Past Lives: Yaşanmamışlıklara Rasyonel Bir Bakış
Güney Kore & Kanada’lı bir yönetmen Celine Song. Uzak kültürlerin harmanını barındırdığı zihninde sinemaya dair kıvılcımlar uçuşuyor olacak ki, henüz daha ilk filmiyle büyük ses getirmeyi başardı. Past Lives, Nora ve Hae Sung’un hikayesini anlatıyor. İkisi de küçük yaşta Seul’deki okullarında beraber vakit geçirmekten büyük keyif alıyor, velileri aracılığıyla okul dışında da sosyalleşme şansı bulan bu iki iyi arkadaşın yolları çok ani sayılabilecek bir şekilde ayrılıyor. Nora’nın annesi ve babası Kanada’ya taşınıp başka bir hayatın peşinden koşmaya başlıyorlar. Nora Seul’daki hayatından çok daha başka şekilde, bir Kanadalı gibi yetişiyor. Hae Sung ise memleketini terk etmiyor. Fakat tabii ki yolları bir şekilde kesişiyor… Film geçtiğimiz günlerde vizyona girdi, bu senenin en iyi işlerinden biri olduğunu düşünüyorum.
Nora’nın hayatı çok başarılı bir yazar olmak üzerine şekilleniyor, ödüller hedefliyor, heyecanı yüksek, sevdiği işi yapmanın verdiği keyifle yüzü hep gülüyor. Geçmişe de pek takılı kalan biri değilmiş görünüyor. Fakat Hae Sung Seul’de ailesiyle daha rutin bir hayat yaşıyor, o biraz daha geçmişle beraber yaşamayı tercih eden cinsten bir tip. Nora ne kadar girişken ve atak hareketleriyle dikkat çekse de, Hae Sung içine kapanık bir izlenim veriyor. Nora bir gün annesiyle görüntülü görüşürken, bu çocukluk arkadaşı Hae Sung’un ismini hatırlamaya çalışıyor, sonrasında bulup Facebook’ta aratıyor. Bir de ne görsün… Meğer Hae Sung da onu arıyormuş, fakat Kore’de yaşadığı dönemdeki ismi farklı olan Nora’yı bulamıyor. Nora bunu fark ediyor ve yaşanmamışlıkların üzerine melankolik bir akış başlıyor.
Editör Notu: Yazının devamı spoiler içermektedir.
Nora’nın uzaktan görüntülü görüşerek kurduğu yeni ilişki, ikiliyi birbirine sıkıca bağlayan, ikinci baharının çok uzun yıllar sonra yaşandığı bir ilişki. Fakat yine ani bir şekilde, Hae Sung’a çocukluk travmasını tekrar yaşatırcasına, “Görüşmesek daha iyi” moduna geçiyor. Kısmen empati yapılabilir ama bir o kadar da yaralayıcı şekilde yaşanıyor bu. Hemen akabinde müstakbel eşiyle olan ilişkisi hızla ilerliyor ve Hae Sung bir kez daha geçmişin tozlu sayfalarına gömülüyor. Bu süreçte daha çok Nora’ya odaklanıyoruz, Hae Sung’un karakter gelişimine daha farklı şekilde tanık oluyoruz. Film bizi çok bekletmeden hikayeyi biraz daha ileri sarıyor. Nora’nın evliliğinin nasıl olgunlaştığını, Hae Sung’un Seul’daki yalnızlığının üzerine nasıl koyamadığını görüyoruz. İçimizi cız ettiren anların hiçbiri duygu sömürüsü ile soslanmıyor, tamamen doğal yollardan bir anlatı kuruluyor.
Hae Sung’un ABD’ye sırf Nora için gelişi, anıların ortaya saçıldığı nostaljik anlar, gerçeklikten kopmadan iki farklı olgunlaşma hikayesinin birbirine fermuar gibi geçmesi… Nakış gibi işlenmiş film bu anlardan finale kadar. İçinde bulunduğu duygu durumdan çok iyi bir hikaye çıkabileceğini düşünen kocasına karşı son derece dürüst ama kafasındaki karışıklık yer yer zihnini ele geçiriyor. Hae Sung’un ikinci buluşmalarında bunun son görüşmeleri olduğunu bildiği için vitesi artırıp Korece konuşup kocasını fütursuzca denklemin dışına ittiği anlar, sınırlı bir vakitleri olduğunun bilincinde bünyeye yüklenen o cesaret. Söze dökülmeyen ama bakışların, hareketlerin çok fazla şey ifade ettiği noktalar. Gerçekçi bir “mutsuz son” için her şey uygundu ve yönetmen tuzağa düşmeden harika bir final yaptı. Kimseye mutluluk borcu olmayan filmin finali de tonuna yakışır cinsten. Kapıda vedalaştıkları anlarda biraz dağılmış olabiliriz ama o kadarı da olsun…
Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.
Kapak Fotoğrafı: Lions Roar
İlginizi çekebilir: Eralp Alper’den May December
İlk yorumu siz yazın!