İlk yorumu siz yazın!
San Francisco Yemek Tarihi ve Şarapları: Favori Restoranlar
Şırınga dolu kötü kokan sokaklar, herhangi bir ATM’ye gittiğinizde hemen yanınızda beliren evsizler, tatilde bile formda kalmanızı sağlayan sürekli yokuşlar ve harika yemekler eşliğinde harika şaraplar… İşte tam olarak San Francisco benim için buydu. Çoğu insanın aksine bu şehre aşık olmadım ama hayatımda ilk kez deniz aslanı gördüm, Alcatraz’a el salladım ve tabii ki çok güzel yemekler yedim. Şimdi en iyi San Francisco yemekleri ve Kaliforniya’da hangi şarapların içilmesi gerektiği üzerine konuşmaya başlıyorum.
San Francisco’dan Favoriler
Swan Oyster Depot
Sabah 8’den sadece öğlen 2’ye kadar açık olan bir deniz ürünleri barı. Uzun bir mermer bar tezgâhı, bir tarafında sabah 8’de şarap içip sashimi ve istiridye yiyen insanlar, diğer tarafta tam o sırada o harika taze balıkları dilimleyen, istiridyeleri açan çalışanlar… Çoğu restoranda sanki altın külçesi taşınırmış gibi özel bir sunumla getirilen şaraplar, Swan’da mantarları açılmış bir şekilde buz dolu plastik bir leğenin içinde duruyorlar.
Öğlen 12’ye doğru gittiğimiz Swan’da yaklaşık 1 saat kadar sıra bekledik. Zaten Amerika kıtasında lezzetli bir yere gidiyorsanız mutlaka sıra bekliyorsunuz. Eğer sıra yoksa yemeklerin kalitesine şüpheyle bakmak gerekiyor. Peki 1 saat bekleyip ne yedik? Öncelikle sashimi tabakları çok ünlü ve gerçekten çok lezzetli. Sashimi tabağı Sicilya stili hazırlanıyor ve içinde kapari, kırmızı soğan ve zeytinyağı bulunuyor. Harika lezzetli balıklar ve harika lezzetli bir zeytinyağı, basit ama muazzam lezzetli bir tabak! Ismarladığımız bir diğer tabak ise Crab Louie salatasıydı (Amerika’nın batısında, tarifi 1900’lü yıllara kadar uzanan bir salata Crab Louie. İddiaya göre, iş insanı Louis Davenport tarafından 1900’lü yılların başında yaratılıyor ve Davenport otelinin 1914 yılındaki menüsünde ilk kez karşımıza çıkıyor). Crab Louie de Swan’ın bir diğer oldukça basit ama aşırı lezzetli tabaklarından biriydi. Marul, yengeç ve hayatımda yediğim en iyi tartar sos. Bu kadar basit tabaklar ne kadar lezzetli olabilir ki diye şüpheye düşebiliyor insanlar fakat gerçekten kaliteli ve taze ürünlerin lezzetini hafife almamamız gerekiyor.
Swan ile ilgili vereceğim en önemli bilgi aslında tüm San Francisco için geçerli. Yanınızda mutlaka nakit para taşıyın. Çoğu yer sadece nakit kabul ediyor. Ayrıca şehri gezmek için araba kiralamayın, Uber tutun, park yeri bulmak çok zor.
Anchor Oyster Bar
Zamanın aç kalmış balıkçılarını doyuran çorba günümüzde Michelin’li restoranların menüsünde yer alıyor. Cioppino, San Francisco’da balıkçı İtalyan göçmenler tarafından yaratılmış bir deniz ürünleri çorbası. Anlatılan hikâye ise şöyle: 1800’lü yıllarda San Francisco’da balıkçılık yapan İtalyanlar, hiçbir şey yakalayamadan donan balıkçı arkadaşlarının etrafta gezdirdikleri tencereye, kendi yakaladıkları artık balıklardan ve buldukları sebze parçalarından atarak onun ve ailesinin o gün için karnının doymasını sağlarmış. Bu elde kalan sebzelerden ve artık balıklardan yapılan çorba zamanla gelişmiş ve Cioppino adını verdikleri kimizi soslu bir deniz ürünleri çorbasına dönüşmüş. Ancak çok büyük ve protein açısından çok zengin olduğu ve içinde makarna, yanında ise sarımsaklı ekmek ile servis edildiği için aşırı doyuruc. Bu yüzden de başlangıç değil, ana yemek statüsünde bir çorba.
