Okudum mu duydum mu bilmiyorum fakat güzel bir cümle hatırlıyorum: Eskiden işçi sınıfının yaşadığı mahallede 4 sterlinlik bir fincan kahve alırken en ufak bir rahatsızlık hissetmiyor musunuz? Türkiye’de bir kahveye 20 liralar vermiyor muyuz? Cidden bu fiyatlar neden? Şehirler bizim için değilse kimin için? Ortada büyük bir konut felaketi var. Bu konuda hiçbir şeyin farkında değil gibi davranmaya devam edemeyiz. Evsizler, yaşadıkları mahallelerin dışına süpürülenler, mülksüzleştirenler… Toronto’dan Berlin’e, Stockholm’den Seul’e uzanan bir yolculukla “barınamama” sorununa yakından bakan bir belgesel PUSH. 

İstanbul | Görsel: Mehmet Bozgedik / Unsplash

İstanbul’da barınma sorunu tsunami gibi büyümeye devam ediyor. Birkaç sene öncesinde “Bu paralara kiraya mı çıkılır, delilik” dediğimiz fiyatları mumla aradığımız şu günlerde, artan kira fiyatları yetmezmiş gibi, bunlara ilanlara çıkmadan tutulan evler, evi görmeden verilen kaporalar, döviz üzerinden istenen depozitolar ve vicdan dışı birçok şey ekleniyor. Hal böyleyken bütçeye göre ne ev, ne de barınılacak herhangi bir yer kalıyor elimizde. 

Bir zamanlar “Yaşadığın şehirden memnun musun?” diye sorup, yaşadığımız şehirlerin seçiminde neleri göz önünde bulundurduğumuzu ve şehirlerin yaşam kalitesini tartışabiliyorken, günümüzde bu soru “Yaşayabiliyor musun?” sorusuna dönüşmekte. Bülent Tunga, Haziran 2020’de theMagger’daki yazısında “İstanbul’u yaşamak sadece fiziksel değil, manevi anlamda da artık mümkün değil.” der. Yazıda “Bugün İstanbul’da pek çoklarının yaşadığı ev artık bir yuva değil…” şeklinde devam eden cümleyi okuduğum anlar, “Artık İstanbul’da bir yuvam yok.” diyerek üzüldüğüm anlardı benim için. Derdim, “yuva” ve “ev” kavramları üzerineydi. Ev neydi, evi ev yapan neydi? Evet, Bülent Tunga’nın yazısındaki gibi benim de tüm derdim “yuva” hissi; “barınamama” aklımın ucunda dahi yok o dönemler. Sadece gitmek istiyorum bu şehirden.

#barınamayanlar

Gentrification | Görsel: The Shift

Bildiğiniz gibi, son birkaç haftadır hepimizin gündeminde olan bir konu var. Barınamayan öğrenciler “#barınamayanlar” adı altında örgütlenmeye başladı. “Ev ya da yurt fark etmez, yeter ki güvenli barınacak bir yer bulalım.” diye sokağa çıkan gençler, ihtiyaç hiyerarşisinin daha ilk adımındalar. Birleşmiş Milletler 2014-2020 raportörü Leilani Farha, barınamama konusunda araştırmalarına önemli bir noktadan başlıyor: Bir meta olarak konut ile meta olarak altın arasındaki fark, uygun fiyatlı konutun İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne göre bir insan hakkı olması

