İlk yorumu siz yazın!
Favori Placebo Şarkıları: Hayatımın Placebo Durakları
Müzik, her zaman hayatımın çok büyük bir parçası oldu. Sevdiğim şarkılar ve kulaklığım türlü türlü hallerimin eşlikçisi… Hayatımın farklı dönemlerinde yaşadıklarım değiştikçe dinlediklerim de değişse de çoğu insan gibi ben de galiba müzikten benim adıma konuşmasını bekliyorum biraz, adeta sırlarımı açığa dökmesini. Hani derler ya bir insanın müzik listesinden çok şey öğrenebilirsin diye işte öyle ben de günlüğüme bana bazı hisleri hatırlatması için şarkılar not alırım. (Evet, yazmayı öğrendiğimden beri günlük tutuyorum ve kapaklarını hep çiçekli seçiyorum.) Fark ettim ki neredeyse on altı yaşından beri defterlerimde en derin kırgınlıklarımın altına bir grubun altını sayısız kez not düşmüşüm. Placebo!
Sizinle de o şarkılar kulağıma çalınanca zihnimde nerelere gidiyorum onları paylaşacağım sizinle. Bu şarkılara ilk keşfettiğim zamanlardan bu yana ne kadar yol almışım bunu bana gösterdikleri için minnettarım. Şarkılar, bazen size tanıdığınız herkesten daha iyi yol arkadaşlığı yaparlar. Kendi sadık dostlarımla güzel manzaralardan geçtik, belki göz atmak istersiniz.
Placebo Şarkıları
Every You Every Me
17 yaşındayım. Uzun zamandır yalnızca benim başarmak istediğim şeyleri başardığını düşündüğüm için hoşlandığım bir çocukla tamamen benim ısrarımla gerçekleşen bir buluşmadan dönüyorum. Çocuk benim sohbetimden hiç keyif almamış. Zaten tarzlarımız da bayağı farklıymış, hatta beni biraz kaçık bulmuş. Bir önceki gece en yakın iki kız arkadaşım onu hiç düşünmeden kendi istediğim gibi giyinmem konusunda beni ikna etmişler. Biraz kırgınım ama yine de reddedilişin boşluğu içimde henüz pek derinleşmemiş. Kadıköy – Beşiktaş vapurunda merdivenlerde oturuyorum. Hava güzelmiş, baharın ilk günleriymiş. Kulağımda bu şarkı varmış tekrar tekrar.
This Picture
Özgürlüğüne düşkünlüğüyle hayranlığımı kazanmış bir kızın odasındaymışım. En değer verdiği şeyler benim boyumdan büyük (sahiden) motorsikleti ve duvarında asılı büyükbabasından kalan eski analog fotoğraf makinesi olan bir kızmış bu. Birlikte yolcuklara çıkıyor bağıra bağıra şarkılar söylüyormuşuz. Gördüğümüz her güzel ayrıntının fotoğrafını çekiyor, içimize asıyormuşuz. Taksimdeki ucuz barlarda hep en köşeye oturuyor, klişe hakaretlerle -ne kadar da iki yüzlüler! bir de çıkarcılar ki- insanları izliyormuşuz.
Kendimizi çok farklı sanırken kalabalıklardan nefret ederek büyüyormuşuz. O kızla bir gün aniden birbirimizden kopuyormuşuz Zaten dostluğa ne kadar güvenebilirmişim ki, ben en azından güzel anılar gibi saklayacak neşeli fotoğraf karelerini saklayabilirmişim. Ama bir gün teknolojinin bir ihanetiyle tüm fotoğraflarımızı kaybediyormuşum. Zihnimdeki bulanık görüntülerin artık fotoğraflarla tamamlanıp bütünlenemeyeceğiyle yüzleştiğim bir yerde bu şarkı yutkunamayışıma çare oluyormuş.
Blind
Zaman neredeyse telaşla geçiyor ama ben çevremdeki adını dahi hatırlayamadığım onca yüze rağmen hep yalnız kalıyormuşum. Bir türlü şu koca dünyada on iki yaşından beri büyümeyen bedenimle sığınacak yer bulamıyormuşum. Ölülerin çıplaklığında boğulduğum, derinlerine doğru yürüdükçe büyüyen bir ormanda kaybolduğum kabuslar görmekten uyuyamıyormuşum. Et yediğim her gün kusuyormuşum ama ceset tadından iğrendiğimi bir türlü anlayamıyormuşum. Üzüntülerimi beni deşmek için hatırlayacak arkadaşlar ediniyormuşum. Farkında olmadan kendimi başkalarına sevdirmeye çalışıyormuşum; çünkü kendi kendimi yeterince bir türlü sevemiyormuşum.
Birini Tanrı’ya inandırmaya çalışıyormuşum. Ona bir gün Tanrı’dan bir haber alacaksın ve beni hatırlayacaksın diye söz veriyormuşum. Sınıfın en arkadasındaki sıramda bana ruhumun yalnızken kör olduğunu haykıran bu şarkıyı dinliyormuşum ve ne komik şarkı bittiğinde ben de artık Tanrı’ya inanmıyormuşum.