Biz de bu çorbayı içmek için bu sefer bir buçuk saat bekleyeceğimiz Michelin Bib Gourmand listesinde olan Anchor Oyster Bar’a gittik. Cioppino yemek gerçekten çok zor, resmen masa bir savaş alanına döndü. Domates sosları, kabuklu deniz ürünlerinin kabukları, bata çıka yenildiği için her yer peçete ile doluydu. Harika lezzetli bir savaştı gerçekten. San Francisco’da iki yerde Cioppino yedik. Diğeri buranın senelerdir Cioppino yapan en ünlü yerlerinden biri (Sotto Mare). Kesinlikle Anchor açık ara çok daha iyiydi. Sotto Mare’de maalesef yapay bir tat vardı. Anladığımız kadarıyla zamanla oldukça turistikleşmiş.
Not: Anchor Oyster Bar’in bulunduğu Castro Sokağı San Francisco gay topluluğunun tarihine ev sahipliği yapan bir sokak. Anchor’un hemen yanında ise bir suikaste kurban giden, ünlü gay politikacı Harvey Milk’in evi bulunuyor.
Del Popolo
Ve tabii ki dünyanın en güzel yemeklerinden biri olan ve benim de en sevdiğim ikinci yemek Pizza. Yediğim pizzalar arasında ilk 5’e girebilecek pizzalardan birini San Francisco’da yedim. Del Popolo’da.
San Francisco’ya indiğimiz ilk gece hızla Del Popolo’ya gittik. Gideceğimiz yerlerdeki restoranları ve barları her seferinde oldukça detaylı bir şekilde araştırıyorum. Gerçekten günler sürüyor, saatlerimi alıyor. Beni sinirlendiren şeylerin başında paramı ve zamanımı ortalama veya kötü bir şeye harcamak geliyor. Kısıtlı zamanımızı en güzel, bizi en tatmin edecek şekilde geçirmeliyiz. Bu yüzden gideceğim her yer benim için çok önemli oluyor.
Del Popolo, San Francisco’yu uzun araştırmalarımın sonucunda karşıma çıkmadı. Çok güzel pizza yapmaları yıllar önce ilgimi çekmişti ve ben senelerdir zaten onları takip ediyordum, gideceğim günü bekliyordum. ‘Hadi San Francisco’ya gidelim’ dediğimiz anda beni ilk heyecanlandıran şey Del Popolo’da pizza yiyecek olmak oldu. Ben çoğu insanın aksine etli pizzaları tercih etmiyorum. Her zaman bölgenin sebzelerinden ve çeşitli peynirlerden yapılmış pizzalar beni daha çok cezbediyor. En sevdiğim ve menüde varsa mutlaka söylediğim pizza ise patatesli. Bunu söylediğim zaman genellikle babamın memnuniyetsizliği beni çok güldürüyor, asla pizzada patates olmasını ve benim de bunu seviyor olmamı kabul edemiyor. Del Popolo’da yediğimiz pizzalardan biri mevsimsel olarak menülerinde olan Red Kabocha idi. Red Kabocha bir çeşit kabak tadı biraz bal kabağı ile tatlı patates arasında. Red Kabocha’ya Caciocavallo peyniri, Calabrian biberi, bal ve tütsülenmiş Stracciatelle eşlik ediyor. Arkadaşlar, muazzamdı. Gerçekten harikaydı. Bir diğer pizza ise tabii ki benim favorim olan Patatesli pizzaydı. Oldukça basit bir birleşim olan Yukon patates, kırmızı soğan (bir diğer bayılığım şey pizzada kırmızı soğan), fontina peyniri ve biberiye. Hayatımda biberiyenin miktar olarak bu kadar iyi kullanıldığı bir ürün daha önce yemedim. Ne az ne çok. Tam ayarındaydı.