Temel bir insan hakkı olan barınma ve konut, insanın sağlıklı ve güvende olmasının ön koşulu. Barınanama problemi yalnızca yeni üniversite öğrencileri için değil, işinde gücünde “eli ekmek tutan” insanların da büyük derdi. Ben bu konuda ne akademik eğitimli ne de çalışmaları olan biriyim. Sadece deneyimleyen ve toplumu gözleyen biriyim. Kiminle konuşsam, muhabbetin sonu bir şekilde yüksek kiralardan dolayı büyük şehirlerden küçük yerleşim yerlerine göçe geliyor. Otuzlarıma geldim geleceğim ve yıllardır tam zamanlı işimin yanında, sağdan soldan aldığım ek işlerle, geceleri geç saatlere kadar çalışarak yaşamaya çalışan biriyim. İstanbul’la arama koyduğum bir senelik mesafenin ardından bu sene “barınamama” sorunu benim de suratıma tokat gibi çarptı. -Ortalama- bir evde yaşamak, aylık gelirimin neredeyse %70-80’ine denk. İnanabiliyor musunuz? %70-80. Üstelik ben “aynı gelir ile” herhangi bir Balkan ülkesinde sıkıntı yaşamadan aylarını Seda Sayan’ın dediği gibi “Kendimi kraliçeler gibi yaşatarak” geçirebilen de biriyim. Kendi ülkemde aynı parayla barınamıyorum.

Günden Güne Mülksüzleşiyoruz Mu?

PUSH Belgeseli | Görsel: PUSH Belgeseli

Araştırmalara göre, konut satın alınabilirliği rekor bir hızla düşüşte. Aynı araştırmalar, dünya genelinde işçiler ve orta sınıfların büyük şehirlerde konut almaya parasının yetmediğini de gösteriyor. 102 ülkenin 50’den fazlasında, insanların bir ev satın alabilmeleri için yıllık gelirlerinin tamamını en az on yıl biriktirmeleri gerekiyor. Hatta Londra’da bir doktor maaşı bile bir ev satın almak için yeterli değil. Büyük dünya kentlerinde kiralar zaten maaşların %80-90 oranlarında. E zaten gençler desek, daha ekonomik olduğu için, son zamanlarda sosyal medyada pek çok paylaşımda gördüğümüz “penceresiz” dairelerde hapis halde. 

Artık ne yazık ki mekansal politikalar, kentin en verimli kullanımı ve en fazla rant getirisi üzerinden şekilleniyor. Tabii bunlar şekillenirken, kentlerdeki sosyal sınıflar arasındaki ayrılıklar da günden güne derinleşiyor. Ekonomi ve yaşam deneyimleri arasındaki uçurum artık köprülenemeyecek kadar geniş. Toplumun dar gelirli kesimleri şehirlerden dışlandığı gibi, “mülksüzleştirilen” bir kesim de var ortada. Bir zamanlar evi olan insanlar, alıştıkları mahallelerden ve kendi evlerinden ayrılıp kentin farklı bölgelerinde “kiracı” olarak devam etmeye çalışıyorlar yaşamlarına; çünkü bulundukları bölgede yaşamak karşılananamaz bir halde. Toronto’da mesela son 30 yılda ev fiyatları ne kadar artmıştır dersiniz? Tam tamına %425. Peki ya gelirler? Gelir artışı yalnızca %133. İnsanlar artık şehirlerde yaşayamaz halde. Ve dünyanın neredeyse her yerinde “yaşayacak bir yer bulmak” giderek zorlaşıyor. Toronto’dan Berlin’e, Stockholm’den Seul ve Londra’ya kadar uzayıp tekrar eden bir hikaye bu. 

PUSH Belgeseli

youtube play youtube play

IMDb: 7.2

Geçtiğimiz senelerde Sürdürülebilir Yaşam Filmleri Festivali kapsamında birkaç defa izleme şansına sahip olduğum, İsveçli gazeteci Fredrik Gertten yönetmenliğindeki PUSH belgeseli, küresel bir sorun olarak konutun metalaşmasının nedenlerini ve etkilerini masaya yatırıyor. PUSH, kentlerdeki gayrimenkul spekülasyonlarının yanı sıra, fiyat artışının ardındaki nedenleri deşiyor. Konutun bir meta değil, bir insan hakkı olduğunu savunan Leilani Farha, kira fiyatlarının neden bu kadar yüksek olduğunu araştırmak ve “yetersiz barınma” konusunda rapor hazırlamak için dünyanın çeşitli kentlerine yola çıkarak, farklı hayatları ortak bir sorunda bir araya getiriyor: Ortada bir konut felaketi var ve bu konuda hiçbir şeyin farkında değil gibi davranamayız. 

