Motorla yol alırken sayısız üzüm bağlarına, zeytin ağaçlarına, oradan oraya koşan köpeklere ve motorla yanımızdan geçen insanlara bakıyorum. Santorini’deyim, rüzgar arkamızda, güneş batıda ve volkanik dağlar solumuzda kalıyor. Gördüğüm görüntüleri kaydetmeye çalışıyorum kafama. Hepsi birer fotoğraf gibi, her kare huzur dolu. Bir kısmı siliniyor, bir kısmı da asla gitmeyecek şekilde gözümün önünde yerlerini alıyor. Zeytin ağaçları kusursuz ve milliyetsiz duruyor. Hakkında “bize mi “onlara” mı ait acaba?” diye tartışarak yılları geçirdiğimiz kahveden, rakıdan, baklavadan ve cacıktan daha gerçekler. Tatları yok, ırkları yok, isimleri yok. Yalnızca zeytin ağacı hepsi. Aralarında fısıltı ile konuşuyor gibiler, rüzgar da onlara eşlik ediyor.

01

6000’e yakın sayıda olan Yunan Adaları’ndan hangisine gideceğimiz belli olur olmaz, araştırmalara giriştim. Kimi Santorini için çok “turistik” diyordu, kimi çok “pahalı”, kimisi de çok “romantik”. Aslında hepsinin ve hiçbirinin olmadığını gördüm. İnsan tatiline dilediği gibi şekil verdiği sürece, meğer gittiğin yer de istediğin gibi şekilleniyormuş. Hem en turistik yerini gördük bu adanın, hem en sakin köy yerlerini, hem çok ucuz esnaf lokantalarında yedik, hem de pahalı tavernalarında… Bazen turuncu gün batımıyla romantik olan ada, bazen çok eğlenceli ve çok çılgın olabiliyordu. Kısacası kafamıza göre şekillendirdiğimiz Santorini gezimizi aldığım tüm notlardan kopya çekerek, işte burada aktarıyorum.

Processed with VSCOcam with c1 preset

Ada, meşhur yanardağ Caldera’ya bakan kısımlarını sayarsak; 4 uç noktadan oluşuyor. En turistik ve gün batımının en iyi izlendiği söylenen Oia köyü, kısmen daha sakin olan Imerovigli, havaalanına en yakın olan hareketli Fira ve en son olarak da Akrotiri. Biz nasılsa Oia’ya gezmeye gideriz diyerek, daha sakin bir tatil tercih ettiğimizden Imerovigli’yi seçtik ve çok da memnun kaldık. Eğer aradığınız biraz sakinlik ve lüks ise; Imerovigli doğru tercih. Otel seçimlerine ise alt paragraflarda değineceğim.

Aklınızda Bulunsun! Santorini’de Ne Yapılır?

Processed with VSCOcam with c1 preset

– Öncelikle şunu unutun: “Ada değil mi her yere yürüyerek gideriz, olmadı taksiye atlarız.” Hayır işte düşündüğünüz gibi değil, çünkü ada sandığınız gibi yürümeye uygun değil; oldukça yamaçlı, yollar trafikli ve bir köyden diğerine yürümek için oldukça uzun. Taksilerin ne kadar pahalı olduğundan bahsetmiyorum bile. Bu yüzden yapacağınız en doğru şey; ya bir motor, ya bir küçük araba, ya da atv kiralamak. Atv biraz fazla gürültülü olduğundan, bence eğer motor ehliyetiniz varsa bir scooter kiralamak ya da park yeri açısından Smart gibi bir araba kiralamak mantıklı olacaktır. Biz 4 günlük bir scooter kiraladık (4 günlüğü 75 Euro) ve oldukça memnun kaldık. Onunla tüm civar yerlere de gittik.

– Birazdan yazacağım mekanların isimlerine, adreslerine kolaylıkla Apple uygulaması olan City Maps 2Go; yeni adıyla Ulmon haritaları üzerinden ulaşabilirsiniz. Ya da Foursquare…

– Geceleri serin ve rüzgarlı olabiliyor, yanınıza muhakkak uzun kollu bir şeyler alın.

