde deneyerek her seferinde başarısızlığa düşüşünü izliyoruz. Adam kadınların hiçbirine güven duygusu veremiyor. Bu kandırma oyunu adam için bir kısır döngüye dönüşmüş durumda. Adam anı yaşayamayan bir yere takılı kalmış hayatında hep aynı sonuçla karşılaşıyor, her zaman terk edilen taraf oluyor.
Ben herkesin bu oyunda kendinden, belki hayatından örnekler bulup bağdaştırabileceğini düşünüyorum. Zaten oyunculuklar muhteşem, bir 70 dakika daha oynasalar izlerdim dedirtiyor insana. Hafta sonu rakı sofrasına oturmadan izlenilesi bir oyundur. Hepinize tavsiye ederim. Benim için şimdi sırada “Kim Korkar Hain Kurttan” var, tabii bilet bulabilirsem.
İlk yorumu siz yazın!