Yıllardır çağdaş sanat sektörünün içinde bulunduğunuzu biliyorum ve sizi bugüne ulaştıran köşe taşlarını konuşmak istiyorum. Öncelikle nasıl bir eğitim aldınız?

Aslında liseden itibaren sanata dair bir eğitim alıyorum. İzmir’de güzel sanatlar lisesinde resim eğitiminden sonra Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sanat Tarihi okudum. Mimar Sinan’ın en iyi sanat tarihi eğitimi veren okullardan biri olduğunu rahatça söyleyebilirim… Amerika veya Avrupa’daki okullarda sadece İslam, Bizans veya Batı sanatı üzerine uzmanlaşabilirken, Mimar Sinan’da bunların hepsini alabiliyorsunuz. Çok ağır ve yoğun bir eğitimdi ama bu sizin minyatürü de, Osmanlı mimarisini de, Bizans kilise yapılarını da, mozaik işlemelerini de bilmenizi, aynı zamanda çağdaş sanatı tanımanızı sağlıyor.

Yüksek lisansımı ise Yeditepe Üniversitesi’nde Sanat Yönetimi alanında yaptım ve bu beni sanat piyasasını tanımak açısından çok besledi. İşin ‘business’ tarafını vurguladığı için, bir sanat işletmesinin nasıl yürütüldüğünü, pazarlandığını, satış süreçlerini öğrendiğimiz, tamamen teoriden pratiğe döndüğümüz bir eğitimdi bu.

Bu eğitim uzun dönemli bir kariyer planına işaret ediyor gibi.

İnsanların doğuştan bazı şeylere yetenekli veya meyilli olduklarını düşünüyorum. Sanat sektörü de benim için tesadüfen veya ÖSS öyle buyurduğu için girdiğim bir alan değil, ortaokuldayken de hayal ettiğim ve kendimi gördüğüm bir iş alanıydı. Dolayısıyla da hedeflerim vardı. Bence en önemli şeylerden biri hedeflerin için adım atmaya cesaret gösterebilmek. O cesareti gösterirsen sistem de seni destekliyor zaten.

Kariyeriniz nasıl başladı?

Aslında üniversite son sınıftan itibaren staj ve çeşitli projelerle sektöre temas etmeye başlamıştım. Son sınıfta Semiha Berksoy Opera Vakfı’nda çalışıyor ve Semiha Hanım’ın resim koleksiyonu ile ilgileniyordum. Kendisi o dönem Venedik Bienali’ne katılmıştı. Bir anda benim derslerde okuduğum o Venedik Bienali’nin ve inanılmaz bir tecrübenin, sosyal ağın içine düşmüş oldum. Orada tanıştığım, üstadım diyebileceğim insanlar bana bambaşka tecrübeler kattılar.

Vakıftan sonra, bana bir sanat organizasyonunu yönetmek adına ciddi bir tecrübe katan Contemporary İstanbul geldi. O dönem fuarın yeni yola çıktığı ve yeni yeni yükseldiği bir dönemdi. Aslında ben de sanat sektörünün geliştiği bir döneme denk geldim, sektörle beraber büyüdüm denebilir… Burada oluşan galeri ve sanatçı ilişkileri beni daha sonra galericiliğe yönlendirdi. Çünkü işin organizasyon tarafında bulunduktan sonra sanata daha çok temas etmek için galeri ayağına geçmeniz gerekiyor.

Galericilik serüveni Dirimart’la başladı. Galerinin yurtdışına açılma planlarının olduğu, fuarlara katıldığı, yabancı sanatçılarla sergiler düzenlediği bir dönemdi. Burada White Cube gibi galerilerle işbirliği içinde sergiler hazırladık, Sarah Morris, Andreas Gursky gibi isimlerin sergilerini yapma fırsatım oldu. Sonrasındaysa Art ON direktörlüğü geldi. Orada daha genç sanatçılara odaklı bir ağımız vardı.

Bu iki galeri sürecinde de koleksiyonerlerle ilişkiler söz konusu oldu, çok fazla yurtdışı fuarına gitmeye, müzayede takip etmeye başladım. Bunlarla beraber sektördeki network’ünüz de gelişiyor ki bence bu iletişim ağının içinde yer alabilmek çok önemli çünkü sanat sektörü çok bireysel ilişkilere dayalı bir alan…

Daha sonra ise çağdaş sanat için online bir ticaret oluşumu olan artnivo.comile devam ettim. Orası da tamamen genç sanatçılar için projeler ürettiğimiz bir alandı.