– Mümkünse feribotla gitmeye çalışın Santorini’ye çünkü “Santorini Havaalanı” bugüne kadar gördüğüm en kötü, en sorunlu ve en yavaş havaalanıydı.

– Deniz ve plaj konusunda ısrarcıysanız siyah kum, beyaz kum ya da kırmızı kumlu sahiller arasından seçim yapmalısınız. Güneydeki plajların daha iyi olduğu söyleniyor. Yani Caldera yanardağını görmeyen diğer tarafta yer alan plajlar… Biz Kamari plajına gittik yalnızca; şemsiyeler, şezlonglar gayet iyi durumdaydı. Denizi ise temiz ama biraz koyu renkteydi.

Otel Mevzusu Santorini Otelleri

04

Santorini’deki otellerin hemen hemen hepsi gayet iyi durumda ve konforlu. Tabii nasıl bir konfor ve nasıl bir ortam aradığınıza göre de seçenekler çoğalabiliyor. Biz Oia’yı çok kalabalık olduğu için, Fira’yı da çok merkezi ve trafikli olduğu için eledik ve Imerovigli’deki otellere baktık. Bunlar arasından da, hem stili hoşumuza giden, hem infinity pool’u olan, hem de 20 odalı olduğundan çok kalabalık olmayacak olan oteli Chromata’yı seçtik. Ne kadar erken ayırtırsanız, bu otelin fiyatları o kadar avantajlı oluyor ama genel olarak; günlüğü kahvaltı dahil 500 Euro’dan başlıyor. Diğer oteller de yaklaşık 150 Euro’dan başlıyor ve üst sınırı en yukarılara doğru gidebiliyor. Daha ucuz bir konaklama istiyorsanız; Airbnb’ye ve pansiyon tipi yerlere bakabilirsiniz.

Şarap Almadan Dönmeyin!

Şarap konusunda en önce sizi uyarmak istediğim nokta; muhakkak aldığınız şarapları (eğer sayısı ikiyi geçiyorsa) vakumlu bir pakete koydurun. Havaalanında sorun çıkarabiliyorlar. Bize çıkardılar ve şaraplarımızın bir kısmını ne yazık ki havaalanının ruhsuz çöpleri arasında bırakmak zorunda kaldık.

Sigalas şarap tadımı yaparak satın alabileceğiniz “adanın en iyisi” diye geçen şarapların satıldığı bir şaraphane. Buradan sahibi Sigalas’ın bağlarında ürettiği “dry” kırmızı şaraplardan aldık. Fiyatlar 6 euro ile 30 euro arasında değişiyor. Eğer siz de tadım yapmak isterseniz burasını tavsiye ederim. Şarap her yerde karşınıza çıkan ve kolaylıkla alabileceğiniz bir yerel ürün fakat tadım yaparak almayı isterseniz Sigalas’a muhakkak uğrayın. Şaraba çok ilgiliyseniz ve tüm süreç hakkında bilgi edinmek istiyorsanız şarap müzelerine de uğramak zevkli bir aktivite olacaktır.

Imerovigli – Dar Sokaklar, birbiri ardına lüks oteller ve huzur

Processed with VSCOcam with c1 preset

Birçok insanın aksine; Oia değil Imerovigli oldu adanın en sevdiğim kısmı. Burada manzara süper, tam karşınızda yanardağ var. Çok sayıda olmasa da birbirinden güzel tavernalar ve restoranlar var. Bir de daha önce de dediğim gibi, Oia’ya göre çok daha sakin ve huzurlu.

Anestis: Yunanistan’ın ev yemeklerini merak ediyorsanız, bu “esnaf lokantası” tarzındaki restorana bir öğlen yemeği için uğramalısınız. Saganaki’si (kızartılmış hamur ve peynir) ve domates soslu köftesi hem çok lezzetli, hem de fiyatı uygun.

Anogi: Deniz görmemesine rağmen, ortamı en güzel olan tavernalardan biri. Yalnız gitmeden 1 gün önce rezervasyon yaptırmayı unutmayın çünkü hep çok kalabalık. Midye, karides, ahtapot yani deniz ürünleri sevenlerin aklında olsun.

