Evrensellik arayışında dünyayı dolaşan Hollandalı Rembrandt Trio, İran’ın güçlü sesi Motamedi ile 10 Aralık’ta Ankara’ya geliyor! Konserden önce, yıllardır Türkiye’de cazseverlerle buluşan Remembrandt Trio ve ilk kez Türk dinleyicisiyle tanışacak olan Mohammad Motamedi’ye yakından bakalım, ardından sizi Rembrandt Frerichs ile küçük söyleşimize davet ediyoruz.

rembrandt-trio-03
Rembrandt Trio | Fotoğraf: Rembrandt Trio

Benim için müzik, beni her zaman geçmişe ışınlayan bir zaman kapsülü. Çoğunlukla kendi anılarıma bazen de bilmediğim ama geçmiş olduğunu hissettiğim bir zamana. Belki geleceğe de götürüyordur ama gelecek henüz gelmediği için bunu anlamıyor olabilirim. Hollandalı caz üçlüsü Rembrandt Trio’nun en modern parçalarında da tam olarak böyle hissediyorum. Bir tanıdıklık duygusu, biraz geçmiş, biraz şimdi. Bu çok sevdiğim üçlü, 10 Aralık Salı akşamı, İran’ın usta doğaçlama sanatçısı ve klasik Pers vokal geleneğinin büyük yorumcularından Mohammad Motamedi ile yayımladıkları İntizar albümüyle CSO Ada Ankara’da konser verecek. 

Evrensel Bestelerin Üçlüsü

Hollandalı Rembrandt Trio, yirmi yıla yakın bir süredir müziğin sınırlarını aşarak yeni tınılar arayan üç dostun oluşturduğu bir grup: Rembrandt Frerichs (piyano), Tony Overwater (kontrbas) ve Vinsent Planjer (davul). Onların hikâyesi, geleneksel caz eğitiminin ötesine geçerek evrensel müzik yapma tutkusuyla şekillenmiş. Onların bu arayışı, sadece müzik türlerini değil, dönemleri ve kültürleri de kapsıyor.

Geçmişten Getirdikleri Tınılar

Rembrandt Trio’nun müzikal arayışındaki bir diğer önemli unsur, geçmişin seslerini bugüne taşımak. Grup, tarihî enstrümanlarla çalışmaya 2014’te başlamış. Rembrandt Frerichs, Mozart dönemine ait 1790 yapımı Walter fortepiyanosunun bir replikasını kullanıyor. Bu enstrüman, santur gibi mikrotonal müzik aletlerinin tınılarına benzer bir atmosfer yaratıyor. Tony Overwater ise viyola da gamba ve kontrbasın atası olarak bilinen Pellegrino viyolonunu çalıyor.

ekran-resmi-2024-12-02-13-35-05
Tony Overwater | Fotoğraf: Rembrandt Trio

Overwater, Pellegrino Micheli’nin 16. yüzyılda yaptığı bir viyolonun detaylı ölçümlerini Paris’teki Müzik Müzesi’nde incelemiş ve sonra bu tarihi enstrümanı yeniden yapmış. “Bu, yalnızca bir enstrüman değil, bir hikâye anlatıcısı.” diyor Overwater. Ona göre ve dinleyen pek çok kişiye göre Overwater’ın enstrümanın sesi, tam anlamıyla tarihsel bir zarafet. Vinsent Planjer ise farklı kültürlerden topladığı vurmalı çalgılarla oluşturduğu özel “Whisperkit” ile bugünün ritmlerine geçmişin yankılarını eklemiş. 

Rumi’den İlhamla

Grup, daha önceki albümleri olan A Wind Invisible Sweeps Us Through The World’ü Mevlâna Celaleddin Rumi’den ilhamla kayda almış, albümde dünyanın dört bir yanından müzikal motifleri bir araya getirerek müziğin evrensel gücünü keşfetmeye çalışmışlardı. Son albümleri İntizar, bu yolculuğun devamı gibi. Albüm, yalnızca farklı kültürleri değil; geçmişi ve bugünü de bir araya getiriyor.

İntizar

Rembrandt Trio ve Mohammad Motamedi’nin iş birliğiyle ortaya çıkan İntizar, dinleyiciyi Doğu’nun derin şiirsel gelenekleriyle Batı’nın harmonik dünyası arasında bir yolculuğa çıkarıyor. Albümün adı, Türkçe’ye “Bekleyiş” olarak çevriliyor ve bu kelime, albümdeki her parçanın ruhunu yansıtıyor: Sabır, özlem ve bir araya gelmenin tarif edilemeyen mutluluğu. Rembrant Trio müzikte aradığı evrenselliğe ulaşma çabasında tatmin oldu mu bilemem ama albüm için herkesin duygularında yer bulan bir isim buldukları kesin. 

