Yine ‘cool’ olmak için yazdığımı bütünüyle silmekle dürüst olmak arasında gidip geldiğim bir yazı hazırladım. Sonuç olarak hiçbir zaman çok ‘cool’ bir insan olamayacağımı bildiğim için yayınlamaya karar verdim. Özetle bugün biraz pandemi ve yalnızlık (buraya alternatif bir kelime bulamadım daha çok ‘single’ sözcüğünü kastediyorum) konusundan söz etmek istiyorum.

Pandemi ve Yalnızlık | Fotoğraf: Unsplash/@neal_johnson

Pandemi ve Yalnızlık: Dünya Ne Düşünüyor?

Öncelikle yazıyı yazmadan önce biraz araştırma yapmak istedim ve BBC News’da Bella DePaulo isimli bir yazarın yazısına denk geldim. Bella yazıda ‘single at heart‘ (yazıda anlatılan tanımıyla sanırım kendi isteğiyle yalnız ve/veya yalnız olmaktan keyif alan) diye çevirebiliriz) insanların pandemide yalnız ve evde olmaktan hiç de rahatsız olmadıklarından ve bu durumun onları beslediğinden söz ediyor. Yazının içerisinde bir de ‘single at heart’ mısınız diye bir test vardı. Testi çözüp bir yanıt alamadım ama yanıtlara kısaca göz gezdirince ‘single at heart’ çıkacağım kesinlikle anlaşılıyor. Yazıda yazarın söz ettiği yalnız olmaktan keyif almakla ilgili pek çok şeye de katıldım.

Pandemi ve Yalnızlık
Pandemi ve Yalnızlık | Fotoğraf: Unsplash/@zoltantasi

Ardından pandemide yalnız olup bu durumdan son derece rahatsız olanlarla ilgili bazı yazılar okudum. Twitter’da oldukça popüler olan ve az önce bahsettiğim yazıda da bahsedilen bir ‘thread‘ vardı. Basitçe bu süreçte yeni insanlarla tanışmanın imkansızlıklarından söz edip benim gibi hisseden varsa katılsın şeklinde bitiyordu. the New York Times’da bir yazı durumu hem fiziksel hem duygusal olarak ele alarak dokunmanın bir ihtiyaç olduğundan ve bunun eksikliğinde anksiyete ve depresyon gibi sorunların tetiklenebileceğinden söz ediyor, farklı insanların deneyimlerine yer veriyordu. Pschology Today’de Alexandra H. Solomon’ın yazısı tüm zorluklara özet bir biçimde bir arada yer veriyor ve ufak çözüm önerileri sunuyordu.

Açıkçası okuduklarım beni hem rahatlattı hem de rahatlatmadı. Çünkü ben hem çok rahat edenlere hem de çok panik olanlara katılıyorum. Nasıl derseniz şöyle theMagger’a yazdığım ilk yazılardan biri Bağlanma Biçimleri ile ilgiliydi. Özetle ben bu skalada kaygılı kaçıngan sınıfına giriyorum. Bu tanımların detayları için o yazıya dönebilirsiniz ama özetle güvenli bir bağlanma biçimi göstermiyorum. Bu da aslında beni şu noktaya getiriyor. Normalde de benim için bir ilişkiyi inşa etmek ya da yürütmek zorken pandemi bunu benim için imkansız hale getiriyor. Ek olarak aslında yalnız olmaktan mutlu olduğum halde eskisi kadar insanla ve dış ortamla bağlantımın olmaması bende “bunu sağlayabilecek bir ilişki yaratmalıyım” hissi uyandırıyor.

Küresel Kriz Sırasında ‘Dating’

Online ‘Dating’ | Fotoğraf: Unsplash/@priscilladupreez

Normalde de ‘dating’ benim için hiç cazip bir şey değil. Ben son derece realistik olmayan bir biçimde evde elma yiyip kitap okurken doğru bir kişi gelip beni bulsun, çok mutlu olayım ama çok da rahatsız etmesin o da bir kitap alsın ve koltukta kitap okumaya devam edelim istiyorum. Şaka bir yana zaten bundan keyif almayan biri olarak pandemi sırasında aslında çok da severek hatırladığım tek bir ‘date’e çıktım. Bu tamamen denk geldiği için oldu ve karşıdaki insan şu an o gün uçağını kaçırdığı için tanıştığımız bir Avrupa ülkesinde. Sonuç olarak yukarıda bahsettiğim ‘thread’deki gibi denedim ve olmadı gibi uzun uzun anlatabileceğim kişisel deneyimlerim yok ama çevremde gördüğüm çok fazla şey var.

