Pandemi ve Moda: Salgın Hastalıkların Modaya Olan Etkisi
17. yüzyılda, filozof ve matematikçi Blaise Pascal şu sözleri söyledi: “İnsanlığın tüm sorunları, insanın bir odada sessizce oturamamasından kaynaklanmaktadır”. Mevcut durumu gözlemlersek, Pascal’ın kelimelerinin -belki onun anlatmak istediğinden uzakta- ancak çok güçlü bir şekilde 21. yüzyılda yankılandığını görürüz. Şu anda dünyanın gündemindeki koronavirüs insanların hareket/göç etmesiyle kişilere, alanlara bulaştı ve yaşam tarzımızda daha sona bile ermeden köklü değişiklere yol açtı. Yerel ve küresel ekonomide tahmin edilemeyecek boyutlara ulaşan kayıplar yarattı, pek çok sektörde de belirsizlik nedeniyle önü alınamayan sonuçlara yol açacak gibi görünüyor. Bu noktada aklımıza gelen ilk sektörlerden birinin moda olmadığının farkındayım ama tarihe baktığımızda aslında moda dediğimiz şeyin insan aktivitelerinin ve yaşanmışlıkların bir sonucu olduğunu da göz ardı etmemeliyiz.
Moda yüzyıllardır salgın hastalıklara göre yönünü buluyor. Şimdi salgın hastalıklar ve modanın ilişkisine geçmişe kısa bir yolculuk yaparak göz atalım.
Maskeleriyle dünyaca ün kazanmış, aylar öncesinden hazırlanan kostümlerinin sunduğu görsel şöleniyle milyonlarca turistin San Marco Meydanı’na akınına sebep olmuş Venedik Karnavalı’nın nasıl ortaya çıktığına dair pek çok söylenti var. Bu söylentiler arasından en popüleri 14. yüzyılda Venedik’i kırıp geçiren veba salgını. İpek yolunun merkezi olan Venedik’e zamanla Asya’dan gelen veba salgını tüccarlar aracılığıyla tüm şehire yayılmış. Öyle ki hastalık giderek ciddi boyutlara ulaşarak şehir nüfusunun yarısının ölümüne sebep olmuş. Vebadan sağ çıkabilmeyi başarabilen Venedikliler ise vücutlarındaki ve yüzlerindeki yaraları saklamak amacıyla maskelerini takıp yere kadar uzanan kıyafetler giymeye başlamış. Zaman içinde salgın sona erse de maske ritüeli bir gelenek halini alıp günümüze kadar gelmeyi başarmış.
Veba salgını, toplamda üç defa dünyayı etkisi altına aldı. Bir zamanlar dünyanın en korkulan hastalığıydı, görünüşte durdurulamaz küresel salgınlarda yüz milyonlarca insanı yok edebilirdi ve kurbanları ağrılı şişmiş lenf yumruları, kararmış cilt ve diğer korkunç semptomlara maruz bırakabiliyordu. 14. yüzyılın ardından 17. yüzyılda tekrar meydana gelen veba salgınıyla insanlar, vebanın bir kişinin vücut sıvılarındaki dengesizlikten veya zehirli hava yoluyla bulaşacağını düşünmeye başladılar.
Veba kurbanlarına bakan doktorlar, o zamandan beri kara tonlara bürünmüş bir kostüm giyiyorlardı. Kendilerini kafalarından ayaklarına kadar örtüyor ve 15 cm uzunluğunda gaga şeklinde olan ve burun deliklerinin etrafında güzel kokularla doldurulmuş iki delik bulunan Dottore Peste adında ürkünç görüntüsüyle çoğumuzun hafızasında yer etmiş kuş gagasına benzeyen maskeyi takıyorlardı.
Britanya İmparatorluğu’nun zirvesi olarak kabul edilen Victoria dönemi de salgın kaynaklı ölümlerle doluydu. Difteri, tifo, kolera salgınları ülkede çok sayıda ölüme yol açtı.
İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth 29 yaşındayken 16. yüzyılda binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olan salgın olan çiçek hastalığına yakalandı. Hastalıktan kurtuldu ancak yüzündeki yara izlerini kapatmak için yoğun beyaz ‘palyaço makyajı’ olarak nitelendiren makyajı uyguladı. Cildindeki kapanmayan yaraları kalın üstübeç pudra ile kapadı. Kraliçe I. Elizabeth’in portrelerinde hatta canlandırıldığı dönem filmlerinde yüzünün bembeyaz olmasının sebebinin de salgın hastalık olduğu yüzyıllar sonra ortaya çıktı. 16. yüzyıl Britanya’sında halk kraliçenin bu görünüşüne hayran kaldı, beyaz teni bir asalet göstergesi saydı ve hatta romantik bir görünüş olarak tanımladıkları aslında hastalığın yarattığı zayıflık, soluk ten ve renli dudak gibi özellikleri zenginliğe atfederek kendilerinde uygulamaya başladı.
1800’lere geldiğimizde sınıf, ırk ve cinsiyet ayrımı temelli, sosyal mesafeyi güçlendiren kabarık eteklerin kadın giyim modasının öncüsü olduğunu görüyoruz. Bu eteklerin gittikçe daha volümlü bir hal almasını ve çemberli eteklerin yaygınlaşmasını araştırdığımızda dönemin salgın hastalıkları kolera ve çiçek hastalığından korunmak için bireyler arası mesafeyi arttırmada önemli bir tedbir olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Sadece kadın modasında değil erkeklerde de 19. yüzyıl Avrupası’nda salgınlarla birlikte burjuva toplumu eldiven kullanmadan dışarı çıkmaz oldu.
20. yüzyıla geldiğimizde I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında görülen, savaşın kendisinden bile daha çok can alan tarihin en büyük salgınlarından kabul edilen İspanyol Gribi de modayı sosyal mesafe yönünde şekillendiren salgınlardan biriydi. Kadınlar kıyafetlerini erkeklerle aralarındaki mesafeleri korumaktan ziyade aksesuarları ön plana çıkararak şapkaları ve gözlükleri salgından korunma aracı olarak kullanmaya başladılar. Erkekler de ise bu modayı kabul ettirmek biraz zaman aldı.
Maskeyi takmayı bile pek çoğu kadın gibi giyinmek olarak yargıladığından hükümet yaptıkları ilanlarlarla vatandaşları maske takmaya teşvik etmek için uzun süre çaba gösterdi.
Modanın korona döneminin başından itibaren maskelerle, eldivenlerle hayatımızın önemli bir yerinde olduğu kesin. Bundan sonra hayatlarımızdan uzun bir süre kolay kolay çıkmayacak gibi duruyor. Bu konuda teknolojiyle modayı birleştirmeye çalışan pek çok araştırmacıdan biri olan Çinli mimar Sun Dayong, kendini sterilize etmek için UV ışığı kullanan ve bir salgın sırasında kullanıcıyı koruyacak bir kalkan için ”Be a Bat Man” adında kavramsal bir tasarım yarattı. Tasarımcı üretime geçmek için mühendis ekibiyle çok çalışmaları gerektiğini söylüyor.
Öte yandan Kolorado Eyalet Üniversitesi’nden Yan Vivian Li ve Tony Vindell bakteriyle temasında renk değiştiren kumaş üretip giysileri görünüşten öte bir korunma kalkanı haline getirmek üzerine çalışıyorlar.
Tarih boyu hem salgından korunmak hem de salgının bıraktığı yaraları gizlemek için insanların hayatında kendine bir yer edinen modanın ürkütücü maskelerinin bile karnaval şıklığı haline geldiğini, Elizbeth’in ölümcül görünümünün dönemin güzellik algısını oluşturduğunu düşünürsek; belki de şu an zorunlu olarak taktığımız beyaz maskelerimiz binbir çeşide bürünecek ve biz de sokaklarda bile isteye öyle dolanacağız. Belki de yüzyıllar sonra başka karnavallarda da bugünün hikayesi gözler önüne serilecek, her şey o salgınla başladı diye.
Kim bilir?
İlginizi çekebilir: Ece Yılmaz’dan Orwell Koleksiyonu
Çok ilgi çekici ve çok güzel bir yazı ba yıl dım, elinize sağlık