Patagonya: Dünyanın Sonuna Yolculuk
Ray Bradbury’nin meşhur distopik romanı Fahreneit 451’de ana karakter Montag, dünyayı keşfetmenin keyfine vardığında “Dünyayı dolaşın, görebileceğiniz bütün rüyaların en muhteşemi” der. Güney Amerika’nın Antartika’dan önceki son durağı, Arjantin ve Şili sınırdaşlığındaki Patagonya’ya yaptığımız seyahat, bu cümlenin gerçek karşılığı gibiydi.
Dağlardan dökülen buzullar, ansızın kendini gösteren sürprizli gökkuşakları, nefes kesen gündoğumu ve günbatımları, bulutların sizi gerçeklikten koparan renk oyunları, göllere akan şelalelerle Patagonya’ya çarpılmamak imkansız. Guanacaların, tavşanların, deve kuşlarının yollara koştuğu, ormanlarında her an bir puma ile karşılaşma ihtimalinin heyecanıyla yürüdüğünüz, muhteşem trekking rotalarına ev sahipliği yapan, 2 kilometrekareye 1 insanın düştüğü, yer yer 120km’ye varan hızıyla rüzgarın ayaklarınızı yerden kestiği bu ıssız ve uçsuz bucaksız topraklarda gerçeklik algınız da parçalanıyor. Patagonya tıpkı bir düş diyarı gibi, eşsiz bir coğrafya!
Patagonya’yı, hakkını vererek aylarca gezmek mümkün; biz, sınırlı zamanımızda, ana noktaları deneyimleyebileceğimiz şekilde, toplamda 4 günlük bir seyahat planladık. Seyahatimize Buenos Aires üzerinden, El Calafate’ye uçarak başladık ve 4 gün boyunca burayı seyahatimizin konaklama merkezi yaptık. Rotamızı kendi hızımıza ve havanın durumuna göre esnek şekilde planlamak istediğimiz için de araç kiraladık.
Dünyada Değilmiş Gibi: Buzulların Üzerinde
İlk gün uçaktan iner inmez Los Glacieres Milli Parkı içindeki Perito Moreno buzuluna doğru yola çıktık. Perito Moreno, dünyanın en ünlü ve en erişilebilir buzullarından biri; 60 metreye varan yükseklikteki buzul duvarları, sürekli hareket eden ve kırılan buz kütleleri ile duyusal bir şölen sunuyor.
Milli parkın içindeki platformdan, Patagonya’nın meşhur biralarını yudumlarken buzul manzarasını izlemek de mümkün; ancak biz bunu son günümüze bıraktık ve buzul üstünde trekking turuna gittik. Hielo y Aventura, bölgede buzul trekking turları için doğru adreslerden biri; 3-4 saatlik mini-trekking turunda sizi teknelerle buzulun üstüne götürüyorlar, ayağınızda kramponlarla buzulun üzerinde yürümeye başlıyorsunuz. Tek kelimeyle olağanüstü! Kocaman buz tabakasının altındaki ışıklar, yarıklardan yansıyan mavinin çeşitli tonları arasında büyülenerek, sanki bu dünyada değilmişim hissiyle yürüdüm. Yürüyüşün sonunda, buzuldan kırılan buzlarla viski içme deneyimi de hayli keyifliydi.
İlk akşam, yemek için “mağara turu” (Natio Experience) organize ettik. Bu tur kapsamında sizi 4×4 araçlarla alıp, El Calafate’de mağaraların bulunduğu arkeolojik bölgeye götürüyorlar. Burada, binlerce yıl öncesine ait Tehuelche kültürünün izlerini taşıyan kaya resimlerini görüyorsunuz. Kısa bir tarih & arkeoloji turunun ardından, yine bölgedeki mağaralardan birinin içinde kurulmuş sofrada, yıldızların altında nefis bir akşam yemeği yedik.
Heybetiyle Hipnotize Eden Fitz Roy!
İkinci gün El Calafate’den El Chaltén’e meşhur Ruta 40 üzerinden ve Fitz Roy dağının büyüleyen manzarası eşliğinde geçtik. Otobanda ilerlerken, etrafınızda size eşlik eden ıssız ve sonsuza uzanan doğa ruhunuzu dinlendiriyor.
El Chaltén, Fitz Roy Dağı ve çevresindeki trekking rotaları ile ünlü ve trekkingciler için enfes bir vaha. Biz tek günümüz için kısa bir yürüyüş rotası seçtik ve Laguna Capri’ye yürüdük. Bu rota hem günübirlikçiler için erişimi ve ulaşımı kolay hem de muhteşem orman, dağ ve vadi manzaralarıyla büyüleyici. Her adımda Fitz Roy’un heybetli zirvesi size eşlik ederken yürüyüşün sonunda vardığınız Laguna Capri’nin sakin ve berrak suyunda Fitz Roy’un yansımasını izlemek de nefis! Dönüş yolunda, buzul suyundan yapılma ev yapımı bira içmek için kasabadaki La Zorra Taproom’a uğrayabilirsiniz. Biraların çok lezzetli olduğundan bahsetmeme gerek yok sanırım.
Sınırın Diğer Tarafı: Torres del Paine
Üçüncü gün, Şili Patagonyasına geçmek üzere erkenden yola çıktık. Şili gümrük kapısından geçer geçmez Torres del Paine milli parkıyla Patagonya bu kez farklı bir ülke sınırlarından ama yine harika manzaralarla karşıladı bizi.
