Bir Sakal Söyleminden Parçalar: Keramet Kılda mı İmajda mı?
Sakal nedir? Erkeklerin kıl köklerinin daha derin ve yoğun olmasının fizyolojik ve anatomik sonuçlarından biri mi? Erkekleri kadınlardan ayıran, allahın onlara bahşettiği bir ayrıcalık mı? Tarih boyunca politik, kültüreli toplumsal ve teolojik bir olgu ve bir gösterge mi? Yoksa güzellik/estetik amaçla bedenleri üzerinde yapabilecekleri sınırlı olan erkeklerin bir tür makyaj gibi, yüzlerine yaptıkları müdahalelerde kullandıkları basit bir estetik araç mı? Görüldüğü gibi bu soruları sordurabildiğine göre sakal öyle yüzü kaplayan basit bir kıl yumağı değil. Arkasında dinden tarihe, ekonomiden politikaya ciddi bir bağlam var. O yüzden kıl deyip geçmek olmaz. Bu yazının amacı işte sakala niçin ‘basit bir kıl yumağı diyemiyoruz’ sorusuna mütevazi bir şekilde cevap aramak.
Bu yazının notları 5-6 yıl öncesine dayanıyor ama zamanla sakal bırakma üzerine bir yazı yazma isteğimi kaybettim ve araya başka yazılar girdi. Birkaç hafta önce tesadüfen gördüğüm bir haber ve seyrettiğim bir video sonrasında neredeyse unuttuğum bu yazıya geri döndüm ve tamamladım. Habere konu olan video beş yıl öncesinde bir tarikat televizyon kanalında yayınlanan bir ‘hocamıza soralım’ tarzı bir programda erkeklerin sakal bırakmasına yönelik olarak bir izleyicinin sorduğu soruya hocanın verdiği cevabı içeriyor.
“Erkeklerin sakal bırakması zorunlu mudur” sorusuna söz konusu hoca şöyle cevap veriyor: “Erkek sakal bırakmakla memurdur. Erkek kadından ayrılmak için sakal bırakmalıdır zaten. Uzakta bir adam gördüğünüz uzun saçlı. Zaten şimdi kadınımız da erkeğimiz de aynı giyiniyor. Bir baktın uzun saçlı, sakalı da yok. Yakınına gelene kadar onu kadın zannedersin. Allah muhafaza, bir sürü düşünceye de girersin.” (Gülüşmeler…)
Uzun bir süredir etraf, bu yazının yazarı şahıs da dahil olmak üzere sakallı erkeklerden geçilmiyor. İşi gereği tıraş olmak zorunda olmayan neredeyse tüm erkekler sakallı. Uzun zamandır bir sakal fenomeni ile karşı karşıyayız. O kadar ki her yıl Eylül ayının ilk cumartesi günü kutlanan bir ‘Dünya Sakal Günü’ bile var.
Sakal nedir? Erkeklerin kıl köklerinin daha derin ve yoğun olmasının fizyolojik ve anatomik sonuçlarından biri mi? Erkekleri kadınlardan ayıran, allahın onlara bahşettiği bir ayrıcalık mı? Tarih boyunca politik, kültüreli toplumsal ve teolojik bir olgu ve bir gösterge mi? Yoksa güzellik/estetik amaçla bedenleri üzerinde yapabilecekleri sınırlı olan erkeklerin bir tür makyaj gibi, yüzlerine yaptıkları müdahalelerde kullandıkları basit bir estetik araç mı?
Görüldüğü gibi bu soruları sordurabildiğine göre sakal öyle yüzü kaplayan basit bir kıl yumağı değil. Arkasında dinden tarihe, ekonomiden politikaya ciddi bir bağlam var. O yüzden kıl deyip geçmek olmaz. Bu yazının amacı işte sakala niçin ‘basit bir kıl yumağı diyemiyoruz’ sorusuna mütevazi bir şekilde cevap aramak.