Mezzo: Deniz kenarında yer alan bu kafe/restoranda isterseniz bir akşam üstü gün batımında şarabınızı yudumlamaya gidin, ister sislerin yeni dağıldığı bir saatte kahvaltıya, ya da akşam yemeğine… Ortamı, yemekleri ve manzarası çok güzel. Kuzu eti ve karides yemeği en çok sevilen yemekleri arasında.

“Biraz merkezden uzaklaşıp, macera yaşamanın zamanı!” diyorsanız…

06

Eğer biraz spontane takılmak istiyorsanız, biraz da her yerde fotoğraf çeken ada turistlerinden kaçmak; yapacağınız şey motorunuza veya arabanıza atlayıp en tepelere, üzüm bağlarının çevrelediği küçük köylerin oralara gitmek. Sonra da farklı bir yol izleyerek, denizin kenarına kadar inin, göreceksiniz ki adanın size o esnada hissettirdiği ruhu her şeye bedel. Biz bu spontane gezileri gerçekleştirirken, Apple uygulaması olan City Maps 2Go; yeni adıyla Ulmon haritalarından yararlandık. Bu haritanın en güzel yanı; bir kere online olarak girdikten sonra, offline olduğunuz her anda nerede olduğunuzu harita üzerinde göstermek.

Şunu söyleyebilirim ki; normalde hep gideceğim yere odaklanan bir insan oldum. Santorini’nin yollarında ilerlerken ise yolda gördüklerim, gittiğim yerlerden daha fazla aklıma kazındı. Şarabını açıp masasına kurulan aileler, gün batımını izleyen sevgililer, bahçesini eşeleyen yaşlı bir teyze, el sallayan yaşlı bir amca, oyuncaklarıyla yıkık otoparklarda oynayan çocuklar gördüm. Motorun üzerindeyken esen rüzgar, gökyüzünün mavi ve turuncu arasındaki rengi ve şarap müzelerinden gelen şarap kokuları beni mutluluk sarhoşu yaptı.

Processed with VSCOcam with m5 preset

Tepelere kadar çıkıp hem manzaraya üst bir noktadan baktık, hem de rüzgarın da bizi hızlandırmasıyla beraber, birkaç saat içinde ismini duymadığımız ufak köylerin arasından geçtik. En sevdiklerimden biri; Pyrgos oldu. Bu köyün meydanında ufak bir kahvesi var; ismi Kantouni. Çınara benzer ağaçların altında dedeler iskambil oynuyor, kahve içiyor; hani şu Türk mü, Yunan mı diye tartıştığımız bol telveli kahveden. Kafenin sahibi yaşlı bir teyze, sanki bir genç kız enerjisiyle oradan oraya koşturuyor. Bu kahvede oturun, soluklanın. Dinlenince de, hemen yanında yer alan Brusco Winery Cafe and Deli’ye gidin. Burada, şaraplar, doğal ürünler ve şarküteri ürünleri satılıyor. Oturup, tadabilirsiniz de. Sızma zeytinyağı ve capari dolu şişelerinden gözümü alır almaz buradan çıkıyoruz ve motorumuzu bu defa da maviliklere sürüyoruz.

Megalochori Köyü – Kilise çanlarının arasında, mavinin biraz ilerisinde…

Processed with VSCOcam with c1 preset

Neo klasik binaların yer aldığı, tam ortasında kilise çanlarıyla bana sanki eski bir Yunan filmi setindeymişim hissini veren sımsıcak bir köy burası. Çevresindeki üzüm bağlarının etrafından dolanarak, uzun daracık bir yoldan geçerek aniden yolumuz bu köye çıkıyor. Biraz daha gidince maviye, denize varacağız. Ama bu köyde uzunca bir süre takılı kalıp, fotoğraflar çekiyoruz, biraz da nostalji yaşıyoruz. 

Processed with VSCOcam with g3 preset

Geçmişi 17. Yüzyıla dayanan Megalochori, “traditional village” diye anılmasına sebep olan bakirliğini ve binalarını aynen korumuş. O zamanlar baronların ve tüccarların yaşadığı köyde, Vinsanto şaraplarının ticareti yapılırmış. Günümüzde de bu şarapları bu köyde bulabilirsiniz. Beyaz evler, ahşap renkli kapılar, yüksek duvarlar ve küçük avlular burayı özel kılmaya yetiyor. Meydanına geldiğinizde, “tavli” yani tavla oynayan amcaları, şaraplarını yudumlayan birkaç turisti ve her yarım saatte bir çalan büyük bir kilisenin çanlarını görüyorsunuz. 6 adet çanı bulunan çan kulesine bakınca, 1600’lü yıllarda gibi hissediyorum kendimi, sonra elime analog makinemi alıp bir fotoğraf çektiğimde günümüze aniden geri geliyorum.