Tüm bunların beraberinde de sanat danışmanlığı gelişti. Gazete ve dergilerdeki yazılarım da devam ediyor.

Sanat danışmanlığı nedir?

Koleksiyonerin neyi, nasıl alacağı gibi basit sorulardan yola çıkan bir iş kolu sanat danışmanlığı. Öncelikle birkaç eser almakla bir koleksiyon yapmak arasındaki ayrımdan yola çıkıyor…

Benim ilgilendiğim nokta koleksiyonun omurgasının oluşturulması ve bu omurgaya istinaden eserlerin toplanması. Hangi sanatçıların hangi dönemlerinin, nerelerden, ne kadara satın alınması gerektiği gibi konularda karar vermek ve bütçeyi yönetmek gibi iş tanımlarım var. Bu bir çeşit koleksiyonu inşa etme fikri… Koleksiyonerle diyalog içinde ilerlediğimiz uzun soluklu bir süreç.

Koleksiyona katılacak eserlerin stoklanması, arşivi, fiyatsal arşivi, lojistiği, sigortası, sertifikaları, yurt dışından geliyorsa gümrük işlemleri gibi pek gözükmeyen arka planı hakkında da yönlendirme yapıyorum. Aslında çok basitçe alıp duvarına asmak gibi görünen koleksiyon tanımı bir anda birçok alt başlığa ayrılıyor. Sanat danışmanı kavramının çıkış noktası da tüm bunlara çözüm üretmek… Bu, dünyada çok az sayıda kişinin yaptığı, herkes yapabilir gibi görünen ama işin içine girdikçe de ne kadar zor olduğu anlaşılan bir iş alanı.

Diğer taraftan koleksiyon değerinin artırılmasında da önemli bir rol aldığımı düşünüyorum. Bir lira harcayarak oluşturulan bir koleksiyon, yapılan projelerle beş liralık bir değer üretebilir…

Sanat danışmanı kimlerin ihtiyacına cevap veriyor?

Öncelikle koleksiyoner olarak tanımladığımız insanların çoğu zaten ciddi bir iş temposuna sahip çalışan insanlar. Doğal olarak bu işe benim kadar vakit ayıramıyorlar, benim kadar piyasa bilgisine ve network’e sahip değiller. Biz ülke olarak da çok fazla sanatla içiçe büyümüş bir toplum olmadığımızdan, tartışmalı olmakla birlikte, iyi sanatla kötü sanatı ayırt edecek temel bilgilere de sahip değiliz, bu anlamda yön göstermek çok önemli…

Bugün Türkiye’de 10’a yakın özel müze çıkartabilecek güçte ve nitelikte koleksiyon var. Bu koleksiyonlar tesadüf eseri oluşmuyor çünkü kişisel zevklerin ötesinde kamusal ve gelecek nesillere karşı olan sorumluluklarınız var. Sanat danışmanı bu gerekliliğin olduğu yerde devreye giriyor.

2015-12-11-18-11-ozl_personal_bannerimage

Danışmanlık süreci nasıl işliyor?

Bazen tek bir eser için, örneğin bir Tony Crag heykeli ya da bir Yayoi Kusama resmi için, bazense bütün bir koleksiyon için çalışma yürütüyoruz. Burada en önemli ve en uzun süreç koleksiyonun omurgasını şekillendirmek. Bunun için defalarca toplantılar yaparak, farklı sergiler, farklı eserler görerek, istediğimize karar vermemiz ve bir hikaye kurgulamamız lazım.

Süreç koleksiyonerin kıstaslarıyla şekilleniyor. Kişisel zevkleri, hatta bazen siyasi görüşü bile belirleyici bir unsur olabiliyor. Sanatçıların belirlenmesinde ise sanatçının ünlü veya ünsüz olması belirleyici değil. Bazen eserleri sanat tarihinin tozlu sayfalarından çıkartıyoruz. Bazen kağıt bir iş, bazense büyük bir heykel beni heycanlandırabiliyor. Koleksiyonun çeşitliliği önemli bir nokta… Bu açıdan sadece bütçe bağlayıcı olabiliyor.

