Russo Kardeşler Röportajı: The Electric State Netflix'te
Sinema tarihinde dünya çapında 2 milyar dolar gişe hasılatını geçen 7 filmden 2’sinin, Avengers: Endgame (2019) ve Avengers: Infinity War‘un (2018) yönetmen ikilisi Anthony ve Joe Russo Kardeşler, MARVEL Sinema Evreni’nin Üçüncü Faz’ına yön veren isimler olarak günümüz yaygın akım sinemasının en değerli isimlerinden. İkili, önümüzdeki dönemde MARVEL Sinema Evreni’ne dönmeden önce farklı dijital platformlar için imza attıkları projelerle turneye çıktı adeta: Apple TV+’ın Cherry (2021), Netflix’in The Gray Man (2022) filmleri ve Prime Video’nun Citadel (2023-…) dizisinin ardından, şimdi sırada Russo Kardeşler imzalı Netflix orijinal filmi The Electric State var. Chris Pratt ve Millie Bobbie Brown’un başrollerini paylaştığı çizgi roman uyarlaması, robotların ayaklandığı ve büyük bir savaşa neden olduğu alternatif bir tarihin yazıldığı 90’larda geçiyor ve savaş sonrası dönemde iki robot ve başına buyruk bir adamın yardımıyla kardeşini bulmaya çalışan bir genç kadının hikayesini anlatıyor. Yönetmenler Anthony Russo ve Joe Russo ile yeni filmleri The Electric State‘i konuştuk.
Öncelikle bunca yıldır bize sunduğunuz tüm bu eğlence ve yaşattığınız tüm bu heyecan için çok teşekkür ederim. The Electric State de bir istisna değildi; izlerken eğlendim. Özgün materyale, yani çizgi romana maalesef aşina değilim. Çizgi romandaki yaratıcı evren Russo Kardeşler yaratıcı evrenine ne kadar benziyor? Uyarlamada, filme özel olarak eklenen kısımlar oldu mu?
Anthony Russo: Filmin uyarlandığı çizgi roman, Simon Stålenhag adında harika bir sanatçı tarafından yazılıp çizildi. Gerçekten çok güzel, umarım bakma fırsatın olur. Evet, film için büyük bir ilham kaynağıydı. Onun sanatı, filmin görsel dünyasını şekillendirmede önemli bir rol oynadı. Aynı zamanda ele aldığı insan-teknoloji ilişkisi teması da bizim için çok belirleyiciydi. Bu tema, filmi inşa ederken merkezde tuttuğumuz unsurlardan biriydi. Simon’ın kitabındaki dünya oldukça karanlık ve yetişkinlere yönelik. Biz ise insan-teknoloji ilişkisi gibi bir konunun özellikle gençler için çok önemli olduğunu düşündük. Bu yüzden hikâyeyi daha geniş bir yaş grubuna hitap edebilecek şekilde anlatmak istedik. Tonal anlamda yaptığımız en büyük değişiklik bu oldu: Hikâyeyi daha geniş bir kitleye ulaştırabilmek için biraz daha erişilebilir hâle getirmiş olduk. Ancak bunun dışında çizgi romana sadık kaldık ve büyük bir değişiklik yapmadık.
Hikâye hakkında en çok sevdiğim şey bilimkurgu bir hikâyeyi alıp kendine 90’lara dair alternatif bir dünya tarihi yaratması ve tarihi gerçeklerle bir robot devrimi hakkındaki kurmaca bir fikri harmanlaması oldu. 21. yüzyıl insanları olarak bu hikâyeden nasıl bir ders çıkarabiliriz?
Joe Russo: Hikâyenin 90’lara yerleştirilmiş olması bizim için birkaç şeyi mümkün kıldı: Önemli olduğunu düşündüğümüz bir nostalji unsuru eklemek ve ayrıca aslında günümüzle ilgili olan temaları bizden biraz uzaklaştırarak anlatmak. Böylece belki izleyicinin bu konuları sindirmesi biraz daha kolay hâle geliyor. Ama asıl vermek istediğimiz mesaj, dönemin teknolojisini kullanarak birkaç farklı noktaya değinmekti: Birincisi, robotları daha analog hâle getirerek onlara daha sıcak ve ilgi çekici bir görünüm kazandırabildik. İkincisi ise bugünün teknolojisini biraz tiye alabilmek. Filmde insanların taktığı devasa başlıklar, yani “nörokaster” cihazları, aslında günümüzde elimizden düşürmediğimiz akıllı telefonları temsil ediyor. Umarım ailece izledikten sonra üzerinde düşünerek sohbet edilebilecek bir hikâye anlatmışızdır.
Son zamanlarda tüm bu Yapay Zeka araçlarını, akıllı ev asistanlarını ve çeşitli robotları günlük hayatımızda kullanmaya başladık. Ve fark ettim ki onlara karşı elimden geldiğince nazik ve kibar davranıyorum. Sanırım olası bir robot kıyametine karşı kendimi güvende tutmaya çalışıyorum. Ne bileyim her gece uyumadan önce Google Home’a iyi geceler diliyor ya da ChatGPT’ye bir şey sormadan önce mutlaka merhaba diyorum. Siz de böylemisiniz, bu Yapay Zeka kişilikleriyle ilişkinizi nasıl tanımlarsınız?
