Sanja, Halit ve Emel: Sanatla, Acının Sesi Olanlar
Zagrep’te doğmuş fotoğrafçı ve yerleştirme sanatçısı Sanja Ivekovic, Kabil’de doğmuş yazar Halit Hüseyni bildiğimiz yazılışıyla Khaled Hosseini, Tunus’ta doğmuş müzisyen Emel Mathlouthi (Meslusi). Farklı yerlerde doğmuş Sanja, Halit ve Emel belki de birbirlerini tanımadan ortak bir paydada, bu yazıda buluşuyorlar. Yaşadıklarını, gördüklerini, hissettiklerini yahut empati kurduklarını ifade ediş biçimleri farklı sadece. Biri enstalasyonla, biri yazıyla, biri de müzikle. Peki anlam? Anlam yüzyıllardır aynı değil mi…
Sanatla, Acının Sesi Olanlar
Sanja Ivekovic, Enstalasyon
1949 doğumlu Sanja; fotoğrafçı, heykeltraş ve enstalasyon (yerleştirme sanatı) sanatçısı. Çalışmalarında kadın kimliği, medya ve tüketim, politik çekişme gibi konuları ele aldığı biliniyor. Ayrıca Eski Yugoslavya’nın önde gelen sanatçılarından biri olarak kabul ediliyor. Sizleri Sanja’nın ”Sanatın Tarihi” hesabı sayesinde keşfettiğim bir yerleştirme sanatı ile tanıştırmak istiyorum. Öncesinde nedir bu yerleştirme sanatı ya da enstalasyon, tanımına beraber bakalım.
Yerleştirme Sanatı, çevreden bağımsız bir sanat nesnesi içermeyen, belirli bir mekan için yapılan, mekanın niteliklerini kullanıp irdeleyen (dolayısıyla mekana müdahale var) ve izleyici katılımının gereklilik olduğu sanat türüne denir. Kapalı ve açık mekanlarda yapılabilir. Örnek olarak ünlü enstalasyon sanatçıları Christo & Jeanne Claude‘nin eserlerini inceleyebilirsiniz. Şimdi sıra Sanja’nın enstalasyonunda, yürek burkan ”Haşhaş Tarlası” (Poppy Fields) sizlerle…
Sanja’nın 2007 yılında yaptığı bu eser, Almanya Kassel’de 6590 metrekarelik bir alanı kaplıyor. Esere ilk baktığımda böyle bir gerçekliği yansıtabileceği asla aklıma gelmedi. Sanatçı, serginin merkez binası olan Fridericianum’un (18.yy’da Almanya’nın en büyük meydanı) önündeki çimenliğe, kırmızı gelinciklerin yanında uzmanların yardımıyla iki türden oluşan haşhaş diker. Araziye yerleştirilen hoparlörler aracılığıyla da şarkılar çalınır…
Sanatın Tarihi hesabının admin’i Celil Sadık’ın anlatımı ile: ”Afganistan dünyada bulunan afyonun büyük bir kısmını üreten bir ülke ve ülkenin temel tarımsal ve en önde gelen ihraç ürünü. Neredeyse hiç bakım gerektirmez. Kolay kolay bozulmaya uğramaz. Ayrıca nakit para karşılığında doğrudan çiftçilerden alınabilir. Nakliyat için özel yollara gerek yok. ABD’nin Taliban rejimine karşı başlattığı savaşın ardından afyon üretiminde de patlama yaşanmış. Buna karşılık olarak da müttefik güçleri afyonun yetiştirmesi hakkında bazı kısıtlamalar uygulamışlar. Devam eden çatışmalarla birlikte çiftçiler ellerindeki afyon ekinlerini henüz tam olgunluk seviyesine ulaşmadan satmaya başlamışlar. Hem de çok ucuz fiyatlara… Tam olgunlaşmamış olan mahsul verimli olmadığı için, erkenden sipariş veren alıcılar yaptıkları ödemelerin geri iade edilmesini istemişler çiftçilerden. Bu durumda ödemeyi geri yapamayan çiftçiler iğrenç bir yönteme başvurarak kızlarını alıcılara takas olarak satmaya başlamışlar.