Blue American
Annemin mutsuz hissettiği her an için var olan tüm yaşamların gücüyle üzülüyormuşum. Anneannemin sürekli tekrarladığı savaş zamanlarından kalma acı şarkıları artık anlıyormuşum. Babaannemin babamı hala çocuk gibi görmesine o kadar da şaşırmıyormuşum. Denizi ilk kez evlendikten sonra gören annemin kendine ve çocuklarına istediği her şeyi verebildiği yepyeni bir hayat kurma gücüne hayran kalıyormuşum. Sokak kedilerine bakmak için tüm mahalleyi karşısına aldığında anneme imreniyormuşum. Kuşları tedavi etmek için iğne yapmayı, mama yedirmeyi, yara sarmayı öğrendiğinde annem olmak istiyormuşum. Anneme kollarıma sığdırabildiğim tüm canlılığımı vermek istiyormuşum. Yapacağım her şeyi onun için yapmaya söz veriyormuşum.
Passive Aggressive
Herkes istediklerimi elde edemeyeceğimi şimdi her zamankinden daha da yüksek sesle söylüyormuş. Zihnim uzun cümlelere sancılanırken ben de yazdıklarımı saklamaya karar veriyormuşum. Kurulu düzende iyi bir yer edinme çabasına balık pazarının içindeki kapısı, asla açık görmediğim küçük sarı bir kiliseye bakan bir dersliğe gidiyormuşum. Telefonumu kullanmayı bırakıp eskilerde yaşama numarası yapıyormuşum oysa yalnızca dış dünyadan korkuyormuşum. İstediğim yaptığım sayılı andan büyük utanç duyuyor; erkek olup birilerini öyle öpmenin nasıl olacağını düşlüyormuşum. Sonunda ait olduğum yeri bir türlü bulamayacağımı anlayıp onu kendim yaratmaya karar veriyormuşum, bütün direnişlerin savaşla sonuçlanmadığını görerek. Bu kez tek başınalığı ben seçiyormuşum, kulaklığımdaki bu güzel şarkıdan kendime biraz buruk el sallıyormuşum.
Where is My Mind
Yalnızca tek bir hayata tıkılı kalmamak için ömrümce gezmek istediğimi anlıyormuşum. Soğuk bir ülkede, kalabalık bir evin hayli bakımsız çatı katında kendime küçük bir oda kiralıyormuşum. Tek başıma yeni şehirler fethediyormuşum. Yabancı şehirlerin hiç de güvenli olmayan istasyonlarında sabahlarken sırt çantamdaki ilk öğrenilen dil kitabı sayesinde evimde hissediyormuşum (Murathan Mungan – Ressamın İkinci Sözleşmesi). Ufak hayal kırıklıklarımı cebimde biriktirip geceleri onları harcayarak körkütük sarhoş oluyormuşum. Gün batımı saçlı bir çocuğa biraz aşık oluyormuşum. Bir trene kaçak binip, yine bir tren istasyonunda günün en soğuk anında tanıştığım biriyle uyumaya gidiyormuşum ve bu şarkı hep dilimdeymiş, söyleyip duruyormuşum. Bambaşka hayatlarımızı birleştirip yeni bir yaşam biçimi paylaşıyormuşuz. Geri dönüş yolunda ben, sürekli gitmenin de eninde sonunda aslında bir tutsaklığa dönüştüğüyle yüzleşiyormuşum.
A Million Little Pieces
Şimdi bir sahildeyim. Bana hep bir karşı kıyı, keşfedilecek başka bir yaka daha olduğunu hatırlattığı için seviyorum denizleri. Yirmi ikimin hayli başlarındayım, cesurum. Karanlık sulara oldukça derinden denize dalıyorum. Kırıldığım her yerden altınlarla yamadım kendimi. Bir milyon yaranın üstünde bir milyon güzel yara izim var. Birilerine göndermek zorunda olmadan da mektup yazmayı sevdiğimi artık biliyorum. Olmak istediğim kişinin de olduğum kişinin bir parçası sayıldığını öğreniyorum. Hep yağmurun altında dans ediyorum, beni bir eşimle buluşturacak o sarı şemsiyeyi hiç yanımda taşımıyorum. Anılarımdan tanıdığım herkesin vedalarına minnettarlıklarımla… Beni bu başka kurgulara sığınışa hep siz ittiniz. Ben de onları içimde süzdüm kalan posadan kendi tuvalimi boyadım, adını koydum. Bu dolu dolu benim hikayem. Buradan sonrası benim…
Kapak Fotoğrafı: open.spotify.com
İlginizi çekebilir: Tayfun Sezer’den Pink Floyd
Cerennn! Öyle güzeldi, öyle içtendi ki 🙂 Bazılarında kendimi gördüm ve gözlerim doldu. Ellerine sağlık!