Albümdeki eserlere gelince… Tam şarkının melodik büyüsüne kendinizi bırakacaksınız, o sırada tüm o melodinin bir tül perde olduğunu anlıyor hikâyeye kapılıyorsunuz. Bazen de tam tersi…  Sizi kendinizden geçiren ağzınızdaki lokmada her an başka bir lezzet almak gibi. Neyi daha çok sevdiğiniz konusunda haksızlık yapmak istemiyorsunuz. Rembrant Trio’nun caz motifleri mi, Motamedi’nin vokali mi, ne? Örneğin albüme ismini de veren açılış parçası İntizar Motamedi’nin çocukluğundan hatırladığı bir melodi üzerine inşa edilmiş. Walter fortepiyano ve Pellegrino viyolonunun zamansız tınıları, dinleyeni hem eski bir Pers şiirine hem de modern bir caz sahnesine davet ediyor. En çok neyi beğendiğinizi düşünmeyi bırakıp müziğe teslim olmak en doğrusu.

Türkiye’de

North Sea Jazz Festivali’nden İngiltere’nin ünlü caz barı “Ronnie Scott’s”a kadar birçok prestijli mekânda sahne alan Rembrandt Trio, 2012 Akbank Caz Festivali’yle başlayan Türkiye serüveninde Eskişehir, Ankara, Kaş ve İstanbul’da konserler verdi. Şimdi ise ülkemizde ilk kez konser verecek olan Mohammad Motamedi ile bir kez daha Ankaralı müzikseverlerle buluşacaklar.

motamedi-25
Rembrandt Trio,  Mohammad Motamedi | Fotoğraf: Rembrandt Trio

Sizleri, birkaç ay önce Rembrandt Trio ile yaptığımız kısa sohbete davet ediyorum:

İlişkiler dahil pek çok şeyin hızla tüketildiği günümüzde, sizlerin yirmi yıla yaklaşan müzikal birlikteliği söz konusu. Bu birliktelikte, birbirinizi tamamladığınız noktalar ve sizi bir arada tutan nedir?

Rembrandt Trio’nun her bir üyesi müziğimizde farklı bir role sahip. Bu birlikteliğin bu kadar uzun süre ilham verici olmasının sırrı, her birimizin müziğe kattığı bu rollerin farkında olmamızda yatıyor. Örneğin, Rembrandt Osmanlı müziğinden ya da Hindistan’dan ilham aldığı yeni bir ritimle gelirken basçı Tony Bach korallerinden bir şeyler getirir. Vinsent ise eski timpani enstrümanlarıyla ilgili bulduğu ilginç detayları paylaşır. Provalarımızda bu yeni bulgulara açık bir zihinle yaklaşırız. Bu yüzden grubumuzda bir kişinin değil, üç kişinin liderliği söz konusu.

Mohammad Motamedi ile bir albüm yayımladınız. Albümden kısaca bahsedebilir misiniz?

Mohammad Motamedi ile birkaç yıl önce tanıştık ve birlikte konserler verdik. Bu süreçte yeni bir dostluk doğdu. Mohammad, ruhunuza dokunabilen çok iyi ve hassas bir doğaçlamacı. Onun kişiliğinin iki yönünü yansıtan bir albüm yapmaya karar verdik: Rumi ve Hafız gibi şairlerin ruhani yorumlayıcısı ve eski popüler İran şarkılarına olan sevgisiyle dünyevi bir şarkıcı. Bazı düzenlemelere keman, çello ve klarnet ekledik ve Amsterdam’daki ünlü Orgelpark’taki tarihi kilise orglarını kullandık. 

Coğrafi olarak yakınlık gibi sebeplerle Türkiye’nin İran ile kültür alışverişi söz konusu. Dışarıdan bakıldığında iki kültürün müziği ile ilgili ne gibi benzerlikler mevcut?

En çok dikkat çeken şey, iki kültürün müziğindeki ses dünyası. İran müziği, klasik doğaçlamanın hâlâ büyük bir parçası olması nedeniyle Orta Doğu’nun en açık ve uyumlu müziklerinden biri. Türk müzik mirasında ise Kudsi Erguner ve Osmanlı saray müziğiyle ilgilenen müzisyenlerle çalıştık. Türk müziğinin halk müziği yönüyle de tanıştık ve halk müziğinize yakından bakmak bizim için çok ilgi çekiciydi.

O zaman bağlama ile de tanıştınız. 

Evet.

Bağlamanın sizde uyandırdığı duyguları ve ona teknik anlamda bakış açınızı merak ettim.

Harika bir soru ve sanatsal açıdan ilgi çekici bir meydan okuma! Ben bağlamanın tınılarını, Bach ve Handel gibi bestecilerin eserlerinde duyduğumuz klavsen tınısına benzetiyorum. Bizim için mevcut müzikal dünyalardan yeni sesler yaratmak ilginç. Her birimiz kendi geleneğimize köklü bir şekilde bağlı olduğumuzda, birbirimizin müzikal diline daha derinden ulaşabiliyoruz. Bağlamanın üzerine yeni şeyler inşa edilebilecek dokusu var. 