Afyon, haşhaştan elde edildiği için biz burada bir haşhaş tarlasının ele alındığını görüyoruz. Ancak bu tarlanın güzelliği Afgan kadınların çektiği acıyı somut bir şekilde göstermekten kaçınması. Bu güzelliğe eşlik eden şarkılar görüyor ve duyuyoruz. Tarlanın kırmızı olması ve afyonun da Birinci Dünya Savaşı sonrası ölümle ilişkilendirilmesi bu güzelliğin altında yatan ölüm duygusunu hissettiriyor. Bu uygulama Afganistan’da yaşanan savaşa, şiddete ve kadınların maruz kaldıkları acılara gönderme yapmak için tasarlanmış. Zaten Afganistan’da bir kadın olarak yaşamak doğuştan ‘kurban’ olmak demekken üstüne bir de müttefiklerin afyon üzerindeki politikalarının cezasını onlar çekiyor. Bu tarlalarda çalışanlar, çalışmak zorunda olanlar da bu kadınlardı. Sanatçı burada haşhaş ile Afgan kadınları arasında da güçlü bir bağ kuruyor. İlk başta afyonu nasıl tarif ettiğimi hatırlayın…
Neredeyse hiç bakım gerektirmez. Tıpkı Afgan kadınlar gibi. Kolay kolay bozulmaya uğramaz. Tıpkı dayanıklı Afgan kadınları gibi. Ayrıca nakit para karşılığında doğrudan Afgan çiftçilerden ve köylülerden alabilirsiniz. Tıpkı Afgan kadınları gibi!
Bu kocaman arazide gezerken kıpkırmızı haşhaş tarlalarına baktığınızı ve her yere yerleştirilmiş hoparlörlerden bu eziyetlere katlanmak zorunda bırakılmış kadınların söylediği şarkıları duymayı deneyin. Sanja Ivekovic bizlere ‘kadınlar çiçektir’ klişesi üzerinden ağır bir gönderme yapıyor.”
Sanja Ivekovic ise kırmızı gelincikleri şu sözlerle ifade etmiş: “İngilizce konuşulan bölgelerde kırmızı gelincik, savaşta öldürülen askerlerin sembolü olarak kabul edilirken, Doğu’da ise direnişin göstergesi olmuştur. Benim için, Doğu Avrupa’dan gelen kırmızı gelincikler, ölümün ve ölü askerlerin sembolü değil, siyasi mücadelenin küçük alevleridir.” Sanja Ivekovic’in 2008 yılında Feminizm ile ilgili verdiği röportajı detaylı okumak isterseniz tıklayabilirsiniz.
Khaled Hosseini, Edebiyat
Khaled Hosseini adıyla bilinen yazarın kitaplarını çoğunuz okumuşsunuzdur. Öyle güçlü ve yalın bir kalemi var ki kendi bizzat yaşamadığı olaylar karşısında bile çok iyi empati kurarak, yaşayanların gözünden dramı kurgu aracılığıyla bize aktarabiliyor. ”Bin Muhteşem Güneş” adlı kitabı çıktığında kendisini okumaya başladım ve sanırım ağladığım ilk kitaptı. Okurları ağlatmaktan çok ağlayanların sesi olmuş Halit, biz ağlamışız çok mu?
1965 yılında Kabil’de doğan Tacik asıllı Halit Hüseyni’nin babası, Afganistan Dışişleri Bakanlığı’nda diplomatmış. Afgan lider Zahir Şah’ın düşürülmesinden sonra 1976’da Paris’e taşınan Halit ve ailesi 1980 yılında Kabil’e geri dönmeye hazırlanırken, Sovyet Ordusunun ülkelerini işgal etmesiyle Amerika’ya sığınma talebinde bulunmuşlar. Aile Kaliforniya’ya yerleşmiş, Halit Hüseyni ise ilerleyen yıllarda doktor olmuş.
