İki Kız Kardeş Arasında: Planetarium
II. Dünya Savaşı öncesindeyiz. İki kız kardeş Laura ve Kate psişik güçlere sahip olduklarını iddia ederek ruh çağırma seansları düzenlemektedir. Farklı şehirlere turneye çıkarak hem gösteriler düzenliyor, hem de özel seanslar yapıyorlardır. Turnelerinin Fransa ayağında, gösterilerini izleyen ünlü film yapımcısı André Korben’in özel seans isteğini kabul edip seans için evine gittiklerinde tüm hayatları değişir.
Seans sırasında André Korben’in hissettiği değişik bir his, Laura ve Kate’i yanında tutmasına sebep olur. Fransa sinemasının, Amerikan sineması karşısında yaşadığı gerilemeye de çözüm bulmak isteyen Korben, Laura ve Kate’i bir filmde oynatarak, onların çağırdığı bir ruhu görüntülemeye karar verir. Bu durumu Fransız sinemasının kurtuluşu olarak görmeye başlar bir süre sonra. Bir süre sonra, Korben’in yanında kalmaya başlayan Laura ve Kate’ten birinin psişik güçleri olmadığını ancak oyunculuğa yeteneği olduğunu diğerinin ise gerçekten psişik yetenekleri olduğunu keşfediyoruz. Bu noktadan sonra kardeşlerin birbirinden zihinsel olarak ayrılışını, birbirleriyle aralarındaki o güzel bağın kopuşunu izliyoruz.
André Korben, bir yandan Laura’yı bir sinema yıldızı yapmaya çalışırken Kate ile seanslara gizli gizli devam ediyor. Bu seanslar sırasında Korben’i ziyarete gelen, kim olduğu belli olmayan ruhun kimliği de Korben’in zihnini meşgul ediyor.
Film, birden fazla konuyu eksenine taşıyor. Bir yandan Korben’e gelen belirsiz ruhun erkek olmasıyla onun gizli eşcinselliğine göndermede bulunuyor, bir yandan Amerikan sineması karşısında 1-0 yenik hale düşen Fransız sinemasının durumunu anlamamızı, bir yandan da II. Dünya Savaşı öncesi ortamın kokusunu almamızı bekliyor.
Filmin tamamına yayılan, nedenini anlamadığımız akışıyla ilgili sıkıntıyı unutmamızı ise Natalie Portman’ın muhteşem oyunculuğu sağlıyor. Black Swan‘la kendisine iki kat hayran olmamızı sağlayan oyuncu, yine oyunculuğuyla herkesten bir adım öne geçiyor. Johnny Deep’in kendi kadar ünlü olan kızı Lily-Rose Depp; kardeşlerin psişik, içine kapanık olanı Kate rolünde gayet iyi iş çıkarıyor.
Filmde bulunan André Korben karakteri yaratılırken, 1920’ler ve 1930’ların Fransız film endüstrisinin en önemli figürlerinden olan Yahudi yapımcı Bernard Natan’dan ilham alınmış. Anti-Semitik bir kampanyanın ardından, rahatsız edici bir seks skandalına adı karışan Bernard Natan hapse atılıyor ve Fransa’dan Auschwitz’e gönderiliyor ve orada hayatını kaybediyor. Natan’ın sinemaya kazandırdıkları arasında Fransız sinemasını kurtarma çabaları dışında, sesli sinemaya geçişteki çalışmalar da var.
Teoride filmin mükemmel olan konusu, pratikte aynı etkiyi yaratamıyor. Kostümler ve setler bize dönemi mükemmel aktarırken, film dönemin ruhunu yansıtma konusunda biraz eksik kalıyor. Yavaş akan diyaloglar, sahneler arası kopukluklar ve hızlıca geçişler filmi takip konusunda sıkıntı yaratıyor.
Açılışını Toronto Film Festivali’nde yapan film; Venedik, Stockholm ve Londra Film Festivalleri’nde de gösterildi. Türkiye galasını ise !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde yapmıştı.
2017’de izlediğimiz en iyi filmlerden oluşan listemize göz attınız mı? Buraya tıklayın.
İlk yorumu siz yazın!