Bu süreçte koleksiyonerle sizin kriterlerinizin paralellik teşkil etmesi gerek. Herkesle çalışamazsınız. Bu anlamda benim sanatsal kriterlerimin dışında istekleri olan koleksiyonerlerle çalışmayı tercih etmiyorum. Zaten aynı anda çok fazla koleksiyonere hizmet veremezsiniz. Bu, az sayıda koleksiyonerle fikir paralleliğine istinaden, güvene dayalı bir ilişki sistemi.

Sanat sektörünü çalışmak açısından nasıl değerlendirirsiniz?

Bu iki açıdan ele alınabilecek bir soru. Birincisi tam olarak kurumsallaşmış bir iş alanı olmaması hem avantaj hem dezavantaj getiriyor. Avantajı, girişimciliğin ön planda olduğu bir çağdayız ve sektörün gelişmekte olan yapısı girişimciliğe çok açık. Yapılması gereken o kadar çok şey var ve o kadar az şey yapılmış ki, her yeni proje Türkiye için çok önemli. Örneğin yaptığınız bir projeyi Londra’da, New York’ta duyurmak için yıllarca çalışmanız gerekirken, Türkiye’de çok kısa zamanda fark edilebilirsiniz. Zaten bu alana dair yeni fikirleriniz varsa her galeri ve müze bunu değerlendirmek istiyor çünkü herkes farklılık yaratma peşinde. Bunlar birer avantaj.

Dezavantaj olarak ise, kurumsallaşmanın zayıflığından dolayı iş tanımları ve iş saatlerinin daha esnek olmasından bahsedebiliriz. Ayrıca kariyerinize bir yerden başlamak için de alanlar dar…

Maddi açıdan bakarsak, bir beyaz yakalı gibi müze ve galerilerde çalıştığınızda başlangıç rakamları konuşuluyor. Bunun yanında örneğin eser satışıyla ilgileniyorsanız ciddi gelir elde edebilirsiniz. Satış ayrı bi beceridir ve sattığınız rakamlar kimi zaman bir evden pahalı olabilir. Dolayısıyla alacağınız primler, normalde alacağınız bir maaştan çok daha fazla olur.

Bu sektörde isminiz ne kadar güven veren, markalaşmış bir hale gelirse hem pozisyonunuz, hem geliriniz yükselir. Bu süreç tamamen sizin yeteneklerinize bağlı. Bu her alanda da böyle aslında… Sadece sanat sektöründe daha zormuş gibi algılanıyor ama bu dışarıdan sektörü bilmemekle alakalı bence.

Sektörün gidişatı, geleceği hakkında yorumlarınız neler?

Çağdaş sanat için konuşursak Türkiye’de yapılmakta olan özel müzeler var, Koç grubununki mesela… Kültür endüstrisi kurumları geliştikçe tabii ki sektör de gelişip büyüyor. Sanat eskiden daha lüks segment bir konumdayken şu an gençlerin de ilgilendiği ve bir şekilde tüketicisi haline geldiği bir alana dönüşüyor. Bu sadece satın alıp evine koymakla ilgili değil, sergi gezmekten, açılışları takip etmekten, sanat dergileri, kitapları okumaktan bahsediyorum. Gün geçtikçe sanatla ilgilenen kesim artıyor. Mesela benim şu an devamlı çalıştığım ve görüştüğüm koleksiyonerlerin yaş ortalaması 40. Aslında bu çok genç bir yaş ve oldukça umut verici. Bu yaşta bu işle ilgilenmeye başlayan insanlar 50-60 yaşlarına geldiğinde çok daha büyük koleksiyonlara sahip olacak… Benzer şekilde 2000’lerdeki Türkiye ile 2016’daki Türkiye de aynı değil. Biliyorum ki 2030’daki büyüme hızımız ve ekonomik değerlerimiz de aynı olmayacak. Dolayısıyla gelişen bir sanat piyasasına sahip olacağız.

Bence burada merkeziyetçilikten çıkmak önemli bir nokta. İstanbul tabii ki önemli bir ‘art destination’ olma yolunda ama Ankara, İzmir de sanat alanında güçlendikçe sektör de gelişecektir. Özel sektör ciddi ve güçlü anlamda sahipleniyor fakat devletin de sektöre vereceği destek çok önemli.