‘Sakalsız erkek yok’ diye girdim yazıya elbette herkes bu trende kapılıp gitmiyor. Bu trendine karşı olanlar da var. Her moda, trend veya toplumsal olgu takipçileri kadar karşıtlarını da yaratıyor ve bu kıl yoğunluğu karşısında sakal karşıtları da boş durmuyor. Zaman zaman bazı gazetelerde ve bazı web sitelerinde sakal karşıtlarını destekleyen çıkıyor. Bir süre önce İngiltere’nin çok satan gazetelerinden Mirror sakal ve hijyen konusunda “Sakallar tuvaletten daha fazla dışkı içeriyor’’ başlıklı bir haber yapmıştı.
Mirror o haberdeki yazıya ‘Şık sakallarınız için üzgünüz hispterlar’ diye başlıyordu ve bu ifade elbette nedensiz değildi. Keza, günümüde uzun sakalın erkekler arasında yaygınlaşmasının ana nedenlerinden biri, hatta birincisi olarak ‘hipster’lığın bir alt-kültür olarak toplumsal bir olgu haline gelmesi ve sonrasında da ‘hipster görüntüsünün’ bir modaya dönüşmesi görülmekte. Bir başka deyişle, son dönemde erkeklerdeki sakal modası büyük oranda hipster kültürü ile özdeşleştiriliyor. The Coversation New York’da 8.000 dolara sakal ekimi yapıldığını anlattığı bir haberinde sakalın neredeyse tamamen bir ‘hipster işi’ olduğundan söz ediyordu.
Sakallar ile ilgili olumsuz haberlerin arkasında uzun ve gösterişli sakalların bir süredir moda olması ile piyasa değeri düşen jilet üreticilerinin olduğuna dair espriler yapılsa da Mirror’un haberinin örnekleri arttırmak mümkün. Uzun süredir sosyal medya ve bloglar; hatta ana akım medya üzerinden bu moda ile ilgili tartışmalar yapılıyor. Bu tartışmalar özünde her moda olan olgu ile ilgili yapılan tartışmalardan çok da farklı değil. Sakal modasını beğenenler ve beğenmeyenler; her moda olan şeyde olduğu gibi yakışan-yakışmayan herkesin sırf moda oldu diye sakal bırakmasının doğru olmadığı ifade edenlerle beraber piyasaya çıkan sakal bakımı ve hatta sakal bakımına yönelik kozmetik ürünler bu tartışmaların konular arasında.
Özellikle yurtdışında, örneklerini New York, Londra, Tokyo ve son dönemde Dubai gibi şehirlerde gördüğümüz ‘artisan’ berberlerden alınan görüşler de bu tartışmaları ‘uzman’ görüşü ile alevlendiriyor. Dünyanın en büyük kozmetik üretici L’Oreal sadece sakal bakımına yönelik ürünlerden oluşan bir ’Barber Club’ serisi çıkarıyor. Yine dünyanın en büyük traş ürünleri üreticisi Gilette de King C. Gilette alt markası altında topladığı sakal bakımına yönelik ürünlerle yeni trende cevap vermeye çalışıyor. Başka bir deyişle 25 yıldır farklı tarz ve uzunluktaki sakalını sadece askerlik yaptığı kısa bir süre için kesmiş olan bu satırların yazarı sakal tartışmasında tarafsız ve yalnız değil.
Sakal tartışması sadece günümüze ait bir olgu değil. Yüzyıllardır farklı boyutlarda ve bağlamlarda da olsa bir şekilde insanlığın gündeminde olan ve tartışılan bir konu. Politik, dinsel, toplumsal ve kültürel tartışmaların ve değişimlerin bir parçası olarak Hipster Kültürü’nden çok önce de yoğun tartışmaların konusu olmuş bir fenomen. Peki nedir bu sakal olayı?
