Pınar Garibağaoğlu ile: Sanatı ve Üretim Pratikleri Üzerine
Kariyerine kurumsal hayatta devam ederken 2017 yılında resim yapmaya başlayan Pınar Garibağaoğlu, renkleri hayal gücünü özgürleştiren, duygularını ifade ettiği bir bir araç olarak nitelendiriyor. Yağlı boya, epoksi, porselen, kumaş, kırılmış ayna ve çok sayıda farklı malzemeyi spiritüel dünyasını aktarmak için bir araya getiren Pınar Garibağaoğlu ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Hazırsanız başlayalım.
Bize kendinizden ve hikayenizden bahsedebilir misiniz? İçinizdeki sanatçıyı ne zaman ve nasıl keşfettiniz?
1983 yılında Adana’da doğdum, lisans eğitimimi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde tamamladıktan sonra yüksek lisansımı İnsan Kaynakları Yönetimi üzerine yaptım. Aslında hep Moda Tasarımı ya da Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okumak istemiştim ancak dayatılan kalıp meslekler dolayısıyla beni yansıtmayan bir bölümü okudum. Her şeye rağmen İstanbul’da moda sektöründe çalışmaya başladım. Yani anlayacağınız renkler ve dokular her zaman hayatımda oldu. Uzun yıllar kurumsal firmalarda severek çalışıyorken bir yandan da resimle ilgilenmeye başladım. Renkleri, dokuları ve çeşitli materyalleri farklı biçimlerde kullanarak kendimi tuval üzerinde ifade ediyor olmak beni çok heyecanlandırmıştı. Yurt dışına taşınmak üzereyken Ankara’ya yerleşme kararım ve pandemi süreci ile birlikte iyice üretmeye yöneldim. Özellikle sosyal medyadan ve çevremden gelen talepler doğrultusunda resim yapmaya başladım. 5 yıldır bana sınırsız kapılar açan hayal dünyam ve spiritüel yanımın birleşmiş hali olarak gördüğüm çalışmalarıma Ankara’daki atölyemde devam ediyorum.
Kurumsal hayatı bırakıp tamamen sanata odaklanma noktasında sizi en çok motive eden şey ne oldu?
Hislerimi yansıttığım çalışmalarımın farklı kişiler tarafından da ilgi görmesi beni çok motive etti. Bu motivasyonla birlikte kurumsal hayatı bırakıp, yolumu ve yolculuğumu tamamen bu alanda sürdürmeye karar verdim.
Mandarin Oriental Bosphorus’da gerçekleşen “Lighworkers” serginize nasıl hazırlandınız? Eserler nasıl bir kurguda bir araya geldi?
“Lightworkers” serisi önceleri balerin figürüyle başladı, sonrasında ise dünyamızda yaşanan, katlanamadığım acılara karşı bir dua niyetine dönüştü. İstedim ki “Lightworkers”lar gittikleri her evde kişilerin içindeki ışığı, hayallerini ve mucizeleri hatırlatsın. Kadın cinayetlerine, hayvan eziyetlerine, yaşam hakkına saygısızlığa, alınmayan önlemlere karşı iyilik titreşimi yaysın. Kurduğum masalsı dünyamdaki umuda, bana ulaşan kişilerin de ihtiyacı olduğunu gördüm ve kızlarımı yani ışık elçilerimi seri haline getirerek çoğaltmaya karar verdim. Bunun için de bana, çalışmalarıma ve izleyicilerime en uygun yer olduğunu düşündüğüm Mandarin Oriental Bosphorus’ta geçtiğimiz ay kişisel sergimi gerçekleştirdim.
“Lightworkers” adlı serinizin mucizeleri ve hayalleri hatırlatmak icin tasarlandığını ifade ediyorsunuz, izleyicilerinizden bu anlamda nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?