Müzikte evrensel olmak adına geçmişin enstrümanlarını bugüne taşıyorsunuz. Yaptığınız bir nevi müzik arkeolojisi. Bu sebeple pek çok ses ve enstrümana hakimsiniz. Tek bir enstrüman seçseniz, bu ne olurdu?

Benim için bu, erken dönem bir kuyruklu piyano olurdu. Evimde 1896 yapımı bir Steinway A modeli var. 130 yıllık geçmişiyle bu piyano, güçlü bir Steinway sesine sahip ancak daha zarif ve karakteristik bir tınısı var. 

Bugünü taşımak istediğiniz başka enstrümanlar var mı?

Evet, Ermenistan’dan gelen duduk enstrümanına hayranım. İnsan sesine çok yakın bir tınıya sahip. Ayrıca klavikord da ilgimi çekiyor; Bach’ın yatak odasında bulundurduğu bu küçük klavye, vibratoları mümkün kılan bir teknik sunuyor.

Atölye ve ustalık sınıfları düzenlediğiniz Tonality Music isimli uluslararası bir derneğiniz var. Dünyanın farklı ülkelerinde atölyeler düzenlemiş müzisyenler olarak bu konudaki düşünceleriniz değerli. “Müzik eğitimi nasıl olmalı?” sorusunun evrensel bir cevabı var mı?

Müzisyenlerin her zaman müzik tutkularını ve ilgi alanlarını öncelikle takip etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Çevrenizdeki yöneticiler veya başkaları size halkın neyi seveceğini söylemeden önce, içinizden gelen sese kulak verin. Kendimden bir örnek vereyim: Fortepiano gibi erken dönem enstrümanlara yıllar önce hiç ilgi duymuyordum. Ancak merakımı takip ederek hiç hayal edemediğim bir ilham yoluna çıktım. Bu, öngörülemez bir süreçtir. Kayhan ve Erdal ile iş birliğimiz de böyle başladı. Önceleri bir sezgi ya da “his” olarak başlayan bu süreç, sonunda muhteşem bir uyuma dönüştü. Bu, müzikal gelişimimde beni motive eden şeylerden biri.

Evrensel müziği bulmaya çalışmak, kara deliğin sonunu aramak gibi değil mi?

Kesinlikle! Bizim amacımız, evrensel müziği aramaktan ziyade, onu bulduğumuzda tanımak. Sahnede deney yaparak, bizi kişisel olarak etkileyen parçaları çalıyoruz ve bu parçaların Çin, Tayvan, Hindistan, İran, Türkiye ve Avrupa gibi yerlerde nasıl yankılandığını gözlemliyoruz. Ancak seyircinin tepkilerini gördükten sonra o melodilerin gerçekten evrensel olduğunu söyleyebiliriz. Yani bu süreç, aslında yaparak keşfetmekten ibaret.

Bu arayışta sizi sonuca ulaştıracak en konforlu müzik aracı caz mı?

Caz benim için bir gramer ve dil. Bu, diğer dilleri öğrenmemi kolaylaştıran bir temel. Hollanda’nın Hague caz sahnesinde oldukça geleneksel bir eğitim aldım. Her yıl Barry Harris gibi efsaneler gelip ders verirdi. Şimdi, kendi dilimi bu kadar akıcı konuşabilmek, farklı dillerden müzisyenlerle iş birliği yapmayı çok daha kolay hale getiriyor. Kendi ana dilinizi akıcı konuştuğunuzda, yabancı dilleri öğrenmek de kolaylaşır, değil mi? Hollandalılar için bu biraz daha kolaydır çünkü televizyonlarda her şeyi orijinal diliyle izleriz ve sadece altyazı vardır. Bu da kulağımızı ve diğer dillere aşinalığımızı geliştirir.

Ülkemizde İstanbul, Ankara, Kaş ve Gümüşlük’te konserler verdiniz. Yeniden Ankara’da olacaksınız. Türk dinleyicisi ile ilgili düşünceleriniz neler?

Türk dinleyicisi harika! Genel olarak oldukça genç bir kitleyi kapsıyor ve bu sahne aldığımız her yerde enerji dolu bir atmosfer yaratıyor. Ayrıca Türk kültürü o kadar eski ve zengin ki konserlerimize gelenler kendi geçmişlerinden bir şeyler getiriyor ve müziğimizde sunduğumuz derinlikleri fark ediyor. Konserlerden sonra Instagram üzerinden aldığımız geri dönüşler genelde çok bilgili ve duyarlı kişilerden geliyor.

Sizi bu kez İntizar ile dinleyecek olmak heyecan verici. Çünkü her parçayı ayrı ayrı sevdim. Ankara’da görüşmek üzere.

Biz de Mohammad Motamedi ile üretmekten büyük keyif aldık. Umarız Ankaralı müzikseverler de aynı keyfi alır. Görüşmek üzere.

Kapak Fotoğrafı: Rembrandt Trio

İlginizi çekebilir: Halil Şimşek’ten Çağla Meknuze ve Mairi Pardalaki ile Röportaj