Pandemi sırasında beş yıllık ilişkisini bitiren, iki yıllık ilişkisini bitiren arkadaşlarım var. İlişkisi bittikten sonra yazı bolca ‘dating’ ile değerlendirip yeni bir ilişki inşa eden arkadaşım var. Online ‘dating’ deneyen ve herhangi bir tanesi benim başıma gelse aplikasyonu silmeyi geçtim telefonun kendisini mikrodalga fırında bir buçuk dakika çevirdikten sonra meydana gelen patlamaya aldırmayıp canım çok sıkkın çekilin yatacağım diye odama gidip iki gün yataktan çıkamayacağım deneyimler yaşayan arkadaşım da var. Hevesle başladığı bir ilişkide ‘ghosting’ (bütünüyle görmezden gelme) mağduru olan arkadaşım da var. Onların bütün bu deneyimleriyse bende tek bir duyguyu uyandırıyor: stres.

“Normal” Zamanlarda “Normal” İlişkiler

youtube play youtube play

Daniel Sloss’un Netflix’teki showlarını izlediğimde bu kısa videoda açıkladığı ‘yap-boz teorisi’ bende inanılmaz bir “evet %100 bu, yıllardır anlatmaya çalışıyorum bunu insanlara” etkisi yaratmıştı. Çok kısaca özetlersek teori ilişkisi olan insanların %90’ının (bence de fazla iddialı %60’ı filan demeliydi) yalnızca yalnız kalmamak ve toplum tarafından sürekli dayatılan “ilişki içinde ve mutlu” konseptine uymak için kendilerine ve partnerlerine yalan söylediğini öne sürüyor.

Beni bu teorinin doğruluğuna ikna eden bir diğer şey de hem Daniel Sloss’un ebeveynleri hem de benim ebeveynlerimin birbirlerine gıcık derecede aşık, mutlu evlilikleri olan insanlar olması. Yani ortada dışarıdan dinleyen birinin “çocukluk travmalarınız var sallıyorsunuz böyle” diyebileceği bir durum yok. Teoriye katılmamın bir diğer sebebi de ilişkinin içindeyken partnerlerinden sürekli iyi bahseden, yaptıkları şeyleri anlatan, sosyal medyada bolca mutluluk portresi çizen tanıdıklarımın büyük çoğunluğunun ilişkinin ardından tabii bilmiyorsunuz şöyle kötüydü, şu olmuştu, bu olmuştu gibi beni her seferinde şaşırtan açıklamalarda bulunmaları.

Sağlıklı İlişkiler | Fotoğraf: Unsplash/@veverkolog

Sonuç olarak sağlıklı ilişkiler olduğundan haberdarım ve bunun olduğunu bilmek, bunu deneyimleyen insanların mutluluğuna tanık olmak beni çok mutlu ediyor. Bununla birlikte bu bağlılığı yakalamanın herkes tarafından iddia edildiği ve gösterilmeye çalıştığı kadar sık karşılaşılan ve kolay bir durum olduğuna ise kesinlikle inanmıyorum. Bu sırada insanların büyük çoğunluğu bu biçimde sağlıklı bir romantik ilişkiyi yalnızca kendileri için değil sevdikleri için de hayal ediyorlar. Peki, bu isteği ifade ederken hem bireysel hem de toplumsal olarak neden agresifiz?

Benim artık “single-shaming” olarak adlandırmaya başladığım ve pek çok insanın deneyimlediği bir realite var. Yalnız olana acınması ya da nezaketsiz davranılması (ki acımak da nezaketsiz davranmaya giriyor aslında) Özellikle X ve ‘boomer’ kuşağında sıkça gördüğümüz bu yaklaşım gerçekten rahatsız edici. Neyi kastettiğimin anlaşılması adına bir örnek: ben yasaklar sırasında evde ne kadar sıkılıyorum kim bilir yaşlı bir kadın olarak o ne kadar sıkılıyordur gibi özünde iyi bir düşünceyle telefonda konuştuğum babaannem; neden kendime gezip tozacak birini bulmadığımı (küresel pandemi sırasında?), gerçi zaten bunu üniversite yapmış olmam gerektiğini ve zamanını kaçırdığımı (papaya haber verin 27 yaşına girmek üzere ‘single’ bir kadınla karşı karşıyayız), bunun zor bir şey olmadığını ve diğer insanların kolayca bulabildiğini söyleyerek konuşmasını evet sende bir sorun var herhalde bak depresyona da giriyorsun diye taçlandırdı.

