

Yaşanamayan Hayatların Şiiri: Şairler Mezarlığı
Çiçeği burnunda tiyatro oluşumu A.H.E.N.K.’in bu sezon meydana getirdikleri “Şairler Mezarlığı”, çocuklarını arkasında bırakmak zorunda kalan Piraye ve Balat’ta kendi kaderine bırakılan, doğmasına izin verilmeyen Mısra’nın dostluğu fiziksel tiyatro ve şiirin dansıyla anlatılıyor. A.H.E.N.K.’in kurucusu olan Selena Demirli Doğan, hem Mısra’ya hayat veriyor hem de oyunun hareket tasarımını sağlıyor. Oyun; ölüm, var olamama, noksanlık ve şiir kavramlarını tek bir potada eritip iki oyuncunun oyunculuklarıyla sezonun hatırda kalan oyunlarından biri haline geliyor.

Yazılmamış Yaşamlar
Oyun, beşik gibi yukarıya bağlanmış çarşafta sallanan Mısra’nın şairler mezarlığını anlatmasıyla başlıyor. Mısra, yedi ay sonra doğmuş, sekiz saat içinde ölüme terk edilmiş ve adı nedeniyle kendini ‘Şairler Mezarlığı’nda bulmuş. Yaşamı deneyimleyememiş olsa da yaşam tutkusu son derece yüksek. Uzun süre yalnız kalan Mısra’nın yolu, üç çocuğunu—Nazım, Ali ve Sezen’i—arkasında bırakmak zorunda kalan Piraye ile kesişiyor. Piraye ölümü kabullenemezken, Mısra onu fazlasıyla benimsemiş ve maddi dünyaya dair bilgilerini yalnızca birtakım söylentilerden edinmiş.

Mısra ile Piraye’nin birbirlerine zıt karakterleri Selena Demirli Doğan ve Dilek Uluer’in oyunculuklarıyla somutlaşıyor. Demirli Doğan’ın ölümle taban tabana zıt, coşkulu performansı; Uluer’in ölüm anksiyetesini bedenine ve mimiklerine yansıtabilmesi oyun seyrini izlenir hale getiriyor.
Ayrıca beyaz çarşaflar ve sahnenin dört bir yanından çıkan dumanlar da oyunun mistik yönünün altını çiziyor. Zafer Metin’in ışık ve dekor tasarımı, seyirciyi öte dünyaya davet ederken oyuncuların duygularını amplifiye ediyor ve şairler mezarlığının tonunu ustalıkla ayarlıyor. Selena Demirli Doğan’ın oyunun başında beşik gibi bir çarşafta sallanması ve bedensel olarak dekorla bütünleşmesi de fiziksel tiyatroyu şiirsel bir üslupla izlememizi sağlıyor.
Hatırlan(ma)mak

Oyunun en büyük dertlerinden biri, dolayısıyla, unutulmak ve unutulmamak. Şairler Mezarlığı’nı yazan Ersin Doğan, Mısra ve Piraye karakterleri üzerinden şiirin zamansızlığı ve ironik olarak şairlerin ölümlerinden sonra kıymet gördüklerini işliyor. Bunu melodramatik bir yerden işlemek yerine, oyunun ismine yaraşır şekilde fiziksel tiyatronun sınırlarını zorlayıp şiirsel bir üslupla işliyor.
Piraye’nin yaşadığı ölüm anksiyetesi ve çocuklarıyla olan ilişkisi, bir şairin veya bireyin içinde bulunduğu ölüm anksiyetesini işaret ediyor. Piraye, oyun boyunca şiirsel bir üslupla, doğal oyunculuğu es geçmeden, Mısra ile varoluşsal sorgulamalara gidiyor. Mısra ise Piraye’nin hatırlanma arzusunun aracısı haline geliyor çünkü Mısra, dünyada sadece sekiz saat tutunabilmiş ve 25 yıl boyunca “şairler mezarlığı” dediği bir mezarlıkta tek başına varlığını / ruhunu sürdürebilmiş. Piraye, Mısra’dan alacağı bir “mısra” sayesinde çocuklarına uzanabilir hale gelebilmeyi amaçlıyor.

Doğan’ın güçlü kalemi, Demirli Doğan ve Uluer’in doğal ve şiirsel oyunculuklarıyla birleşince hatırlanma ve hatırlanmama üzerine seyirci nezdinde ikna edici bir oyuna tanık olmuş oluyoruz. Tüm bunlar ışığında Şairler Mezarlığı, çiçeği burnunda bir oluşum olan A.H.E.N.K. tarafından sahnelenen ve sezonun görülmesi gereken oyunlarından biri haline geliyor.
Şairler Mezarlığı, 21 Şubat,2 Mart ve 7 Mart’ta Eylül Sahne’de; 22 Mart’ta ise Pax Sahne’de seyircilerle buluşmayı sürdürecek.
Kapak Fotoğrafı: Sanat Okur
İlginizi çekebilir: Halil Şimşek’ten Tatbikat Sahnesi’nden İstanbul Turnesi
İlk yorumu siz yazın!