10

Plaka ve Thermi plajlarına (arabayla gitmek zor anca yürüyerek) yakın bu köyün sokakları arasında bir adet takıcı ve bir de “cooking class” workshop’u veren bir küçük mekan dikkatimi çekiyor. Bu mekanın adının “Raki” olduğunu öğreniyorum. Eskimiş ahşap masalarına oturup, ev yapımı patates kızartması ve yine ev yapımı ekmeğinden yiyoruz. 

10bucuk

Hemen yan tarafta; Ilios & Petra adında modern görünümlü bir taverna var. Gidilmeye hatta mümkünse bir akşam burada geçirilmeye değer.

Oia – Zamanın Hızla Aktığı Köy Santorini Gezilecek Yerler

Processed with VSCOcam with c1 preset

Oia’ya ilk kez adımımı attığımda zemindeki grili beyaz taşlardan, denizin manzarasından ve çevredeki evlerin balkonlarına dizili kaktüs saksılarından bir anda büyüleniyorum. Sonra şunu fark ediyorum; eğer Oia’nın sadece ana sokaklarından yürümeye kalkarsanız uzun turist gruplarının kuyruğuna takılarak, yürürken biraz daralabilirsiniz. Bu köy Santorini’nin en popüler ve en turistik kısmını oluşturuyor. Bu nedenle arka sokaklarında kaybolmak, daracık geçitlerden geçerek evleri incelemek, bir nebze de olsa kalabalıktan sıyrılmanızı sağlıyor.

Processed with VSCOcam with c1 preset

Atlantis Bookshop: Oia’nın şüphesiz en sevdiğim yeri oluyor. Küçük bir kitap cenneti Atlantis’e adımınızı attığınızdan itibaren kendinizi çok farklı bir ortamda buluyor, Oia’nın genel atmosferinden biraz uzaklaşarak, birkaç farklı ülkeye aynı anda gidip gelmiş gibi hissediyorsunuz. İç mimarisi de bir o kadar dikkatimi çekiyor; her yer kitaplarla bezeli, tavanda bir boşluk var ve o boşluk aslında kitapçının gün batımlarının izlenebildiği terasına çıkıyor. Birkaç adet yatak da dikkatimi çekiyor, aynı Paris’in Shakespeare and Co’su gibi… Buradan “On The Road” alıp, kendimi yollarda hissetmek için çok tatlı bir kafeye doğru yol alıyorum ve orada Santorini’ye dair yol yazıları yazıyorum.

13

Meteor Cafe: Az önce bahsettiğim o “çok tatlı kafe” burası. Oia’nın geneli hep çok turistik ve kalabalıkken kafamızı dinleyebileceğimiz tek sakin yer bu kafe oluyor. Arkada birbiri ardına Jazz tınıları devam ederken, gün batımının turunculuğu kafenin aynalarına yansıyor ve buz gibi bir bira da buna eşlik ediyor. Ayrıca burada ev yapımı pasta ve kekler de mevcut fakat ben birkaç bira içmeyi ve dışarıdaki çılgın kalabalığın aksine sakin olan bu köşede saatlerce oturmayı tercih ediyorum. Küçük balkonuna çıktığımda gün batımına bir kez daha hayran kalıyorum ve Oia’yı daha çok sevmeye başlıyorum.

Processed with VSCOcam with c1 preset

Skiza Cafe: Terasından gün batımını seyredebileceğiniz, lezzetli aromalı dondurmalar yiyebileceğiniz ve kahve içebileceğiniz sakin bir diğer kafe. Üst katı daha çok tercihim olan bu mekandan dışarıdaki akışa baktığınızda göreceğiniz görüntüler arasında mavi çatılı meşhur kilisenin merdivenlerine dizilmiş fotoğraf çekmek için yarışan insanlar, yavaş adımlarla dans eden güneş, otellerinin teraslarında şaraplarını yudumlayan insanlar ve git gide dolmaya başlayan restoranlar yer alıyor. Çilekli ve vanilyalı dondurmamızdan yedikten sonra gündüz ayırttığımız minimal dekorlu taverna Melitini’ye doğru yol alıyoruz.