Uçurtma Avcısı yazarın 2003 yılında yayınlanan ilk romanı ve yaşadığı göçten izler barındırıyor. Aynı zamanda bir Afgan tarafından İngilizce olarak yazılan ilk roman olma özelliği taşıyor. Pek çok ülkede çok satanlar listesine giren kitabın, 2007 yılında çekilen Amerikan yapımı filmi Akademi, Altın Küre, Bafta gibi ödüllere aday gösterildi. Yazarın yazdığı tüm hikayelerde Amerika’nın kurtarıcı güç olduğunu vurguladığı, oysa gerçeklerin öyle olmadığını anlatan eleştiriler yapılmış. Fakat gözden kaçan nokta yazarın hayat hikayesinin de bu yönde olduğu, Amerika onun açısından bir kurtuluş niteliğinde ve bunu haliyle eserlerine yansıtmış.
Birleşmiş Milletler tarafından iyi niyet elçisi olarak mültecilere yardım eden Halit Hüseyni; 2015 yılında Akdeniz’de boğulan 3 yaşındaki Suriyeli mültecinin hikayesinden esinlenerek, Deniz Duası isminde resimli bir hikaye kitabı çıkardı. Buradan elde edilen gelir yazarın vakfına aktarılıyor ve mülteciler yararına kullanılıyor.
Eğer daha önce kitaplarını okumadıysanız muhakkak başlayın, dili oldukça akıcı ve sıkmıyor. Yazar eserlerinde genellikle farklı hayatlar yaşayan karakterlerin yollarını birleştiriyor, belli mi olur bakarsınız bu yazıdaki sanatçıların yolları da bir yerlerde kesişir…
Emel Mathlouthi, Müzik
Emel’i seneler önce, Filistin’de yaşanan dramı sesi aracılığıyla herkese yaşatan Naci en Palestina yorumu ile tanıdık. Bu şarkı Facebook’ta o kadar çok paylaşılıyordu ki, muhakkak bu ezgiler kulaklarınıza ve yüreğinize dokunmuştur. Emel ülkemize birkaç kere konser vermeye geldi. Kendisi sadece Tunus’un değil Ortadoğu’nun hatta belki de dünyanın en narin, güçlü ve senfonik seslerinden. Özgürlük kavramını müzikal anlamda içselleştiren ve vurgulayan Emel, aynı zamanda protest müziğin öncü isimlerinden biri. 10 yaşında şarkı yazmaya başlayan 1982 doğumlu müzisyen, Tunus’ta üniversitedeyken bir metal grubu kurmuş. İlerleyen yıllarda Tunus Hükümeti şarkılarını yasaklayınca 2008 yılında Paris şehrine taşınmış. 2015 yılında da Nobel Barış Ödülü Töreni’ne konser vermeye çağırılmış. Arap Baharı’nın yaşandığı günlerde marş olarak benimsenen Kelmti Horra (Kelimelerim Özgür) parçasını seslendirdiği bu kültleşmiş performansı bırakıyorum.
Emel verdiği bir röportajda arkadaşlarıyla bir araya gelip deneysel müzikler yaptıklarını, elektronik müzikle geleneksel Arap ve Kuzey Afrika müziğini karıştırmalarının ise sanatsal açıdan verimli olduğunu dile getirmiş. Emel’in şarkıları genellikle Arapça sözlere eşlik eden rock ve elektronik müzik temeline dayanıyor. Emel, Kelmti Horra albümü içinse trip-hop türünden etkilendiğini yine röportajında belirtmiş. Yeni çıkan albümünde Black Sabbath, David Bowie, Placebo gibi isimlerin şarkılarının cover’ları yer alıyor. Dinlemeden geçmeyin derim…
Bu yazıyı yazmama sebep olan şey, Emel’in birkaç ay önce yayınladığı Holm isimli parça. Öyle inanarak seslendirmiş ki, hepimiz yakında Arapça’yı sökeceğiz öyle görünüyor. Emel için ”Bitmeyen bir şarkısı yok mu?” demişler. Cevap vereyim. Yok. “Gözlerimi kapatabilsem ve hayaller ellerimden tutsalar, yeni bir gökyüzünde yükselir, kanat açar ve acılarımızı unuturduk…“
Kapak Fotoğrafı: voanews
İlginizi çekebilir: Ayça Yenigün’den Sarah Brightman
İlk yorumu siz yazın!