Raşel Rakella Asal ile: Yaşamda Sanatla Sosyal Değişim Üzerine
Raşel Rakella Asal, sanat alanındaki uzun yıllara dayanan birikimi ve engin gözlemleriyle tanınan bir sanat yazarı. Bir Holokost hikayesi olan Cecile romanının yazarı, İzmirli köklü bir Sefarad ailesine mensup. Sanat tarihine olan ilgisini derinleştirdiği Paris’te aldığı eğitimler ve Louvre Müzesi’nde katıldığı seminerlerle, bakış açısını farklı kültürlerle zenginleştiren Asal, 1989’dan beri sanat dünyasında etkileyici bir yolculuk sürdürmekte. Türkiye’de çeşitli dergilerde sanat üzerine kaleme aldığı yazılarla okuyucularını sanatın farklı yönleriyle buluşturan yazar, “Yaşamdan Sanata” adlı yeni kitabında, 2001’den bugüne yazdığı yazıları bir araya getirerek okuyucularına bir başvuru kaynağı sunuyor. Bu söyleşide Asal, sanata ve edebiyata bakışını, çağdaş sanatın günümüzdeki yerini ve sanatın özgürleştirici gücünü derin bir perspektifle ele alıyor.
Sevgili Rakella, her şeyden önce yeni kitabını tebrik ediyorum. Bu kitabın basılma amacının sanat üzerine yazılarını toplu halde bir kitap olarak değerlendirmek olduğunu düşünüyorum. Bu konuda ne söylemek istersin? “Yaşamdan Sanata” 2001’den bugüne olan yazılarından oluşuyor. Bu yazın yolculuğunu bizlerle paylaşır mısın?
Bizi şekillendiren sadece içinden geldiğimiz ailemiz değil, yaşadığımız ortam, aldığımız eğitim, o eğitimin bize aşıladığı değerler ve yaşadığımız ülkenin bize aktardıklarıdır. Tabii ki bunlar duyarlılığımızın açık olması ile ilişkilidir. Her şey 1989 yılında Ülkesel Turist Rehberliği sertifikamı almamla başladı diyebilirim. Fransızcamı geliştirmek için 1989- 1992 tarihleri arasında Fransa’da dil kurslarına katıldığım senelerde oradaki Açık Öğretim Üniversitesi’nin gece eğitim programında sanat tarihi derslerine, Paris’te Louvre Müzesi’nin sanat tarihi seminerlerine katıldım. Bu seminerler sanat tarihi hakkında bilgilendirici olduğu kadar bana yeni bakış açıları kazandırdı. Sanatın serüvenini, bir sanatçı olmanın ne anlama geldiğini anlamaya yöneldim. İnsanoğlu sanatın dilini nasıl oluşturdu? Nasıl sanatı yarattı? Neden çizgi çizdi? Niçin sanat yaptı? Bütün bunların gerçek işlev ve amacı neydi? Sanata ilgim artıkça bu sorulara yanıt aramaya çalıştım. Bu yazılarım ilk İzmir Life kültür sayfasında yayınlandı. Yerli ve yabancı birçok sanatçıyı izlemeye, sergileri takip etmeye, yurt dışı seyahatlerimde o ülkenin müzelerini gezmeye, o kültürü tanımaya çalıştım. Dolayısıyla sanat daha çok ilgi alanıma girmiş oldu. Arkadan bu yazılarımla dergilerde ve internet sitelerinde yer almaya başlamamla sonsuz bir sanat evreninin içinde buldum kendimi. Yıllar geçtikçe büyüyen bir kozaya dönüşen bu yazıları toplu olarak bir kitap halinde yayınlamak isteği kaçınılmaz oldu.
Sanat ve edebiyat sence ne ifade ediyor?
Bütün güzel sanatların amacı insanda güzel duygular uyandırmak, insana coşku, heyecan, sevinç kazandırmak, insanın düşünce dünyasını geliştirmek, insanı kendi dışındaki yaşamın gizemli dünyasını arama amacını taşır. Edebiyat da güzel sanatlar gibi aynı amacı taşır. Dolayısıyla iki alanda birbiriyle iç içedir, her ikisi de yaşamdan beslenir ve ayrı düşünülemez.
Sanat yazılarının 2001 yılında başladığını göz önüne alırsak, bugün bu konuda geldiğin noktayı nasıl değerlendirirsin?