Joe Russo: Çok ilginç, değil mi? Bizim için de durum çok benzer. Açıkçası ben yapay zekayı bir tür “yabancı yaşam formu” olarak tanımlıyorum. Çünkü bizden çok farklı. Son derece zeki ama bir çocukluk geçirmedi, kafelere gidip sosyalleşmiyor ya da ailesiyle akşam yemeği yemiyor. İnsan deneyimini taklit edebiliyor, hatta tahmin edebiliyor ama onun fikirleri bazen insan normlarının tamamen dışında olabiliyor. Bence bu da onu ilginç kılan şeylerden biri. Özellikle yaratıcı alanda, üretken yapay zeka (metinden görsele ya da videoya içerik üreten sistemler) bir anlamda “halüsinasyon” görüyor. Beklenmedik şeyler üretiyor ve bu da onu yeni bir sanat formuna dönüştürüyor. Yapay zekanın ne kadar hızlı ilerlediğini görmek etkileyici. Bundan sonra nereye evrileceğini kestirmekse zor. Ama sanatçılar olarak bizim için en önemli şey, her zaman sanatçının kontrolü elinde tutması gerektiği. Bence en kritik nokta bu.
Filmdeki robotların çoğuna bayıldım, onları izlemesi çok keyifliydi. Sizin bir favoriniz var mı? Örneğin içlerinden birine daha fazla ekran süresi ve sahne verebilecek olsanız, bu hangisi olurdu?
Joe Russo: Ben Popeye’ı çok seviyorum, hani şu beyzbol robotu.
Anthony Russo: Tabii ki bunun yanıtı hepsini seviyorum olmalı. Ama dersen ki hangisinin daha çok ekran süresi olsun isterdin, Herman derim. Çok eğlenceli ve keyifli bir robot, onunla çok daha fazla zaman geçirmek isterdim.
Evet! Benim de favorim o… Bu arada Chris ve Millie’nin kimyası çok tatmin ediciydi ama daha iyisi bence robotlar ve oyuncular arasındaki kimyaydı. Filmdeki insan karakterlerin ve robotların ilişkisi ile oyuncularla robotların kimyası konusunda ne düşünüyorsunuz?
Anthony Russo: Evet, bahsettiğin kimya gerçekten kritik bir noktaydı. Bunu oluşturabilmek için sette çok titiz davranmamız gerekti. Hareket yakalam oyuncularının insan karakterleri canlandıran oyuncularla nasıl etkileşime girdiğini en ince detayına kadar planladık. Sahneleri sanki robotlar gerçekten oradaymış gibi prova ettik, canlandırdık ve çektik. Yani fiziksel olarak sette robotlar olmasa da oyuncular sahneyi onlarla oynuyormuş gibi deneyimlediler. Sette oyuncular ve robotlar arasındaki tüm etkileşimleri mümkün olduğunca yakaladık. Hareket yakalama oyuncularının bedenlerinde olup biten her şeyi kaydettik ve bunları animasyon sürecine taşıdık. Böylece ekranda gördüğünüz animasyon robotlar, aslında oyuncuların en ince tepkileriyle şekillendi. Yani izlediğin sahneler bir insan ve bir robot arasındaki etkileşim gibi görünse de, aslında o sahneler tamamen insan-insan etkileşimine dayalı.
Chris ve Millie çok büyük yıldızlar ama filmin seslendirme kadrosu da çok etkileyici. Seslendirme oyuncularının seçimine ne kadar müdahil oldunuz? Çizgi romanı okurken robotların seslerinin kimler olabileceği hakkında bir fikriniz çoktan oluşmuş muydu?
Joe Russo: Evet, seslendirme kadrosundaki herkes bizim tarafımızdan seçildi ve seslerin çoğu bu roller için özel olarak hedeflediğimiz kişilerdi. Jenny Slate, Anthony Mackie, Brian Cox…
Jenny Slate’e bayılıyorum!
Joe Russo: Evet, seslendirmeleri de harika.
Bugüne kadar bir değil, iki tane gişe rekortmeni blockbuster film yönettiniz. O zamandan beri de Netflix, Apple TV+ ve Prime Video gibi platformlarla çalıştınız. Yeni bir projeye başlarken film yapım sürecine yaklaşımınız filmin sinema salonlarına ya da dijital platformlara yönelik olmasına göre değişiyor mu?
Anthony Russo: Pek değil. Biz sinemada büyüdük, dolayısıyla film yapımcıları olarak düşünme biçimimizde sinema her zaman bir varsayım oldu. Ama izleyiciye ulaşmanın her yolunu keşfetmeyi seviyoruz. Artık insanların hikâyeleri sinema salonlarının dışında farklı şekillerde de deneyimlediğini anlıyoruz. Bu yüzden her zaman buna açık olmak ve izleyicilere bu şekilde de ulaşmak istiyoruz. Yani düşünce biçimimizi pek değiştirdiğimizi söyleyemem çünkü bizim için tüm bunlar aynı türde hikaye anlatıcılığı. Netflix gibi, özellikle streaming odaklı bir ortakla çalışmaktan da mutluluk duyuyoruz.
Russo Kardeşler imzalı The Electric State‘i bugünden itibaren Netflix kataloğunda bulabilirsiniz.
İlk yorumu siz yazın!