Playa del Carmen, Meksika
Playa del Carmen, Meksika’nın Quantina Roo eyaletinde, Riviera Maya bölgesinde yer alan cennet gibi bir tatil şehri… Kesinlikle geri gitmek istediğim, tekrar tekrar gidip, uzun uzun kalmak istediğim yerler arasında.
Meksika tatili hep hayalimdi ve böylelikle bu hayal de gerçekleşmiş oldu. Uçağımız sabah saatlerinde Cancun havaalanına vardıktan sonra, hemen bir araba kiraladık ve Cancun’u gezmeye başladık. Cancun büyük otellerin bulunduğu, gece hayatı renkli, yaklaşık kırk yıl önce kurulmuş turistik bir Meksika kenti.
Kısa süren Cancun gezimizi bitirdikten sonra Playa del Carmen yoluna koyulduk. Playa del Carmen daha çok butik otellerin olduğu, masmavi okyanusun kenarına kurulmuş, gece gündüz sizi büyüleyecek beach clubları olan, turist olduğunuzu unutturacak, şirin ve sıcacık bir tatil kasabası. O kadar ülke gezdik, kendimi hiçbir yere bu kadar ait hissetmedim. Yerel halkla ve oraya seyahat edenlerle vakit geçirmekten inanılmaz keyif aldım.
İlk günümüzün akşamında, otelimize yerleştikten sonra, akşam yemeğimizi yemek üzere Playa del Carmen’in en canlı ve hareketli caddesi olan 5th Avenue’ye gittik. 5th Avenue’de bütün dünya mutfaklarını masanıza seren restoranlar, taze kahve çekirdeklerinin buram buram koktuğu kahveciler ve rengarenk hediyelik eşya dükkanları bulunmakta. Eğer yolunuz düşerse, kesinlikle yerel restoranları denemenizi tavsiye ederim. Önerim; yemekten önce getirdikleri ikramlarıyla ufak bir Meksika mutfağını önünüze sunan, çeşitli soslarla masanızı süsleyen Carboncitos Mexican Restaurant. Kahve ve tatlı için önerim ise Ah Cacao. Ben mideme güveniyorum, beni yarı yolda bırakmaz diyorsanız, Meksika mutfağından devam ederek size Ah Cacao’nun ‘habanero’ adlı (bir çeşit kırmızı biber) tatlısını denemenizi öneririm.
İkinci gün, sabah erkenden uyanıp 5th Avenue’de bulunan La Vagabunda’da kahvaltımızı yaptık. Kahvaltı o kadar lezzetli ve çeşitliydi ki, kalan günlerde de kahvaltılarımızı burada yaptık. Kahvaltıdan sonra yakın mesafede bulunan feribot iskelesine gittik. Yaklaşık kırk beş dakikalık feribot yolculuğunun ardından, taksiyle adanın en ünlü beach clublarından biri olan Paradise Beach Club’a vardık. Burası içinde papağanların bulunduğu, devasa palmiyelerle dolu, yeşil ve mavinin incecik, beyaz kumlarla ayrıldığı cennetten bir köşe. Havuz sevenler için kocaman deniz manzaralı bir havuzu da var. Sabahtan akşama kadar bol bol yüzüp, güneşlendik; pina colada’larımızı içtik, dinlendik. Dönüşte tekrar taksiyle feribot iskelesine vardığımızda feribotu kaçırdığımızı ve bir sonraki feribotun bir buçuk saat sonra olduğunu fark ettiğimizde pek de üzülmemiştik. Hemen feribot iskelesinin yakınlarındaki Woody’s Bar and Grill’de restoranın önündeki masalardan birine oturup birer pina colada daha söyledik 🙂
İçeceklerimizi hüpletirken, bir anda canlı müzik başladı. Meksikalı bir müzisyen, akustik gitarı ve flütü eşliğinde Cat Stevens’tan, Led Zeppelin’e kadar her telden şarkıyı keyiflice, kendine has bir şekilde coverladı. Galiba bu, kanlı canlı gördüğüm en güzel tek kişilik şovdu. Yan masalarda Avusturalya’dan, Amerika’dan, Almanya’dan, Kanada’dan gelen gruplar vardı. Hep birlikte aynı şarkıları, aynı duyguları hissederek söylemek beni çok etkiledi. Dolu dolu bir gün geçirmek niyetindeyseniz, Cozumel size hepsini ve daha fazlasını vaat ediyor!
Üçüncü günümüzde ise sabah erkenden, otelimize bir buçuk saat uzaklıkta bulunan Coba‘daki Maya kalıntılarını görmeye gittik. Kısaca Maya uygarlığından bahsetmek gerekirse; Mayaların tarihi M.Ö. 2500 yıllarına dayanıyor. Maya uygarlığı Meksika’nın güneydoğu kısmında binlerce yıl hüküm sürmüş. 16. yüzyılda İspanyolların burayı keşfetmesiyle sona ermiş ama hala Meksika nüfusunun önemli bir kısmını Maya soyundan gelenler oluşturuyor.
Yaklaşık iki saatlik turumuzu tamamladıktan sonra, Coba yakınlarına yarım saat mesafedeki Grand Cenote’ye gittik. Cenoteler, yeryüzü hareketleriyle şekillenmiş, içleri yağmur sularıyla dolu doğal kuyular. İçlerinde yüzebilir, şnorkel yapabilir, hatta derinliği yüz elli metreyi bulan bazı cenotelerde tüplü dalış bile yapabilirsiniz. Grand Cenote, Meksika’nın yaklaşık beş bin tane cenotesinden sadece biri; fakat bölgenin popüler olanlarından. Mutlaka gidilip görülmesi gereken, kusursuz bir doğa harikası.
Grand Cenote’den ayrıldıktan sonra, yine yarım saat uzaklıkta olan Tulum’a gittik. Arabamızı park ettikten sonra yürüyerek arkeolojik bölgenin olduğu tepeye vardık. Tulum, tarih ile beyaz kumsalların ve masmavi denizin buluştuğu muhteşem bir yer.
Bir sonraki günün sabahı, Maya kalıntılarının en büyüklerinden biri olan Chichen Itza’ya gittik. Chichen Itza, Yucatan yarımadasında bulunuyor ve Playa del Carmen’e yaklaşık iki saat uzaklıkta. Chichen Itza turumuzun ardından, bu tatile damgasını vuran Ik kil’e gittik. Yerel halk, Ik kil’den bu bülgenin en güzel cenotesi diye bahsediyordu. Gerçekten de haklıydılar.
Dönmeden bir gün önce ise buranın en ünlü doğal parkı Xcaret’a gittik. Xcaret, Mayaların orman hayatlarını ve kültürünü eğlenceyle buluşturarak deneyimleştiren, içinde geniş bir canlı familyası barındıran, okyanus kenarına kurulu görkemli bir doğal park. Kelebekler, papağanlar, flamingolar her yerde…
Plajlar, bembeyaz kum, okyanus harika. Gün sonunda ise Maya kültürünü anlatan müzikali izlerken, butun günün yorgunluğunu üzerimizden attık.
Tatilimizin son gününde yine benim çok gitmek istediğim, Playa del Carmen’in en popüler beach club’i Mamitas‘a gittik. Mamitas’ta her şey bembeyaz, tertemiz. Fazla vaktimiz olmadığından, çok az deniz kenarında vakit geçirip, restoran kısmında sadece bir şeyler içebildik.
Bir tatil daha burada bitti. Yaşarken de, yazarken de inanılmaz keyif aldım. Umarım siz de okurken keyif alabilmişsinizdir.
İlk yorumu siz yazın!