Torres del Paine, UNESCO tarafından 1978 yılında koruma altına alınarak biyosfer sahası ilan edilmiş, muhteşem doğasıyla, dünyanın en büyüleyici parklarından biri. Şiddetli rüzgarlara karşı yürürken her köşe başında, rüzgarların şekillendirdiği, bambaşka bir doğa harikasıyla karşılaşıyorsunuz. Ağaçların formları, dramatik dağ oluşumları ve dalgalanan otlar size film setindeymişsiniz hissi veriyor.
Yolunuza aniden çıkan guanacalar, Güney Amerika’ya özgü deve kuşu, tilki ve tavşanlar, şelaleler ve günbatımının büyüleyici renklerine milli parka da adını vermiş olan ve granit katmanlarıyla sıradışı bir görsel oluşturan Paine Kuleleri’nin ikonik manzarası eşlik etti.
Milli park çok büyük ve ekosistem içinde görülmeye değer sayısız durak var. Hakkını verebilmek için burada da hayli zaman geçirmek gerek; ama yolunuz düşerse, Salto Grande’yi kesinlikle atlamamanızı öneririm. Bu muhteşem şelaleye yaptığımız kısa yürüyüş ve şelalenin sunduğu görsel şölen unutulmazdı.
Son günü, Perito Moreno’yu bir de platform üzerinden izlemek için değerlendirdik. Platformdan bakıldığında, ışık oyunlarıyla beyaz ve mavinin farklı tonlarına bürünen devasa buz kütlelerinin dansını izliyorsunuz. Buzulun yüzeyindeki çatlaklar ve yarıklarsa hem manzarayı hem de deneyiminizi daha dramatik hale getiriyor. Şanslıysanız, buzulun ön cephesinden büyük buz parçalarının kopup güçlü bir gürültüyle suya düşmesini, buzullara ve dağlara yansıyan gökkuşaklarını görme ihtimaliniz de var.
Dönüş için havaalanına gitmeden önce de 4 gün boyunca konaklama merkezimiz olarak kullandığımız El Calafate kasabasında kısa bir tur attık. Kasaba, adını Calafate bitkisinden alıyor. Halk arasında “Calafate yiyen bir gün mutlaka Patagonya’ya geri döner” şeklinde bir inanış var. Biz de mevsim itibariyle bitkisinden bulamasak da ‘calafate’ bitkisinden yapılmış dondurma, kek ne varsa yedik ki bu olağanüstü coğrafyayla yolumuz bir kez daha kesişsin.
Birkaç kısa not:
- Patagonya seyahati için en ideal zamanlar, bölgenin yaz aylarına tekabül eden Aralık-Şubat arası. Biz sonbahara tekabül eden Nisan ayında oradaydık ve şanslı bir havaya denk geldik. Planınızı yaparken mutlaka hava koşullarına paralel ilerlemeye özen gösterin. Patagonya’nın en uç noktasındaki Ushuia’yı ziyaret edip penguenleri de görmek isterseniz Aralık-Şubat arasını hedeflemenizi tavsiye ederim.
- Buzul suyuyla yapılmış lokal biraların yanında, bölgenin ödüllü cini Bosque’yi ve Malbec şaraplarını tatmadan ve La Tablita restoranda güzel bir yemek yemeden dönmeyin.
- Tur yerine araç kiralayarak bireysel bir gezi planlarsanız aracı kiralarken bize söyledikleri 2 önemli bilgiyi not etmenizi öneririm:
- “Şoför kadar co-pilotun da çok dikkatli olması gerek zira yola sürekli guanaca sürüleri, tilkiler, tavşanlar atlıyor”. Bunu ilk duyduğumuzda bir nebze abartılı gelmişti; ancak yola çıktığınızda, yazıda da belirttiğim gibi, insan eli değmemiş topraklarda kendinizi NatGeo sahnesi içindeymiş gibi hissettiğiniz anlar oluyor.
- “Arjantin ve Şili toprakları arasında uzanan Patagonya’nın Şili tarafına (Torres del Paine) geçerken girişte ve çıkışta belgelerinizi mühürletmeyi atlamayın yoksa iki ülke arasında kalırsınız”. Bu da zaten bize malumun ilanı gibi gelmişti ama gümrük kapılarını gösterir net işaretler yok ve bariyer de açık olursa fark etmeden geçip arafta kalabilirsiniz.
- Fitz Roy Dağı’na adını veren Kaptan Robert FitzRoy, denizcilik & bilim dünyası için önemli bir isim. Onun liderliğindeki keşif seferleri, Güney Amerika’nın coğrafi ve bilimsel haritasını şekillendirmiş. HMS Beagle gemisiyle 1831-1836 yılları arasındaki Patagonya seyahatinde Charles Darwin de gemideymiş ve kaynaklara göre Darwin’in Patagonya seyahati, onun evrim teorisinin temel taşlarını oluşturmuş. Özellikle buradaki gözlemleri ve keşifleri, türlerin değişimi ve doğal seçilim konusundaki fikirlerinin şekillenmesine ve “Türlerin Kökeni” adlı eserinin yazılmasına büyük katkı sağlamış. Rivayete göre, hayli muhafazakar bir isim olan Kaptan FitzRoy daha sonra Darwin’i bu yolculuğa dahil ettiğine hayli pişman olmuş.
Kapak Fotoğrafı: Zeynep Durukan
İlginizi çekebilir: İlayda Çelebi’den Rovaniemi
İlk yorumu siz yazın!