Sanat sayesinde kendimizle ve toplumla yüzleştiğimize olan inancımı hep korudum. Yaşamın kendisi değişim. Değişimi her an yaşıyoruz. Dünya, sanat, kültür, ekonomi, gereksinmelerimiz, ortamlar, davranışlar, düşünceler, dil değişiyor. Bizler de bunlarla birlikte değişim geçiriyoruz. Her şeyden, herkesten öğrenilecek ne çok şey var. Yıllar içinde sanatı ve bugün geldiği noktayı anlamaya çalışırken kendimi bir öğrenci olarak duyumsuyorum. Bu bilgileri yazıya dönüştürmek ve öğrendiklerimi okurla paylaşmak isteği içinde oldum hep. Okuduğum her kitap, gördüğüm her sanat eseri, izlediğim her film, arkeolojik olsun çağdaş olsun her mimari yapı beni etkileyen ve yönlendiren bilgi kaynağı olarak bana yazı yazma isteği ile geri dönmüş oluyor. Amacım sanat aracılığıyla farkındalık yaratmak oldu.
Sanatın özgürleştirici yanı hakkında ne düşünüyorsun?
Sanatçıların sanatları ile kendilerini ifade ettikleri fikrini kabul etme eğilimindeyiz. Sanatçıların eserlerine “kendilerinden bir şeyler kattıkları”, belki de kendi içlerindeki duygu ve hisleri imgelerine aktardıkları düşünülür. Ama bu gerçekten ne anlama geliyor? Eğer bir sanat eseri aracılığıyla aktarılan duygu ve hislerden bahsediyorsak, bu nasıl gerçekleşiyor? Birkaç kuru, kıvrık bahar yaprağını akıldan nasıl çiziyor bir ressam? Yaprakların dokusunu, damarlarını, yeşilini, kahverenginin ve altın renginin tonlarını zarifçe tuvaline ve dolayısıyla hayata geçirmesi beni büyülemiştir. Bunları yapan bir kişinin doğayı tuvaline aktarması mucize değil midir? Bence sanatın gücü bu gizemindedir. Ayrıca sanatın bir özgürlük eylemi olduğunun da altını çizmek isterim. Sanatçıların özgür bir hayatın temelinin sanat olduğunu savunan düşüncelerine katılıyorum. Sanatın geçirdiği evreleri öğrendikçe bugünden eski dönemlere bakıp geçmiş gözümüzde canlanır, geçmişle bugünün arasında kırılmaz bir bağ olduğunu anlarsınız. Bu da sanatın bir başka büyüleyici yanı. Tüm sanat dallarını bize yazılmış birer mektup olduğunu düşünün. Tüm bu mektupların içinde hem sanatın hem de insanoğlunun evrimini görürsünüz.
Yazılarında çağdaş sanat önemli bir alan oluşturuyor. Çağdaş sanat üzerine neler söylemek istersin?
Çağdaş sanatın şaşırtıcı, eleştirel, yenilikçi ve yaratıcı tarafı beni bu sanatı anlamaya iten ana neden oldu. Çağdaş sanatı anlamak çaba gerektiriyor. Bu yönüyle izleyiciden emek istiyor. Alışılmış olanı görmeye şartlanmış bir göz için zahmetli bir iş.
Sanatta orijinal düşünce ve özgünlük değerlidir. Mesele ilk düşünen, ilk uygulayan olmaktır. Sanat yenilik ve hayal gücüyle ilgilidir. Gökdelenlerin babası olarak bilinen Sullivan tek başına tuğlanın ağırlığı ve yoğunluğu yüzünden yüksekliği sınırlayan bir materyal olduğunu keşfetmişti. Bina tuğla ile ne kadar yükselirse temelin yükü taşıması o derce zorlaşıyordu. Çelik çerçeveli strüktürün böylesi dertleri yoktu, dolayısıyla binalar dilendiği kadar yükselebilirdi. Böylece binalar yukarı, daha yukarı çıkabildi.
Schwitters istenmeyen gündelik eşyaları sanat eserlerine dönüştürdü. Bu ilk uygulama değildi. Braque da Picasso da böyle bir denemeyi yapmışlardı. Ancak konsepti en ileriye taşıyan kişi, 1917’de bir pisuarı üzerinde hiçbir değişiklik yapmadan sadece “Çeşme” adı vererek “hazır-nesne” kavramını sanata getirmiş olan Ducahamp oldu. Duchamp’ın eserleri estetikten çok fikirlerin dünyasına aitti. İzleyicinin gözünü okşamakla ilgilenmiyordu, peşine olduğu şey zihinlerimizdi. “Hazır-nesne”yi benimseyen Tzara ile Ball iki yıl sonra kavram olarak Dada akımını tanıttılar. 1924’te Dada akımı realizm oldu, daha sonra Kavramsal Sanat adını aldı.
Magritte bize yaşamın bir illüzyon olduğunu anlattı. Amerikalı ressam Edward Hopper terk edilmiş, yalnız ve korumasız figürleri aracılığıyla izleyiciye kasvetli ve ıssız bir New York ortamı yarattı. “Gece Kuşları” isimli eserinde koca New York şehrinin bir hayalet şehre dönüşmesini, çağdaş insanın yalnızlığını üç suskun kişinin üzerinden verdi.