Dünyaya baktığımızda, sanat sektörünü etkileyen en önemli dinamik ekonomi. Nasıl bir tekstilci ekonomik darboğazlardan nasıl etkileniyorsa sanat sektörü de aynı derecede etkileniyor. Dönemsel olarak daralmalar olabilir ama beklemediğiniz anda sıçramalar da gerçekleşebiliyor. Örneğin 2011’de buna şahit olduk. Rekor fiyatlar gelmeye başladı ve bundan sonra büyük küçük tüm eserlerde bir fiyat artışı yaşamıştık. Bu anlamda genele bakarsak durumu olumlu görüyorum.

Dünyadaki örneklere baktığımızda da durum bu şekilde. Almanya’da satışların daraldığını ama üretimin güçlü hale geldiğini, Londra’da her geçen gün çok daha iyi projeler üretildiğini görüyoruz. Fuarların satışları çok iyi gidiyor. Art Basel, Frieze büyüyor, yeni lokasyonlar alıyorlar. Orta Doğu’da müzelerin inşaası ciddi bir piyasa yaratıyor. Hindistan ve Çin kendi sanatçılarını büyütüyor. Bugün tanımadığımız Çinli ve Hintli sanatçılar milyon dolar bantlarına geldiler örneğin. Amerika zaten çok güçlü… Dünya zaman geçtikçe zenginleşiyor ve çok daha hızlı bir para akışı söz konusu.

Son zamanlarda, balon lafını çok sık duyuyoruz…

Bu her zaman söz konusu… Sanat ekonomosi NASDAQ’tan veya İstanbul Borsa’sından çok da farklı değil. Orada nasıl şirketlerin manipülatif hareketleri oluyorsa burada da aynı şekilde. Böyle durumlar birkaç ayda gözlemlenebilen değişimler aslında. Böyle bir duruma maruz kalmamak için ya piyasayı bireysel olarak takip edebilir ya da bu konuda uzman biriyle çalışabilirsiniz.

Burada en çok genç sanatçıların dikkatli olması gerektiğini düşünüyorum çünkü bugün belli rakamlara ulaşıp satışlarının tıkandığını, kendi bindikleri dalı kestiklerini görüyorum.

img_2495-1

Son olarak bu alanda kariyer yapmak isteyen birine önerileriniz ne olur?

Öncelikle bu alanda bir eğitim almasını öneririm çünkü başka alanlardan gelmek sektörü beslese de sanata dair hiç eğitim almamışsanız bu uzun vadede sizin zayıf noktanıza dönüşebiliyor. Eğer imkanları varsa sektörde staj yapmak da bu alanı tanımak açısından önemli bir nokta.

Bunun dışında sektöre faydası dokunacak bir şeyi, sahiplenerek yapmak da çok önemli, bir blogun olması gibi mesela. Çok basit projelerle bile kendini farklılaştırabilirsin. Örnek veriyorum, sadece Instagram üzerinden bir sergi yaparsın ve bu seni farklı bir noktaya koyar. Bence bunun gibi yaratıcı fikirler genç neslin ayrışmasını sağlayacaktır.

Bunun dışında olabildiğince yabancı yayın takip etmesini öneririm. Dünyada ciddi gelişmeler oluyor ve Türkiye’de bunu takip eden çok az insan var.

Son olarak ise önerim, olabildiğince sergi gezip, eser görmesi yönünde olur. Her yurt dışına çıktığında farklı müzeleri, galerileri gezmek… Yurt dışına çıkamasan bile, bugün internetten sergilere ulaşma, hatta sanatçıların atölyelerinin içine girme şansı elde ediyorsun. Yurt dışına çıkamayan biri de sıkı bir takipçi olursa çok farklı eserleri görme ve farklı insanlara ulaşma şansına sahip olabilir. Sanatı anlamak ve tanımak için en önemli şey daha fazla görmek… Ben buna ‘göz kilometresi’ diyorum. Bu ne kadar yükselirse o kadar gözün gelişir, eseri anlayan, tanıyan biri haline gelirsin…

Özlem Ünsal’ı Instagram’da takip edebilir, kendisi hakkında daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.