İzleyicilerden; “Evimizin enerjisi değişti, evimiz aydınlandı” gibi geri bildirimler alıyorum. Hatta bir izleyicime yatak odası için bir sipariş çalışmıştım ve bir süre sonra çok daha huzurlu uyduğunu ve iyi hissettiren rüyalar gördüğünü iletmişti. Rus matematik profesörü Grigori Grabovoi’nin uzun yıllar sayıların frekansları üzerinde çalışarak geliştirdiği sistemin eğitimini almıştım ve sonrasında “7-7-7” mucize frekans sayısını çalışmalarımda kullanmaya başladım. Kişilerin hem beğenerek hem de evlerine iyi geleceğine inanarak bu resimleri almalarının pozitif geri bildirimlerde büyük etkisi olduğunu düşünüyorum.
İçe dönme yolculuğunuz çalışmalarınızın başlıca konusunu oluşturuyor. Nelerden besleniyor, okuyor ve izliyorsunuz?
Çoğunlukla insanı ve duyguları anlamaya yönelik spiritüel içerikli ve psikoloji alanındaki kitaplar beni en çok besleyen kaynaklar. Tanrılar Okulu, Levh-i Mahfuz, Dört Anlaşma gibi kitaplar atölyemde, evimde hep yakınımda bulunur. Çalışmalarımın günlük hayatta kabul edemediğim; hayvanlara acı çektirilmesi, çocukların eğitim haklarının ellerinden alınması, bir ağaca ya da bir kadına zarar verilmesi gibi olaylara karşı bir dua gibi olduğunu söyleyebilirim.
Eserlerinizden elde ettiğiniz gelirle kız çocuklarının eğitimlerine ve sokak hayvanlarına yardım ediyorsunuz, bize bugüne dek gerçekleştirdiğiniz projelerden bahsedebilir misiniz?
Kendimi bildim bileli ihtiyaç sahibi canlılar için destek vermeye çalıştım. Küçük yaşta harçlığımı biriktirip kimsesiz çocuklar yurduna koli koli gofret taşımaktan tutun da kadın cezaevinde doğmuş çocuklara hediye toplamaya, Mardin’de köy köy gezerek çocuklara kışlık giysi götürmeye kadar kurumsal ve bireysel pek çok projede yer aldım. Biri barınaktan olmak üzere sahiplendiğim 3 köpek çocuğum var, onlara sahip çıkmanın yanı sıra geçtiğimiz yıl Çevre ve Sokak Hayvanları Derneği yararına açık arttırma ile sosyal medyadan çalışmalarımı satarak pek çok hayata dokunduk. Tek bir yere bağlı olmamakla birlikte inandığım dernek ve ihtiyaç sahibi kişilere kazandığım gelirimden katkı sağlamaya özen gösteriyorum. Çocuklar ya da sokak hayvanları… Kime elimi uzatabilirsem, destek olabilirsem olmaya çalışıyorum. “Lightworkers” serisinden gerçekleştireceğim her gelir için ise Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı’na katkı sağlayacağım.
Ekim ayında Paris’te gerçekleşecek sanat fuarına katılıyorsunuz, hem bu fuardan hem de gelecek projelerinizden bahseder misiniz?
Ekim ayında gerçekleşecek Carousel De Louvre Contemporary Art Fair’den davetiye geldiğinde çok heyecanlandım. “Lightworkers”larımı Londra’dan sonra Paris’te de görünür kılacağım için çok mutluyum. Şimdilik proje noktasında olmasa da farklı ülkelerde çalışmalarımı sergileme hayalim olduğunu da söyleyebilirim. Türkiye’de ise İstanbul’dan sonra sırada Bodrum ve Çeşme için görüşmeler gerçekleştirdik, netleştiğinde sosyal medya hesabımdan paylaşacağım.
Kapak Fotoğrafı: Pınar Garibağaoğlu
İlginizi çekebilir: Artsy Magger’dan İstanbul Sergi Takvimi
İlk yorumu siz yazın!