Jackson Pollock’un ilk damlatma resimlerini yaptığı yıl 1947’ydi. Anthony Caro “Bir Sabah Erkenden” adlı heykelini 1962’de yaptı. Şekilsiz, yapı iskeletine benzeyen, metal direklerden ve kirişlerden oluşan bir heykel ilk bakışta küçük bir çocuğun mukavva ve telleri eğip bükerek elde ettiği bir şekli andırıyordu. Ama daha ayrıntılı baktığınızda etkilenmeden edemiyor, ürperiyordunuz. Bu heykel yakınlık ve deneyime dair Soyut Dışavurumcu bir işti.
Günümüz sanatına baktığımızda video sanatı, dijital sanat, kavramsal sanat, enstalasyon gibi birçok sanat akımları disiplinler arası bilgiyi barındırıyor. Sanatların birbirinden bağımsız olmadığı, sanatın artık tek başına ele alınmamaya başlandığı günümüzde sanat dalları birbirleriyle bir bütünleşmeye doğru bir yol izliyorlar. Çağın sanat anlayışı sanat alanı dışındaki tüm disiplinlerle etkileşim içerisinde. Dolayısıyla sanat disiplinleri arasındaki katı sınırlar ortadan kalkıyor. Kısaca vurgulamak istediğim nokta çağdaş sanatın geleneksel sanattan kopuşudur.
Türkiye’de sanatın geldiği noktayı nasıl değerlendirirsin?
Türkiye’de kuşkusuz önemli sanatçılar var. Derinliği ve yeniliği olan sanat eserleri üretiliyor. Sahip olduğumuz değerlerin ne kadar büyük bir zenginlik olduğunu, bizleri fark yaratacak bir konuma taşıdığını öğrenmek ülkem adına gurur verici bir deneyim oldu. Çağdaş Türk sanatçılarını izledikçe Türk plastik sanatının kendini yenilemesini görmek büyük bir mutluluk. Diğer yandan yeni müzelerin açılmış olması da sevincimi katlıyor.
Müzelerin başlı başına bir öğrenme alanı olduğunu düşünüyorum. Merakımızı canlı tutmak ve sanatla köprüler kurmada önemli bir görev üstleniyorlar. Çağımızda dünyada müzeler bellek mekânı olarak da yaşamımızda yükselen değerler arasında önemsenen kültür merkezleri. Bu konuda Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi, Rahmi Koç’un Sanayi Müzesi iyi birer örnek. Sakıp Sabancı Müzesi, İstanbul Modern Sanat Müzesi, Yenilenen AKM binasının içindeki müze, Truva Antik kenti müzesi, Vehbi Koç Vakfı Çağdaş Sanat Müzesi, Ömer Koç Modern Sanat Müzesi, Bodrum’da Zeki Müren Sanat Müzesi, Eskişehr’de Elgiz Müzesi, İzmir’de Ahmet Priştina Kent Arşivi ve Müzesi, Arter, Bayburt’ta Baksı Müzesi gibi burada hepsini sayamayacağım kadar sayıları bir hayli kabarık müzenin açılmış olmasını sevindirici buluyorum.
Oldukça özgün kişisel serüveninde sanat mı edebiyat mı yaşamın erken başladı senin için?
İkisi de aynı anda önem kazandı diyebilirim. Güzel sanatlar tanımında edebiyat güzel sanatların kollarından biri olarak kabul görür. Müziğin, resmin, mimarinin dilini çözmek için edebiyat dilinden yararlanılır. Diyebiliriz ki tüm sanat eserlerinin ortak bir dili vardır. Edebiyat ve sanat birbirinden beslenen iki kaynaktır.
Son olarak sadece yazar olarak değil, bir sanat insanı olarak yeni hazırlık ve çalışmalarına dair yeniliklerden, gelişmelerden söz edebilir misin?
Neyi, ne zaman yapacağımızı yaşadıklarımız belirliyor. Yaşama biçimimde edebiyatın ve sanatın alanını çağrıştıran her türlü malzeme benim ilgi alanımı oluşturuyor. Gezdiğim bir ülke, bir müze, bir sergi beni etkilemişse bende yazma duygusunu ateşliyor. Belki de bir türlü o sanatçı ile bir rekabet hissi oluşuyor. O sanatıyla kendini ifade ettiyse ben de kendimi yazı ile neden ifade etmeyeyim fikri oluşuyor. Yani bir eseri gördüğüm an, etkilenmemle bir yazı oluşturma hissi ağır basıyor. Elle aldığım sanatçılar büyük dediğimiz, kendilerini ispat etmiş sanatçılar. Onlarla bir yarış içinde olmam tabii ki söz konusu değil. Beni kamçılıyor olmaları beni heyecanlandırıyor olmaları az şey değil.
Kapak Fotoğrafı Kaynağı: Şalom Gazetesi
İlginizi çekebilir: Ceren Muslu’dan Dünyanın Yan Etkileri
İlk yorumu siz yazın!