Bin sayfalık biyografisini okuyacak kadar Vivienne Westwood hayranı biri olarak müziğin modaya yansımasını ve punk kültürünü hep sevdim. Punk’ın öfkesi beni içine çeker çünkü günümüzde bir zehirmiş gibi davranılan öfkenin aslında tarih boyunca bütün işe yarar dönüşümlerin fitilini ateşlediğine çok inanıyorum. Öte yandan günlük yaşamda sürekli telkin etmek zorunda kaldığım “doğruyu haykırma” halinin punk’ın DNA’sında olmasının da bunda etkisi var şüphesiz… Bunların hepsi bir araya gelince, son birkaç yıldır da İstanbul’da genç sanatçıları merkeze alan punk sahnesinin gelişmesini gerçek bir keyifle izliyorum! O sahnenin yetenekli isimlerinden Robin’i yakalayınca soracaklarımı ortaya döktüm ve modanın punk halini konuştuk. Keyifli okumalar!

Robin, öncelikle tanıştığımıza çok sevindim. İznin olursa biraz ‘millenial’ bir soruyla başlayacağım

Bir millenial olarak Z ve Alpha jenerasyonlarının ilgisiyle birlikte punka olan ilginin yeniden yükselişi beni çok mutlu ediyor. Senin bu müzikle olan hikâyenin başına dönersek ilgin nasıl oluştu?

Punk tavrının tekrar bu kadar görünür olabilmesi beni de oldukça heyecanlandırıyor. Liseye başladığım zamanlarda çok yalnız hissetmeye başlamıştım. Duyduğum müzikler bile benim hikayemi anlatmıyordu. Sanki ben hiç yokmuşum gibi davranıyordu dünya. Artık hiç müzik dinleyemez olmuştum ki bu o zamana kadar en sevdiğim şeydi. İnternette nihilizm hakkında okurken kendimi bu müziği dinlerken buldum. İlk dinlediğim Türkçe gruplar da “Cemiyette Pişiyorum” ve “Sokak Köpekleri”ydi. Normalde şarkılarda hiç bahsedilmeyen konular hakkında yazmaları, benim gibi yaşamaları, müzik kurallarını umursamamaları beni çok etkilemişti. Ardından ben de kendi hikayelerimi anlatan şarkılar şiirler yazmaya başladım; artık yalnız hissetmiyorum!

Modanın da tıpkı müzik gibi bir ‘self-expression’ aracı olduğu tartışılmaz. Sen sanatçı kimliğini inşa ederken moda tercihlerin nasıl şekillendi? Stil evriminde ilham aldığın isimler kimler oldu?

Müziğimi kaydetmeye ve sahnelemeye yapmak istediğim her şey yasak olduğu için başladım. Etek giymek istemem hoş karşılanmıyordu. Ben de kurduğum ilk grubumda sahneye sadece etek ve elbiselerle çıktım. Moda tercihlerim, özellikle sahnede, bana izin verilmeyen her şeyi orda yapmamla şekillendi, kendimi böyle tanıdım.

Stilimi ararken ilham aldığım kişiler genellikle çizgi film karakterleri. Bu sıralar Rocket Power isimli çizgi filmdeki Otto Rocket gibi giyinmek hoşuma gidiyor.

İsyan ve özgünlük punk’ın ruhunun belki de en temel yapı taşları. Bu iki kelime senin müziğin ve diğer kreatif üretimlerin için neyi ifade ediyor?

Keşke kimse isyan etmek zorunda kalmasa ama hepimiz ederken buluyoruz kendimizi. İsyan etmelerim beni hep yaratmaya itti. İsyan edip çözüm bula bula kendi dilimi tanıdım, farklılıkları anladım. Eğlenmeye başladım. kendimle arkadaş oldum. Özgünlük de kendinle arkadaş olduğunda başlıyor bence.