PUSH Belgeseli | Görsel: PUSH Belgeseli

Leilani Farha ile çıktığımız bu zorlu yolculukta, Saskia Sassen ve Joseph Stiglitz gibi alanında uzman kişiler, bu küresel sorunu siyasi, sosyolojik ve ekonomik açıdan inceleyerek rehberlik ediyor bizlere. Gerçekten de şehirlerde yaşamak artık neden imkansız hale geldi? İçinde yaşamaya dahi gücümüz yetmezken şehirler kimin için ve ne için varlar? Bu konu karmaşık ve çok katmanlı olmasına rağmen, PUSH konuyu yalın bir dille ele alıyor ve küresel konut krizinin kasvetli derinliklerine bizleri itiyor.

“Barınamama” günümüz dünyasının en büyük sorunlarından, evet. Peki gerçekten neden artık kendi şehirlerimizde yaşamaya gücümüz yetmiyor? Neden yaşadığımız bölgelerin dışına süpürülüyoruz? Leilani Farha, Toronto’dan Londra’ya, Stockholm’den Valparaiso ve Barselona’ya kadar yaptığı araştırmalarda anlıyor ki cevap her ülkede aynı: Özel sermaye, akbaba kapitalizmi. PUSH belgeseli de özel sermaye şirketlerinin artan konut probleminde oynadığı büyük rolü gösteriyor bizlere. Bunu yaparken konut piyasası bulmacasının az bilinen parçalarını tek tek önümüze sunarken, dünyadaki gentrification yani soylulaştırma kavramına sert bir biçimde bakıyor.

Tek Sebep Soylulaştırma Mı?

PUSH Belgeseli | Görsel: PUSH Belgeseli

Bir zamanların orta direk ve işçi sınıfı bölgelerine gidelim. Vintage dükkanlar, plakçılar, murallar ile süslü duvarlar, ardı ardına açılan sanat galerileri, sokak lezzetlerinin süslenip püslenip birkaç katı fiyata önümüze sunulması, adım başı kahveciler… Bizlere “harika hisler” sunan, capcanlı yaşam merkezleri. Mahalle oldukça “havalı” hale geliyor değil mi? Fakat bunların hiçbiri, orada yaşayan insan komünitesi için değil. Kim çıkıp da eskiden verdiği fiyatın iki üç katına kahvesini, çayını içmek istesin ki? Tüm bu “havalı” oluşumlar ne mi demek? Hoop, yıllardır orada yaşayan komünitenin orada istenmemesi demek. Hoop ev fiyatlarının kat be kat yükselmesi demek. Gerçekten de çok havalı değil mi? 

Kreuzberg, Berlin | Görsel: Marcus Lenk / Unsplash

Hadi Almanya’dan örnek verelim. Berlin’de kira artışı %20’lerdeyken, “havalı” esintiler ile önceden görece ucuz bir bölge olan Kreuzberg’de kiralar %70 oranında artmış durumda! Haliyle orada yaşayanlar artık yaşayamaz hale geliyorlar. İnsanlar için yaratılan “canlı yaşam merkezleri”, ardından yine insanlar için yaratılan lüks mülkleri getiriyor. Bu lüks mülkler yaratıldıkça, yerinden edilmenin insanlara etkilerini görüyoruz tek tek. Bitmez bir döngü. Bu servet eşitsizliğinin artması, soylulaştırmayı korkunç bir şekilde körüklüyor.