Normalde yemekle bira içmeyi tercih etmem. Bira her yemekle çok güzel eşleşen bir içecek fakat ben daha çok şarap, rakı ve uzo tercih ediyorum akşam yemeklerimde. Fakat bu sefer California’nın yerel biralarını denemek için çok heyecanlandığım için bira içtim. Harmonic Brewing’in Pilsener’ini ve Berryessa Brewing’in Jasmine rice lager’ini denedik. Bira hakkında hiç söylenecek bir şey yok, oldukça ortalama biralardı.
Kaliforniya’da Hangi Şaraplar İçilmeli?
Her üzüm, yetiştiği topraktan ve iklimden tadını aldığı için Kaliforniya ziyaretiniz sırasında denemeden dönmemeniz gereken üzümler var. Benim favorim olan üzümlerden biri Kaliforniya Zinfandel’i. Mutlaka denenmesi gerekenlerin başında Lapis Luna Winery’nin Zinfandel’i ve tabii ki benim en sevdiğim şarap üreticisi olan Orin Swift’in Zinfandeli “8 Years in the Desert” geliyor. ‘8 Years in the Desert’ kelime anlamıyla 8 yıl, Orin Swift’in bu adı vermesinin nedeni ise 2010 yılından itibaren 8 yıl boyunca Zinfandel üzümünü yetiştirememiş olmaları. Gecirdikleri o 8 yıl için 8 yılın verdiği bir tecrübe diyorlar. Kaliforniya’ya gittiğinizde ulaşabiliyorken Orin Swift’in elinize geçen tüm şaraplarını denemelisiniz… Bunun dışında kısaca şöyle bir liste yapabiliriz:
- Duckhorn – Sauvignon Blanc
- Robert Mondavi Winery- Sauvignon Blanc
- Tuli- Pinot Noir
- Lake Sonoma- Cabernet Sauvignon
- The Prisoner- Red Blend
- 1000 Stories- Zinfandel
- Mer Soleil- Reserve Santa Barbara Chardonnay
- Belle Glos- Las Alturas Vineyard Pinot Noir
Kaliforniya, geniş bir şarap bölgesi olup dünya standartlarını belirliyor bile diyebiliriz. Benim yukarıda yapmış olduğum liste tamamen ulaşılabilir, her restoranda rahatça bulabileceğiniz, fiyat-performans açısından oldukça başarılı olan bir liste. Ama bir tane seçme hakkım olsa kesinlikle Orin Swift’in şarapları derim.
Bir önceki yazımı bitirirken size Napa Vadisi’nin hayalet hikâyeli şarap evini yazacağımı söylemiştim. Ama son anda fikrimi değiştirip San Francisco yemeklerini yazmaya karar verdim. Şimdi size aynı şeyi tekrar söylüyorum. Napa Vadisi’nin en önemli, hakkında hayalet hikayeleri de duyduğumuz Stags’ Leap şaraphanesini size hikâyeleriyle birlikte bir sonraki yazımda anlatacağım. Okuduğunuz için çok teşekkürler.
Kapak Fotoğrafı: Gigi Aytan
İlginizi çekebilir: Gigi Aytan’dan Caymus
Patatesli pizza ile ilgili olarak yıllar önce çok müthiş bir deneyim yaşamıştım hem de Türkiye'de. Nişantaşı'nda yıllar önce, şimdi adını hatırlayamadığım, Atiye Sokak'ta bir mekana gitmiştim. Ortaklardan birini üniversiteden tanıyordum. En iyi ve iddialı olduğunuz şey ne diye sorduğumda 'pizza' demişti. Ben de güldüm gayri ihtiyari. Peki dedim ve menüden 'Yeni Zelanda' başlıklı patatesli pizzayı söyledim. Şu ana kadar yediğim, İtalya dahil, en iyi pizzalardan biriydi. Sonra sahibinden pizzalarının bu kadar iyi olmasının sırrını öğrenmiştim. Maalesef tüm iyi şeyler gibi o mekan da kapandı. O günden beri ara ara evde yaptığım hamur işlerine patates katarım (hafif sarımsak ve biberiye ile kavurup). Bir de bahsetmişsiniz, bal, biberiye, peynir ve bal kapağı inanılmaz bir uyum... Bu hafta yerim ben böyle bir pizza 🙂) elinize sağlık yazı için de...