Tarihsel bir perspektiften baktığımızda çeşitli dönemlerde her olgunun olduğu gibi sakalın da arkasında geniş politik-ideolojik, toplumsal ve kültürel bağlam olduğu görülmekte. Sakalın tarihi medeniyetin tarihi kadar eski. Neredeyse insanlığın başlamasıyla beraber sakal bırakmak erkekliğin bir göstergesi olarak kabul görmeye başlamış. Öte yandan yapılan araştırmalara göre tarih öncesi (prehistorya) dönemlerde erkekler soğuğa karşı sıcak tutması, daha kuvvetli ve sağlam göstermesi ve dışarıdan gelebilecek darbe ve nesnelere karşı yüzlerini koruması gibi pratik gerekçelerle de sakal bırakırlarmış.
İlkçağ’da ise sakal erkekler için bir onur göstergesine dönüşmüş. Sakallar ancak ceza olarak kesilirmiş. Tarihte sinekkaydı tıraşı ilk ortaya atan kişi Antik dönemin en büyük hükümdarlarından Makedon İmparatoru Büyük İskender olmuş. İskender, sakalın askerleri için savaşta bir dezavantaj yaratacağını düşündüğünden ordusundaki askerlerin sakal bırakmasını yasaklamış. İskender’in bu yasağı dünya tarihinde sakalın bir politik söylemin parçası olduğu, başka bir deyişle siyasallaştığı ve toplumsallaştığı ilk olay olarak da görülebilir. İlginçtir, İskender’in başlattığı bu uygulama günümüzde hala devam etmektedir ve dünyada çok az ordu askerlerin sakal bırakmasına izin vermektedir. Savaş sırasında bile askerlerin traş olması zorunludur ve olmayan askerler ciddi bir disiplin cezası ile karşılaşabilirler.
Ortaçağ’da da sakal erkekler için bir onur göstergesi olmaya devam etmiş. Kelt Kralı Büyük Otto sakalı ile yemin edermiş. Ortaçağ’da bir erkeğin sakalına dokunmak düello nedeni olacak kadar büyük bir saldırganlık olarak kabul edilirmiş.
Aydınlanma ve modernite ile birlikte sakal değişen politik-toplumsal-kültürel bağlam içinde başka bir boyut kazanmaya başlamış. Batılılaşma ve modernleşme reformlarının bir parçası olarak sakalı yasaklayan Rus Çarı I. Petro (Deli Petro) sokakta insanların sakalını kesermiş. Petro’nun bu aşırı uygulaması diğer reformları ile de birleşince toplum, özellikle de kilise nezdinde ciddi bir tepkiye yol açmış. Keza Müslümanlık’ta olduğu gibi Ortodokslukta da sakal bırakmak dinsel bir ritüel ve Rus Ortodoks Kilisesi’nin papazları Petro’ya sakal bırakmanın tanrının erkeklere verdiği bir ayrıcalık ve lütuf olduğunu söyleyerek kararından vazgeçirmeye çalışmışlar. Bazı doğulu toplumlar için ki Türkiye de dahil tıraş ve sakalsızlık Batı’nın ve Medeniyetin bir göstergesi haline dönmüş.
Modern tarih boyunca sakal belli dönemlerde moda olurken belirli dönemlerde de gözden düşmüş. Dwight E. Robinson, 1976’da American Journal of Sociology dergisinde yayınladığı ‘Fashion in Shaving and Trimming of the Beard: The Men of the Ilustrated London News 1842-1972’ başlıklı makalesinde temiz traşlı görünümün 1900 yıllarının başından itibaren yıllara göre ufak iniş-çıkışlar olsa da 70lere kadar sürekli bir yükseliş gösterdiğini ifade eder. Nitekim modern dönemde sakal sadece politik ve bürokratik değil kurumsal iş yaşamında da yasaklanmış. Erkeklerde sakal bırakma alışkanlığı iş dünyasında kurumsallığın ve ofiste çalışma kültürünün gelişmesi ve beyaz yakalı sayısının artmasıyla birlikte büyük ölçüde ortadan kalkmış. Sakal bırakmak sınıfsal, mesleki, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel açıdan belirli gruplara ait istisnai bir duruma, hatta toplumsal bir anomali haline gelmiş. O kadar ki yakın bir zamana kadar takım elbise gibi temiz, saygın ofis işi yapanlar, kurumsal şirketlerde çalışanlar ile ‘daha düşük’ pis işlerde çalışanların ayırt edilmesinde kullanılan temel göstergelerden birine dönüşmüş. Sinekkaydı tıraş ‘elit, rafine ve profesyonel’ bir görüntü ve kurumsal iş yaşamı ile özdeşleşmiş; sinekkaydı traşlı görüntünün yükselişi ‘Yuppie’ kültürünün geliştiği ve ana trend olduğu 80 ve 90larda en tepe noktasına ulaşmış.