Londra’nın Notting Hill bölgesine gidelim. Bu bölge, nesiller boyu orada yaşayan herkesin birbirini yakından tanıdığı bir mahalle. 70-80-90’lar derken, yerleşik halk yavaş yavaş değişim ve gelişime yakından şahit oluyor. Ve ta-daa! Notting Hill filmi ile daha da popüler oluyor, ünlülerle dolup taşıyor derken, bölge olduğundan daha güzel gösterilsin diye her şey yapılıyor; ki buna bölgede yer alan billboardlar bile dahil. Tabii yatırımcılar çatır çatır yapıları almaya başlıyorlar. Kötü olan, nesiller boyu burada yaşayan insanların artık burada geçimlerini sağlayamayıp, bölgeden ne yazık ki ayrılmak zorunda kalması. 

Grenfell Tower Felaketi

Grenfell Tower, Londra| Görsel: Vanity fair

2017 yılında, Londra’da yaşanan Grenfell Tower felaketini hatırlıyor musunuz? (Hatırlamak için lütfen bu yazıyı okuyunuz.) Konumuzla ne alaka demeyelim, çok alaka. Grenfell Tower, Londra’nın en pahalı bölgelerinden olan Kensington, Notthing Hill civarında 1974’te yapılmış bir “sosyal konut”. Göçmenler ve işçiler yıllar yılı mutlu mesut yaşıyorlar Grenfell Tower’da. Tabii biliyorsunuz, bu bölgelerdeki gayrimenkuller dünyanın emlak değeri en yüksek yapıları artık. İşçi sınıfının mahallede işi ne? Aradaki gelir adaletsizliğini bir hayal edin… Peki ne mi oluyor? Grenfell Tower’da bir gün ansızın bir buzdolabından yangın başlıyor ve 24. kata kadar uzanıyor. Yaklaşık 60 saat süren yangının sonucunda onlarca insan hayatını kaybediyor. 600’den fazla insan evlerinden oluyor. Düşünün. Bu yangın nasıl ve neden çıktı? Sol siyaset temsilcileri “şirketler tarafından işlenen bir cinayet” olarak tanımlarken, Farha, “Bir topluluğun yerinden edilmesinin fiziksel bir temsili” olarak bahsediyor bu felaketten. Grenfell Tower felaketi, küresel finansın gayrimenkulleri ticarete dönüştürmesini ve bunun kapsamını anlatıyor aslında bizlere. 

Grenfell Tower, Londra| Görsel: Wikipedia

PUSH belgeselinde, Grenfell Tower yangınından kurtulmayı başarmış kişilerden biri “Mahallenizi terk etmek zorunda kalacağınızın ilk işareti eski moda giyim mağazaları ortaya çıktığında oluyor. Mahalleyi gerçekten havalı yapacaklar ve sonra konut değerleri artacak ve sonra hepiniz mahalleden “push” edileceksiniz” der. Ne yazık ki, burada doğmuş büyümüş bu yerli, ev fiyat enflasyonu sebebiyle bir daha ev sahibi olmak isterse Londra’dan taşınmak zorunda kalacak. Tabii bu durumda olan tek insan o değil! Felaketin üstünden geçen aylar ve hatta yıllar boyunca insanların bir kısmı hükümetin sağlamış olduğu hostellerde ve bed&breakfast’larda barınmak zorunda kaldı. Söylenene göre, insanlar “illa ki” ev sahibi olacaklar ama ülke genelinin herhangi bir yerinde olabilir. Resmen tüm her şeyinden koparılmak demek bu. Ne kadar kötü. İnsanlar günümüzde dahi haklarını alabilmiş değil. Üstelik bu Eylül ayında, Grenfell Tower için mümkün olan en erken fırsatta yıkılması kararı alındı. Ne yazık ki devletler tarafından gelen yalandan söylemler yine karşımızda: Forever in Our Hearts. 

Birkaç link:
Grenfell Tower ile ilgili belgesel izlemek isterseniz buraya bakabilirsiniz.