Melitini: Melitini gördüğümüz ve bulunduğumuz diğer tavernalardan çok farklı. Menüsünde çok seçenek yok, seçenekte yer alanlar da porsiyon olarak küçük tabaklarda geliyor. Yine de gelen yemekler çok lezzetli ve görünümünün aksine çok doyurucu. Dekoru sade ama belirli bir konsepte sahip.

Öncelikle fava, peynir tabağı ve küçük bir alüminyum sürahide ikram edilen beyaz şarabından söylüyoruz. Sonra da birkaç deniz ürünü. Özellikle de sirke soslu ahtapotunu çok seviyoruz. Ayrıca belirtmem gerek ki, eğer “Donkey Bira” denemek isterseniz (üçlü oluyor yellow-az alkollü, kırmızı-orta alkollü ve en büyük olan gri-crazy donkey) burada bulabilirsiniz. Bir de mümkünse aşağı katta bir yer ayırtın çünkü teras katı epey bir esiyor.

Muhteşem bir gün batımı ve lezzetli kokteyllerin adresi: Katharos Lounge

16

Rakılı kokteyllerine bayıldığım, gün batımının en yakından görüldüğü, kayalıklar arasına gizlenmiş çok özel bir yer Katharos Lounge. Arkadaşımın tavsiyesi üzerine motorumuza atlıyoruz ve gizli kalmış bu cennetvari mekanı keşfe gidiyoruz.

Gitmişken, yamaca gizlenmiş merdivenlerden inip bakir deniz kenarına da inebilirsiniz Ama plaj, şezlong, şemsiye beklemeyin… Ayrıca deniz dalgalarının sesi eşliğinde, bar kısmında oturup “böyle bir gün batımı daha önce görmedim” diyebileceğiniz anlar yaşayabilirsiniz. Pineapple Rakini, Orange Rakomelo Cocktail kokteyllerini turuncu bir gün batımı eşliğinde içmenizi tavsiye ederim. Her ikisi de rakı ile yapılıyor.

17

Bir gün önceki gün batımını Santa Maria Kilisesi yanında karşılarken (bir tek biz vardık, etraf sakindi ve güneş karşımızda git gide yitiyordu), bir diğer günde bu mekanda kokteyller eşliğinde karşılıyoruz derin turuncuyu. Şunu anlıyorum; gerçekten de hayatımda gördüğüm en güzel gün batımları burada, Santorini’de!

Motorla yol alırken sayısız üzüm bağlarına, zeytin ağaçlarına, oradan oraya koşan köpeklere ve motorla yanımızdan geçen insanlara bakıyorum. Santorini’deyim, rüzgar arkamızda, güneş batıda ve volkanik dağlar solumuzda kalıyor. Gördüğüm görüntüleri kaydetmeye çalışıyorum kafama. Hepsi birer fotoğraf gibi, her kare huzur dolu. Bir kısmı siliniyor, bir kısmı da asla gitmeyecek şekilde gözümün önünde yerlerini alıyor. Zeytin ağaçları kusursuz ve milliyetsiz duruyor. Hakkında “bize mi “onlara” mı ait acaba?” diye tartışarak yılları geçirdiğimiz kahveden, rakıdan, baklavadan ve cacıktan daha gerçekler. Tatları yok, ırkları yok, isimleri yok. Yalnızca zeytin ağacı hepsi. Aralarında fısıltı ile konuşuyor gibiler, rüzgar da onlara eşlik ediyor.

Son gece motor üzerinde yol alırken, bu adayı çok özleyeceğimi düşünüyorum ve biraz hüzünleniyorum. Kafamda şu sözler belirmeye başlıyor: “Gün olur, alır başımı giderim, denizden yeni çıkmış ağların kokusunda. Şu ada senin, bu ada benim, yelkovan kuşlarının peşi sıra”…