Dünyaca ünlü psikanalist Erich Fromm’un “Sahip Olmak ya da Olmak” kitabını okumama vesile olan şey, arka kapakta yazılı şu cümlelerdi:Eğer insan yalnızca sahip olduğu şeylerden ibaretse, onları yitirdiğinde, kendini de yitirecek, kim olduğunu bilemeyecektir. Böylece yaşamı yanlış kurmanın sonucunda ortaya yenilmiş, moralsiz, yıkık ve acınacak bir insan çıkar. Olmak kavramında ise sahip olunan şeylerin kaybedileceğinden doğan endişe ve korku yoktur. Olduğum gibiysem ve kişiliğim olmak tarafından belirleniyorsa kimse benden bunu alamaz ve kişiliğimin yıkılması tehlikesi de doğmaz. Odak noktamı ve davranışlarımı yönlendiren güdüleri, kendi içimde bulurum.

Sahip Olmak ya da Olmak
Sahip Olmak ya da Olmak | Fotoğraf: Q psikoloji

İnsan varlığının en temel özelliklerine yönelen ve insancıl görüş benimseyen Erich Fromm’un bu olgunluk eseri, iki varoluş biçimi üzerine bir inceleme sunuyor. Bahsi geçen konu, hepimizin içten içe farkında olduğu öyle bulanıklaşmış bir ayrım ki, yazılanları özümsemek bize daha geniş bir bakış açısı sağlıyor. Bu yazıda birazdan bahsedeceğim bilgilere sahip olmaya çalışmadan fakat bilgilerden beslenerek ve kendinize yük etmeyerek başka ufuklara yelken açmanızı umuyorum… (Yazı, sadece fikir vermesi açısından kitaptan çok az alıntı içeriyor. Gönül rahatlığı ile okuyabilirsiniz.) 

Erich Fromm Kimdir?

Erich Fromm
Erich Fromm (1900/1980)| Fotoğraf: psikopress

Musevi kökenli Almanya doğumlu Amerikalı antropolog, sosyal felsefeci, tarihçi ve psikanalist olan Erich Fromm; 1922’de Heidelberg’de felsefe doktorasını tamamlayıp Berlin Psikanaliz Enstitüsü’nde çalışmaya başlar. Almanya’da Nazi hareketinin güçlenmesi üzerine önce Cenevre’ye ardından da ABD’ye göç eder. 1934-1962 yılları arasında Columbia, Yale, New York gibi üniversitelerde dersler verir ve emekli olduktan sonra yerleştiği İsviçre’de yaşamını yitirir. Marksist ve sosyalist anlayışı benimseyen ve Sigmund Freud etkisinde kalan Fromm’un eserleri pek çok dile çevrilir. Ülkemizde en çok Sevme Sanatı adlı kitabıyla tanınır. 

Sahip Olmak ya da Olmak

Psikoloji kitaplarını okurken, ”Evet aslında ben de böyle düşünüyordum…” farkındalığı hoşuma gidiyor. Kendimizi ifade edemez halde iken bir başkasının bilimsel yolla ve diğer disiplinlerden faydalanarak açıklama yapması yüreklere su serpiyor. Bu kitapta ise neredeyse her cümleyi alkışlamak istedim, doğruluğu su götürmez olan tespitler ancak bu kadar yalın ve net bir şekilde yazılabilirdi. Yazarın modern dünyayı ve endüstriyel toplumları eleştirel bir tutumla ele aldığı kitabının, 70’li yıllarda yazılmış olması sizi yanıltmasın. Günümüzden çok uzak bir tarih sayılmaz ve bazen geleceğe (gelişim anlamında) ulaşmak, geçmişi anlamlandırma ile mümkün…

https://www.instagram.com/p/CAIi-9flN6k/

Eserin her cümlesi, durup düşündürttüğü için 247 sayfa olmasına rağmen kitabı okumak zaman alıyor. Kitap boyunca yazarın atıfta bulunduğu isimler, okuma tavsiyeleri ve sonda geçen kaynakça adeta birer hazine. İnsana yaşam felsefesini sorgulatması ve karakterin değişebilmesi için yaşam biçiminin değişmesi gerektiği gibi çıkarımlar ütopik gibi görünse de küçük adımlarla neden ilerleme kaydetmeyelim ki? Tabii ki çözümleri genellemek doğru olmaz çünkü hepimizin hayat şartları ve mücadelesi birbirinden farklı. Gerçi hayat mücadelesi demekte doğru olmaz belki de hayatı bir mücadele gibi gördüğümüz için bu kadar savaşıyoruz…

Diyeceğim o ki hayat baktığımız yerden şekilleniyor! Şekillenen yerden bakmak zorunda bırakıldığımız durumlar da bir gerçek ama benim kastettiğim, toz pembe olmayan ancak realizm sosuna banılmış bir iyimser kalma çabası. Hayat savaşmaktan, mücadele etmekten ve arzuladıklarımıza sahip olmaktan çok daha fazlası ve ”Ben böyle iyiyim” diyen kişi de bu gizil paravanın arkasına saklanmış olur. Tabii bir de kendisini aldatarak kısır bir döngüye girer. Neden mi? Şöyle açıklıyor yazar: ”Tüm isteklerin tatmini, insanı mutlu etmeye yetmemektedir.”

