The Lady in the Van: Pis Bir Karavandan Çok Daha Ötesi
Ödül dönemi öncesi hakkında çokça övgü okuduğum “The Lady in the Van” filmini çok büyük bir merakla izledim lakin İngiliz yazar Alan Bennett’ın başına gerçekten de alışılmışın dışında bir olay gelmişti ve bu olay önce kitap, sonra tiyatro derken sinema dünyasına kadar uzanmıştı.
Yönetmenliğini Nicholas Hytner’ın yaptığı filmin konusu kısaca söyle; Londra’nın Camden kasabasında son derece sıradan bir caddede, kendi enteresan dünyalarında yaşayan bir avuç insanın hayatına Miss Shepherd adında bir kadın dahil oluyor. Miss Shepherd, rastgele ya da önsezilerinin izini sürerek seçtiği bir evin önüne, eski mi eski, kirli mi kirli ve de kokusu pek kötü karavanını park ediyor ve yaşamına orada devam ediyor. Miss Shepherd karavanı kadar pis görünse de, insanlar onunla diyalog kurduklarında zekası, konuşma şekli ve hazırcevaplığı ile bir evsiz için fazlaca eğitimli olduğunu anlıyorlar. Tabii bu noktada da başlıyor Miss Shepherd’ın geçmişine dair bir merak.
Yazar Alan Bennett ise yine bu caddenin sakinlerinden biri. Evine yeni taşındığı ve bir şekilde acil durumlarda tuvaletini kullanmasına izin verdiği Miss Shepherd ile Alan arasında bir arkadaşlık başlıyor. Alan; iki ayrı kişiliği içinde yaşatan (yaşayan ve yazan) bir yazar. Her yazar gibi o da duygulara ve çevresinde olup bitene karşı duyarsız değil ve bu nedenle de Miss Shepherd ile olan tuhaf arkadaşlığı sırasında Shepherd’ın farklı bir hayat hikayesi olduğunu anlamış durumda.
Filmin asıl seyri ise, Miss Shepherd’ın zor durumda kalabileceği bir konuda, Alan’ın ona yardımcı olabilmek için kısa bir süreliğine karavanını kendi evinin garajına çekebileceğini söylemesi ile başlıyor. Alan bu teklif sonrasındaki tam 15 yılını karavanı ile garajında yaşayan Miss Shepherd ile beraber geçiriyor. Ve bu vesileyle de onun gizemli hayatını kaleme almaya başlıyor.
Camden sakinlerinin pis ve fakir olarak adlandırdıkları, bir yandan tiksinirken diğer yandan da tuhaf bir vicdan dürtüsü ile yardımcı olmaya çalıştıkları Miss Shepherd, aslına bakarsanız tüm cadde sakinlerinin hayatının tadı tuzu gibi. Komedi ile dramı iç içe geçiren, bir hüzünlendirip, bir kıs kıs güldüren bu “çok değişik” hikayeye mutlaka bir şans verin. Miss Shepherd’ın kendini “serbest meslek” sahibi olarak savunuşu, eksiklikleri ve korkuları arasında sıkışıp kalmış olsa da aslında çok özgür olan ruhunu tanımak oldukça keyifli. Shepherd’ın saklanmış gerçeklerini öğrendiğinizde buruk bir lezzet alacağınıza eminim.
Filmin en izlenesi yanı, Miss Shepherd’ın efsane bir yetenek olan Maggie Smith tarafından canlandırılması. Harry Potter’ın otorite timsali profesörü McGonagall rolü ile çok geniş kitlelerce tanınan Maggie Smith’e, Downton Abbey dizisindeki zeki, huysuz ve hazırcevap ihtiyar modeli çok yakışmıştı. İşte bu huysuz ve hazırcevap ihtiyar The Lady in The Van ile hayatımıza dokunmaya devam ediyor. Ve, Maggie Smith oldukça ilginç bir karakter olan Miss Shepherd’ı akıllara daha da kazınacak bir performansla bize aktarıyor. Alan Bennett’i ise, Alex Jennings canlandırmış ve iki farklı bedende izlediğimiz Alex Bennett’in hikayeyi bize aktaran üst sesi müthiş etkileyici cümlelere sahip.
Bu arada filme dair nefis bir detay var; Maggie Smith ve Alex Jennings bu hikayeye 1999 yılında tiyatro oyunu ve 2009 yılında BBC’de radyo uyarlaması olarak yine beraber hayat vermişler. Tabii bu birliktelikler sonrası çekilen film, iki karakterin müthiş bir uyum ile izlenmesini sağlayan en önemli etken olmuş.
İyi seyirler!
İlginizi çekebilir: Lütfiye Öktürk’ten “Finding Vivian Maier‘in İlham Dolu Filmi“
İlk yorumu siz yazın!