Amerikan Sapığı’nda Patrick Batemen’ın filmin başında sabah rutinini anlattığı sahneyi hatırlayalım: Neredeyse hiç sakalı yokmuş gibi bir sinekkaydı görüntü eşliğinde alkol ihtiva etmeyen after-shave kullandığını anlatır. Filmde örneğin tek sakallı karakter Batemen’ın defalarca bıçaklayarak öldürdüğü bir evsizdir. Sinek kaydı traş yuppie kültürünün etkisini yitirmesiyle ve özellikle 2010’lu yıllarla birlikte sakalın yeniden moda olmasıyla eski popülerliğini yitirdi belki ama hala kurumsal yaşamdaki başat görüntü sinekkaydı tıraştır. Örneğin Forbes’un yakın zamanda yaptığı araştırmaya göre Forbes Dünyanın En Zenginler Listesi’ne girenlerin %98’inin sakalı olmaması iş dünyası ile sakal arasındaki ilişkiye dair ilgi çekici bir bilgidir.
Bu dönemde sakal ağırlıklı olarak sanatçılar, (özellikle ressam ve heykeltraşlar), tarımla uğraşanlar (köylüler), ormancılar, evsizler veya çılgın bilim adamları ile özdeşleştiriliyor. Ormancıların (keresteciler) ve suçluların yaklaşık %98’inin sakalının olduğuna dair bir istatistik de bu dönemde sakalın imajının bir önyargının ötesinde bir gerçekliği ifade ettiğini ortaya koyuyor.
Gelelim sakalın diğer bir boyutuna: Sakalın yeni trend olmaya başladığı bir döneme, 2012 yılına ait bir araştırmaya göre kadınlar sakallı erkekleri daha az seksi buluyorlar ama sinek kaydı traşlı olanlara göre de daha güçlü ve daha saygın görüyorlar. Başka bir deyişle araştırmanın sonucuna göre sakal erkekleri cinsel anlamda daha az çekici yapıyor ama daha saygın görünmelerini sağlıyor. Bu bilgi da bize sakalın moda olmasıyla beraber kötü imajının ortadan kalktığına dair bir kanıt sunması açısından oldukça dikkate değer.
Tarihe baktığımızda bu topraklarda da politik, toplumsal ve kültürel açıdan sakalın önemli bir yeri olduğunu görüyoruz. Sakal ile ilgili dilimizdeki pek çok atasözü de sakalın günlük yaşamın önemli bir unsuru olduğunu gösteriyor:
Sakal duasına çıkmak
Sakaldan kesip bıyığa eklemek
Sakalı bitmek
Sakalı değirmende ağartmak
Sakalı ele vermek
Sakalım yok ki sözüm dinlensin
(Birinin) Sakalının altına girmek
Sakal bıyığa denk olmayınca berber ne yapsın
‘Sünnet’ kabul edildiğinden dolayı sakal bırakma ritüeli özellikle dindar/mütedeyyin kesim arasında yaygın bir durum olmuş. Din adamları ve yaşlılar (özellikle de hacılar) genel olarak sakal bırakmışlar ve bırakmaya da devam ediyorlar.