Babaannemin bu kaygıları ‘boomer’ kuşağı adına son derece normal. İlginç olan kendisi 70’li yıllarda sonlandırdığı ve mutsuzluğundan sıkça bahsettiği bir evlilik yapmış olan, ardından da çeşitli nedenlerle bir ilişkisi olsun istemediğini söyleyerek yaşamına yalnız devam etmiş olan bir kişi neden karşısındakini sorgulamayı tercih eder?

Pandemi Olmasaydı? Ya da Hep Olsaydı?

Pandemi ve Yalnızlık
Pandemi ve Yalnızlık | Fotoğraf: Unsplash/@visuals

Yukarıda bahsettiklerime yer vermemin nedeni toplum baskısının pandemi sırasında bozulan psikolojilerimiz ve sevdiklerimizle görüşememekle birlikte zaten artmış olan yalnızlık kaygısını tetiklediğini anlatmak. Yani bahsettiğim tüm bu makalelere konu olan “pandemi sırasında yalnız olma hissi”ni normal zamandan daha rahatsız edici kılan şey kendi sosyal yaşamımızın dinamiklerinin bozulduğu bir dönemde sakin düşünme yetimizi kaybetmemiz.

Yalnız olmak ya da bir ilişki içinde olmak ikilisi arasında seçim yapmak esasen pandemiden, dış koşullardan, toplumsal baskılardan bağımsız ve içsel bir süreç. Özellikle benimki gibi güvenli olarak tanımlanmayan bağlanma stillerine sahip insanlar için bir ilişkiyi inşa etmek normal koşullarda da zorken sosyal izolasyon ile birlikte son derece moral kırıcı. Çünkü yeni deneyimler elde etmek, geçmiş deneyimlerden öğrenilenlerin işe yarayıp yaramadığını keşfetmek ve bazı döngüleri kırmak konusunda başarılı olup olamayacağımızı görebilmek gibi bütün isteklerimiz karşılıksız kalıyor. Eğer bir de bunlara ek olarak laf olsun diye ya da insanların eleştirilerini susturmak pahasına kendinizi anlamlı bulmadığınız bir ilişki içine sokmayanlardansanız işiniz daha da zor.

https://www.youtube.com/watch?v=9cB2M_h71fM

Sonuç olarak Pschology Today’de Alexandra H. Solomon’ın yazısına atıfla bu sürece yalnız devam edenler olarak yapabileceklerimiz arasında en önemlisi kendimize yatırım yapmayı sürdürmek. Özellikle de benim gibi hem romantik olup hem de insanlar ilişkilerinden söz ettiğinde “iyi ki o ben değilim, dinlerken kişisel alanım kısıtlandı” diye düşünen biriyseniz gerçekte ne istediğimizi hatırlamak bazen güç de olsa son derece önemli. Kişisel keşiflere ilham olması adına bir de video bırakıyorum.

Hayali en yakın arkadaşlarımdan (tanışsa o da beni çok sever eminim) Emma Watson’ın ‘self-partnered’ (kendinin partneri olmak) terimini açıklamaya çalışırken röportajı yapan ve haberi sunanlar tarafından gördüğü muameleyi izleyebilirsiniz. Hem insanların nezaketsizliğini hem de yalnız olmanın “yalnız” olmak anlamına gelmediğini hatırlatmak adına iyi bir örnek olduğunu düşünüyorum. Ayrıca her zaman söylediğim gibi daha kötüsü de olabilirdi; Brown Üniversitesi mezunu, başarılı bir oyuncuyu eleştiren bir sabah programı sunucusu da olabilirdiniz, allah korusun dünyanın bin bir türlü hali var.

Kapak Fotoğrafı: ritvetbd.com

İlginizi çekebilir: Cansu Başak Ayçiçeği’nden Azizler: Yalnızlıklar İçinde Bir Arayış Filmi