Soylulaştırma çalışmaları Los Angeles’ın Boyle Heights bölgesinde neleri değiştiriyor? Bölgedeki Çikano bir ailenin sorunlarını ele alan Netflix dizisi Gentefield’a göz atabilirsiniz. Keyifle izledim, çok severek yazdım!

Bir Meta Olarak Konut

PUSH Belgeseli | Görsel: PUSH Belgeseli

Fiyatlar karşı konulamaz derecede yükselirken, orta sınıflar ve işçi sınıfı yerlerinden ediliyor. Barınma sorununda tek etken soylulaştırma diyebilir miyiz? Şehir dışına süpürülen kişileri düşünürken yalnızca soylulaştırma suçlanmamalı. Belgeselde bizlere sunulanlara göre, soylulaştırma aslında bu hikayenin minik bir parçası. PUSH belgeselinde “Konut krizini yaratanlar avokado yiyenler değil, finansal seçkinler” cümlesi geçer. İşte bu soylulaştırmadan farklı türde bir canavar. 

Belgeselde canavar ve vampir olarak adlandırılan şirketler, oldukça uygun fiyatlara mülkleri satın alıyorlar. Bunlar sosyal konut da olabilir, apartman daireleri de, daha büyük yapılar da. Aslında ellerine her ne geçerse. Hepsi İspanya, İrlanda, Almanya ve İsveç gibi büyük ülkelerde yüz binlerce ev satın alıyorlar. Mahalleleri satın almak, buradaki mülkleri yenilemek derken sıra geliyor fiyat artışına. Konut fiyatları İsveç’te 2014’ten beri %50 oranında artıyorken, İspanya’da bu oran yaklaşık %100. Böyle böyle geliri yetersiz olanlar şehirlerin dışına itiliyor işte. Ah bu isimsiz, içinde kimin yaşadığını asla önemsemeyen varlıklı “ev sahibi” yatırımcılar… 

Yatırım Adı Altındaki “Hayalet Binalar”

Londra | Görsel: Yelena Odintsova / Pexels

Bir düşünelim. Oldukça popüler olan “yaşam alanlarında” trafik yok. Napıyorlar, bu insanlar Harry Potter’daki gibi şöminelerinden uçuç tozu ile mi ışınlanıyorlar bir yerlere? Keşke! Ama mahalleler BOMBOŞ. Birçok insan her gün bu sokakları adımlasa da “istemedikleri” sürece fark etmiyorlar hayalet binaların önünden yürüyüp geçtiklerini. Londra’da bomboş halde yüzlerce konut var. Haritada yer alan kırmızı işaretli noktalar, denizaşırı şirketler başta olmak üzere isimsiz ev sahiplerinin Londra’da sahip oldukları mülkler. Yani yılın neredeyse tamamı “bomboş” duran astronomik fiyatlı gayrimenkuller. Boş ve kullanılmayan alanlar. Korkunç. Yatırım adı altındaki “hayalet binalar” her köşede. Bu durum konut krizini şiddetlendirmeye devam ediyor. 

PUSH Belgeseli | Görsel: PUSH Belgeseli

Haritadaki kırmızı noktalardan anlayabileceğimiz gibi yoğunluk Mayfair civarı. Şaşırmamak gerek, burası Londra’nın en pahalı bölgelerinden. Boşuna Londra dünyanın kara para aklama başkenti olarak geçmiyor. PUSH belgeseli konuklarından, İtalyan gazeteci ve Gomorrah’nın yazarı Roberto Saviano, Londra için “Dünyadaki en verimli ve en güvenli vergi cenneti” der. Kendisi hala örgütler tarafından ölüm tehditleri alan ve polis korumasında yaşayan biri. Neden mi? Çünkü açık açık para aklama amaçlı vergi cennetlerinde neler yapıldığından bahsedebiliyor. Üstelik her şey yasal olarak yapılıyor. Nasıl mı? Arttırılmış rant sistemi ve taktikleriyle. Offshore şirketinizle yasal parayla gayrimenkuller satın alıp, bu mülkleri bir vergi cennetinde şirketinize satıyorsunuz. Kirli paranın geri gelmesini istiyorsanız da, ödediğinizden çok daha yüksek bir fiyata kendinizden satın almanız yeterli. Daha fazla para aklamak için daha fazla paralar ödeniyor bu binalara. Bu Roma’da da böyle, Londra’da da. Bu para aklama şekli bu şekilde devam ettiği sürece, yeni neslin ve gelecek neslin ev sahibi olabileceğimi düşünebiliyor musunuz? 