Les Benjamins ile bir araya geldiğin “Robin Polat- Eastern Punk” kapsül koleksiyonu yalnızca iki adet üretilen iki özel parçadan oluşuyor.

Koleksiyonu bu denli minimal tutma fikri nasıl ortaya çıktı? Bize biraz tasarım süreçlerinden söz edebilir misin?

Benji ile ilk tanıştığımda kafasına uyanan fikrin kendine bile kulak asmadan peşinden gitmesi çok ilham verici oldu benim için. Zaten Benji ile konuştuğunuzda o yoğun kafayı hissediyorsunuz. Süreç boyunca iletişimdeydik ve her buluşmamızda varoluş felsefesi konuştuk. Bu hikayeyi anlatma sırasında sahne parçalarını özel tutmak istedik. 70’ler Uk punk rock scene’inden ve 2000ler punk/grunge stilinden çokça ilham aldık.

Punk kültürü 70’lerden beri varlığını korumayı başarıyor. Günün sonunda “punk is not dead” esprilerin ötesinde. Peki sence bu kültürün gelişiminde 2020’ler itibariyle neredeyiz? 70’lerden bugüne neler değişti?

Garipleşen dünyamızda bizler de garipleşiyoruz. İlişkilerimiz, duygularımız, kimliklerimiz daha da kafa karıştırıcı bir hal alıyor. Sanat böyle zamanlarda bizlere yol gösterdi. Sanata en çok böyle zamanlarda ihtiyaç duyduk. Punk rock barizi bağırır, kafa açar. Savaş nesilinin çocukları olan yetmiş-seksenlerdeki punklar savaşın getirdiği ahlaki yıkımı, o dünya ile uyumlanamayışlarını bağırdılar. Yeni dünyamız da farklı bir noktada değil bana sorarsan. İlişkilerimiz, gerçeklik algımız, ruh halimiz psikolojimizden hızlı gelişen teknolojiyle uyumlanamıyor. Biraz kafayı yiyoruz ve bunu bize söyleyen bir sanat türüne ihtiyacımız var. Bence gelen ve gelecek nesiller punk rock tavrını taşıyan sanatçılarla daha da yakınlık hissedecekler. Ayrıca Allah Rahmet eyler elbet ama ölmedik daha buradayız 🙂

Markaların artık influencer’lardan ziyade sanatçılar, müzisyenler, şefler gibi pek çok kreatifle çalışmaya başladığını görüyoruz ve kendi adıma bundan mutluluk duyduğumu söyleyebilirim. Genç bir sanatçı gözünden dinlemek istersek, sence markaların bu ilgisinin müzisyenler adına getirileri neler?

İnsanlar da artık içi boş trendlerden çok sıkıldı. Şahsen beni inandırmayan ve beni anlatmayan bir hikayenin peşinden gitmem bir tüketici de olarak. Les Benjamins içinde kendim olabildiğim bir marka. Çocuksu heyecanını diri tutup bunu profesyonellikle birleştiren bir ekip. Kesinlikle kolay rastlanan bir şey değil.

Zaten ben de buna çok şaşırmıştım. Çünkü “normalde” böyle işlerde kurumsallıktan ve samimiyetsizlikten ruhunuz çürür. Bu işbirliği bambaşkaydı. Geri dönüşler çok samimi ve güzel oldu. Ayrıca süreç boyunca birçok yaratıcı ile tanıştım. Bunun bir parçası olduğum için çok mutluyum, çok arkadaş edindim.

Son olarak ajandada yakın dönem için sana heyecan veren, paylaşmak istediğin projelerin var mı?

Uzun zamandır moda markamı kurmayı çok istiyordum. Bunun üzerine çalışıyorum hala. Yaptığım müzikte kendimle ilgili yeni birçok kanal keşfettim. Yakında duyacaksınız!

Kapak Fotoğrafı Kaynağı: Instagram/@melihkun

İlginizi çekebilir: Gizem Kalaç’tan Storrveldi ile Sanat ve Moda İlişkisi Üzerine