Politik bağlamına bakıldığında da Osmanlı döneminde sakalın önemli bir gösterge olduğunu görüyoruz. Mustafa Alp Dağıstanlı’nın Can Yayınları’ndan çıkan Bildiğin Gibi Değil Osmanlı başlıklı kitabında aktardığı üzere şehzadelerin sakal bırakmaları yasakmış. Sakal bırakmaları padişaha isyan ettikleri anlamına geliyormuş. Benzer bir şekilde padişah dışında tüm saraydaki erkeklerin de sakal bırakması yasaklanmış. Tarih bilgilerini biraz zorlayanlar Osmanlı padişahları arasında sakalsız sadece üç tane padişah olduğunu hatırlayacaklardır: Yavuz Sultan Selim, II. Osman (Genç Osman olarak da bilinir ve padişah olduğunda reşit olmadığından dolayı sakalları henüz çıkmamıştır) ve son Osmanlı Padişahı VI. Mehmet Vahdettin.
Cumhuriyet döneminde de sakal konusunda politik, toplumsal ve kültürel bir hassasiyet mevcut. Kılık kıyafetin ve görünüşün batılılaşma sürecindeki sembolik önemi düşünüldüğünde bu hiç de şaşırtıcı değil. Türk erkeklerinde yüzyıllardır varolan bir bıyık hassasiyeti malum. Dolayısıyla Türkiye’de bıyık efsanesi devam ederken ve erkeklerin büyük çoğunluğu bıyıklı olmaya devam ederken çalışan erkeklerde sinekkaydı tıraş bir tercihten öte yönetmeliklerler düzenlenen bir zorunluluk haline gelmiş. Sakal bırakmak özellikle memurlara ve subaylara yasaklanmış. Hatta askerlere sakal dışında bıyık bırakmak da yasak hale getirilmiş. Sakal hassasiyeti devlet katında ve bürokratik alanda neredeyse otoriter bir boyut kazanmış. Mahkemeden sakal traşı düzgün değil diye kovulan avukatlar bir yana yakın döneme kadar sivillerin sakalla orduevlerine girmeleri bile yasaklanmış. Hiç unutmam, bu yasak kalkmadan kısa bir süre önce çok yakın bir arkadaşımın Harbiye Orduevi’nde yapılan düğününe sakalımdan dolayı girmeme izin verilmemişti. Kapıdaki görevli bana kibarca “sakalla giremeyeceğimi;, dilersem orduevi içindeki berberde bana yardımcı olabileceklerini söylediğinde ben de karşılık olarak aynı kibarlıkla “sakalımı isteseydim kendimin de kesebileceğimi ama kesmek istemediğimi” ifade ettim ve düğüne girmeyerek eve geri döndüm.
Günümüzde kılık-kıyafet konusu geçmişe göre daha özgür ve elbette sakal da bu ‘görünüşün özgürleşmesi’ sürecinden nasibini alıyor. Artık bir çok işyeri, kurumsal şirketler de dahil, sektörleri ve belirli kurallar çerçevesinde sakala izin veriyor. Öte yandan Türkiye’de yine de emsal mahkeme kararlarına bakıldığında hala işverenlerin çalışanlarının sakallarına karışabilme hakkına sahip olduğu da bir gerçek. Yani amiriniz/patronunuz sakalınızı kesin derse keseceksiniz.