Kitaba İlk Bakış

Sahip olmak ve Olmak arasındaki farklılığın doğrudan anlaşılması amacıyla yazarın alıntı yaptığı şiirlere yer vermek istiyorum. İngiliz şair Tennyson’dan;

”Çatlak duvarlar arasındaki güzel çiçek,                                                                    Seni o çatlakların arasından alacağım,                                                                    Tüm köklerinle birlikte elimde tutacağım.                                                                   Küçük çiçek, eğer anladığım gibiyse her şey,                                                            Köklerin, yaprakların ve çiçeklerinle bir bütün olan sen,                                        Tanrı’nın ve insanın ne olduğunu açıklıyorsun bana.” ve

Japon şair Basho’dan;

”Dikkatlice bakacak olursam,                                                                                     Çalılıklar arasında görüyorum onları,                                                                       Çiçek açan nazuna’ları!”

Bu iki şiir arasındaki fark dikkat çekici. İlk şiir çiçeği görünce ona sahip olma arzusunu, ikinci şiir çiçekle bir olma arzusunu betimliyor. Erich Fromm’a göre ilk şiirde yazar, entelektüel bir spekülasyonla çiçeğin kendisine Tanrı’nın ve insanın doğasını anlama imkanı verdiği sonucunu çıkarıyor. Halbuki çiçeğin koparılması çiçeğin ölmesine neden olacak. Aynı olay karşısında Basho’nun verdiği tepki ise bambaşka. Sadece çiçeği görebilmek için dikkatli bakılması gerektiğine vurgu yapıyor. Bunu Batı ve Doğu düşüncesi şeklinde ayırarak bakmak yanlış olur. Bu kısmı anlatmaya devam ederken odak noktası ”insan” ya da ”madde” olan toplumlar arasındaki farkları vurguluyor yazar ve şöyle diyor:

”Canlı insandan ve onun sevgilerinden, nefretlerinden ve acılarından söz edecek olursak, ”olmak” ancak bir hareketlilik, canlılık ve değişim içinde anlam kazanır. Canlı olan yapılar olgunlaştıkları zaman olmaktadırlar ve ancak değişebildikleri sürece vardırlar. Çünkü gelişme ve değişme, yaşam sürecine sıkı sıkıya bağlı iki temel ilkedir. Tüketim ise, günümüz aşırı üretim toplumunun belki de en önemli sahip olma biçimidir. Bu çarkın sonu bir türlü gelmeyince, hep tatminsiz bir çırpınış içinde bocalayan modern tüketiciler, kendilerini şu formülle ifade etmek durumunda kalırlar: Ben sahip olduğum ve tükettiğim şeyler dışında bir hiçim.

Dildeki Değişimler

Dil ve İletişim | Fotoğraf: poppulo.com

Dilin kullanımı o kadar önemli ve söylediğimiz kelimeler o kadar güçlü ki, çoğu zaman etkilerinden bihaberiz. Konuştuklarımızın ya da yazdıklarımızın bizde uyandırdığı ruhsal değişim neredeyse umrumuzda bile olmuyor. Yazarın aşağıya eklediğim satırlarını okuduktan sonra ”çok haklı” demekten başka bir şey yapamadım.

”Eylemleri sahip olmak eğilimli isimlerle beraber kullanmak, dili mahvetmek demektir. Çünkü süreçlere ve eylemlere sahip olmak mümkün değildir, onlar yalnızca yaşanırlar.”

”Kendime bazı şeyleri dert ediyorum yerine bazı sorunlarım var demekle, öznel nesneyi benim dışımda olan ve benim sahip olduğum bir nesneye dönüştürmüş oluruz. Kişinin duyguları sahip olduğu şeye dönüşmüş ve bir sorun olmuştur. ”Sorun” herhangi bir zorlukla karşılaşılması halinde kullanılan bir soyutlamadır. Sorun bir nesne olmadığı için, benim ona sahip olmam düşünülemez. Buna karşılık sorun bana sahip olabilir. Başka bir deyişle, ben kendimi bir sorun haline dönüştürdüğüm için, yarattığım bu benim dışındaki nesne, beni belirlemeye, bana sahip olmaya başlamıştır. Bu tür bir konuşma, toplumdaki gizli ve bilince çıkmamış yabancılaşmanın açığa vurulmasını sağlamaktadır.”

Kitaba Son Bakış 

Bu kitabın özetini yazamayacağımı fark ettim çünkü her alt başlık konu bütünlüğü açısından o kadar değerli ki tüm kitabı buraya yazmam gerekirdi. İki varoluş biçimindeki temel çözümlemeleri dinler açısından da açıkladıktan sonra “Yeni toplum yapısı nasıl olabilir?” buna değinerek bitiriyor yazar. Bir tek okur olarak, yazarın konuyu geniş bir perspektifle ele aldığını hissettirirken İslamiyet ve Hz. Muhammed’ten bahsetmemesini şaşırtıcı buldum. Çünkü neredeyse tüm dinler insanları ”olmak” olgusuna davet ediyor. Kitabı okurken ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır diye umuyorum.

”Sahip olmaktan olmaya” giden yolda yapılan çözümlemeleri maddeleştirmek, sanki iş yerinde uyulması gereken programmış gibi geleceği için bu kısımdan kaçınıyorum ve kısmen yardımcı olacak bir video ile sizi başbaşa bırakıyorum. Geri kalan kısım içinse kitabı okumanızı tavsiye ediyorum! O halde son sözler için Karl Marx’a dönelim: ”Ne kadar azsan, yaşamını ne kadar az görkemli kurmuşsan, o kadar çok şeyin var demektir ve görkemsiz yaşamın o denli büyüktür.” 

Kapak Fotoğrafı: Instagram.com/@therapy_books

İlginizi çekebilir: Duygu Nisancı’dan Minimal Yaşam Felsefesi