Neden Kimse Bir Şey Yapmıyor?

PUSH Belgeseli | Görsel: PUSH Belgeseli

Konut piyasası finans sektörü için yalnızca bir yatırım aracı artık. Bundandır ki dünyanın farklı şehirlerde boşalan mahalleler görmek ilginç değil. PUSH bizlere bu konuda güzel bir soru soruyor. Biz de şu şekilde bakabiliriz; Konut fiyatlarının artmasına dair baskı hissettiğimizde, şehrin yeni sahiplerinin kimler olduğunu bilmek belki de işimize yarayabilir. Bu yeni sahipler bu şehri pek de umursamıyorsa, işte orada bir sorun var demektir. Ve HEPİMİZ neden bunca konut sıkıntısı çeken varken bunca boş evin varlığını sorgulamıyoruz? İnsan Hakları Beyannamesi’nde yaşamak için yeterli alanların olması üzerinde duruluyorken, neden bu krizden sorumlu olan devletler hiçbir şey yapmamaya devam ediyor?

Yoksul ve savunmasız insanlar, konuttaki spekülasyonlarla şehirlerden dışarı itiliyor. Evsizlik artmaya devam ederken, şehirlerin zenginler için “oyun alanlarına” dönüşmesi beklenen bir son. PUSH belgeseli, giderek yaşanamaz hale gelen şehirlere ışık tutarken, hükümetlerin gönül rahatlığının da altını bolca çizmekte. Umuyorum ki belediyeler ve devletlerin “uyanmalarına” yardımcı olabilir bu belgesel. Tabii ki kolay değil; fakat güzel bi haber vereyim. Yapmaya çalıştıkları için “Bu bir sivil toplum hareketi değil, sadece şehirlerin hareketi. Tüm paydaşların hareketi olmasını umuyorum” şeklinde bahseden Leilani Farha’nın “Konut insan hakkıdır.” söylemleri Berlin’de yankı uyandırıyor ve Berlin Senatosu beş senelik kira kontratı gibi bir kural getiriyor!

PUSH Belgeseli | Görsel: PUSH Belgeseli

Emlak sektörüne farklı bir pencereden bakmayı ve konut piyasasının az bilinen parçalarını görmemizi sağlayan PUSH, zaman zaman iç karartıcı ve üzücü olsa da bizlere konutun bir meta değil, bir insan hakkı olduğunu anlamanın zamanı geldiğini hatırlatıyor. Umuyorum ki emlakçı, emlak sektörü geliştiricileri ve bu alanda çalışan title’ını bilmediğim her kim varsa PUSH belgeselini izlerler ve vicdanlarına dönüp bir bakarlar. En azından hala derinlerde bir yerde hala kaldı mı, onu bir yoklasınlar.

Konut krizinin altında yatan nedenleri araştırma riskine girdiği için de Fredrik Gertten’i buradan canı gönülden alkışlıyorum. Her zaman “Evimiz gibisi yok.” diyoruz, ama yakında gerçekten olmayacak. Hadi kendimize ve çevremize tekrar tekrar soralım: Şehirler bizim için yoksa, peki kimin için ve ne için varlar?

Kapak Fotoğrafı: Marcus Lenk / Unsplash

İlginizi çekebilir: Bülent Tunga Yılmaz’dan İstanbul’da Yaşam Kalitesi