Günümüzde Türk erkekleri sakal modasını uygulamada dünyada bayağı önlerde yer alıyor. Küresel trendler ve modalar Türkiye’ye hemen hemen eş zamanla olarak veya çok kısa bir süre sonra ulaşıyor. Bu durum sakal için de geçerli. Hipster kültünün bir yansıması olarak bu alt-kültüre yakınlık hisseden genç erkeklerde sakal yaygınlaşmış durumda. Bunun yanında bir başka fenomen de Türkiye’de uzun sakalın yaygınlaşmasına yol açtı yakın zamanda: Muhteşem Yüzyıl dizisi. Dizi, Yeni Osmancılık olarak tanımlayabileceğimiz ve farklı boyutlara sahip politik ve toplumsal eğilimin popüler kültürdeki yansımalarından biriydi ama zamanla sadece Türkiye’de değil yakın çevrede özellikle de Balkanlarda bir fenomene dönüştü ve dönemin moda ve stil trendlerine de ciddi bir etki yaptı. Uzun sakal da bu etkilerden biriydi.
Kendi sakal hikayeme gelirsek… Benim son sakalsız görüntüm sanırım 1999 yılına ait. Bu da demek oluyor ki neredeyse 25 yıldır fazla farklı boy ve tiplerde de olsa sakalım var. Peki ben niçin sakal bıraktım? Sakalımı uzatmaya başlamamın ilk nedeni tamamen imaj ve görünüş endişesiydi. O dönem çalıştığım kurum, ortam ve konular itibariyle yaşımdan daha olgun, büyük ve itiraf edeyim entelektüel gözükmek istiyordum. Sakal bunu sağlamada en kolay araçlardan biriydi. Keza o dönem giyiniş tarzım casual-smart olarak tanımlanabilecek bir yuppie ekolüne yakında. Öte yandan ben yuppieye değil sanatçıya benzemek istiyordum. Sakal ile bu görüşünü kırmak; ikisi arasında bir yerde durmak istedim. Ayrıca her gün traş olmaktan da daha pratik bulmuştum ki bunun öyle olmadığını zamanla ve sakal boyum uzadıkça anladım.
Sakal bırakmak o yıllarda moda değildi ve sakal pek çok kişi tarafından politik bir simge olarak görülüyordu. Zamanla bu genel kabul edişe karşı durmak, bir şekilde ön yargıları kırmak için de sakal bırakmaya devam ettim. Sakalı öncesinde görünüş amacıyla bırakmıştım ama sakalım ile ilgili konuşanları gördükçe bu aykırı olma, politik olarak insanların önyargıları ile oynama durumu hoşuma gitmeye başladı. O yıllarda sakalıma bakıp politik eğilimlerim ve düşüncelerim hakkında espri yapanlar, sakalımı kesmem konusunda haddi olmamasına rağmen uyarıda bulunanlar, beni ‘varoş’ olarak tanımlayanlar oldu. Estetik amaçlı olarak keseceğim varsa bile sırf bu insanlar yüzünden sakalıma dokunmamaya-dokundurmamaya karar verdim.
Sakalımı seviyorum; Aslı da Kerem de seviyor. Oğlum Kerem küçükken sakalımı okşayarak uyurdu. Hala ara ara şaka yollu Kerem’e sakalımı keseyim mi diye sorduğumda cevabı net oluyor: “Babaların sakalı olur”. Haftada bir kez kendi başıma sakal bakımı yapmayı da, ayda bir berberde daha detaylı ve kapsamlı bakım yaptırmayı da seviyorum. Sakal bırakmayı sinekkaydı tıraşa göre daha pratik ve kolay bulan arkadaşlara da sesleniyorum: Göründüğü gibi değil. Evet, belki her sabah tıraş olmuyorum ve bu ilk bakışta daha pratik gözüküyor ama iyi, temiz ve rafine bir sakal görünüşü için gereken bakım ritüelleri hatırı sayılır bir süreyi banyoda veya berberde geçirmenizi gerektiriyor. Yazıyı toplumsal bir mesajla bitireyim: Sakallı veya sakalsız, önemli olan önemli olan ne olduğunuz ne yaptığımız. Ne demiş atalarımız: “Sakalda keramet olsa keçi şeyhlik ederdi.”
Kapak Fotoğrafı: Vladimir Balkanov
İlginizi çekebilir: Gizem Kalaç’tan Kakül 101
İlk yorumu siz yazın!