Sardunya - Korsika Hattı’nda Seyrüsefer: Bir Akdeniz Yolculuğu Üzerine
Akdeniz’in gündüzleri güneşin yansımalarının altın yaldızlarla süslediği masmavi suları geceleri kendini lacivert bir sükunete bırakıyor. Gece beraberce denizi ve gökyüzünü seyrederken yıldızlarla bezenmiş göğe uzun uzun baktıktan sonra Kerem bana “baba, ay niçin bu kadar büyük ve parlak” diye soruyor. Parlak ay ışığı ve vakur gece teknemize adeta esrik bir ruh musallat ediyor; zevk veren hüzün ve melankoli Baudelaire’nin ‘Kötülük Şiirleri’nden ‘Adam ve Deniz’in şu dizelerini hatırlatıyor: İkiniz de kasvetli ve suskunsunuz/İnsan, kimse senin varlığının derinliklerini duymadı/Ey Deniz, hiç kimse senin en gizli zenginliklerini bilmiyor/Sırlarınızı çok gayretle saklıyorsunuz!
2024 benim için bir Akdeniz yılı oldu. Önce baharda uzun Fransa seyahatimiz sorasında Saint-Tropez’den Menton’a, Côte d’Azur’u (Fransız Rivierası) ziyaret etmiştik. Yaz tatilimizi geçirdiğimiz İtalya’da da zamanımızın bir bölümünü Sardunya’ya ayırdık. Normal şartlarda İtalya’da yapılacak bir deniz tatilinde tercihim Sardunya değil turizm kalabalığı riskine rağmen İtalyan Riviearası ve Ligurya sahilleri olurdu ama adaya gidişimizin nedeni bir aile buluşması olduğundan İtalyan Rivierası seyahati bir başka bahara kaldı. Gerçek anlamda bir bahara; çünkü gerek havanın yumuşaklığı gerekse de çılgın kalabalıktan uzak kalabilme şansı baharı bu bölge için en uygun ziyaret zamanı haline getiriyor bence.
Öncelikle kendimle ilgili bir gerçeği vurgulayayım ki bu senenin kişisel tarihindeki önemi daha iyi anlaşılsın. Ben hiç bir zaman Akdeniz aşığı biri olmadım. Denizi severim; keza deniz kıyısında büyüdüm sayılır. Öte yandan benim sevdiğim deniz İskoçya sahilleri, Kuzey Denizi veya Baltık Denizi gibi soğuk denizlerdir. Benim için deniz girilecek değil daha çok huzur bulmak ve sakinleşmek için manzarası seyredilecek; güneşinde yatılacak değil rüzgarında ürperilecek bir yerdir. Bu durum Karadeniz’de doğmamdan ve çocukluğumu Karadeniz kıyısında geçirmekten mi yoksa çocukluk travmaları yüzünden 11 yaşından beri denize girmemekten veya her ikisinden birden mi kaynaklanıyor bilemiyorum; lakin hayatım boyunca Ege ve Akdeniz ile aram pek iyi olmadı. Dolayısıyla bu sene önce Cote’d Azur ve ardından da Sardunya seyahati ve özellikle de denizin üzerinde zaman geçirmek benim için Akdeniz ile barışmak için önemli bir adıma; Sardunya plajlarında vakit geçirmek ve tekne ile Akdeniz’e açılarak Sardunya-Korsika arasında İtalya ve Fransa karasularında farklı adacıkları, plajları ve kasabaları ziyaret etmek benim için ‘tam bir yaşam boyu deneyime’ dönüştü.
Sardunya-Korsika Seyriseferi’nin detaylarından önce çok kısa olarak Sardunya hakkındaki genel izlenimlerimi yazayım: Kendisinden daha popüler kardeşi Sicilya’dan sonra İtalya’nın ve Akdeniz’in en büyük ikinci adası olan Sardunya (Kıbrıs’ın 2,5 katı) hakkında ‘nereye gidilir; nerede ne yenir’ gibi konuları merak edenler The Magger’da yayınlanmış kapsamlı yazılara bakabilir. Bu yazıda ben ağırlıklı olarak karaya ayak basmadan Sardunya’nın denizini; Sardunya’dan Korsika’ya, Akdeniz’in pırıl pırıl parlayan maviliği, zerafeti ve güzelliğini yazacağım.
Sardunya, tarih, sanat, kültür ve gastronomiden ziyade deniz-kum-plaj ağırlıklı bir seyahat tercih edenler için müthiş deneyim sunuyor. Nitekim adanın Sicilya’nın aksine dış değil daha çok iç turizme hitap etmesi de bu yüzden. Sardunya’da geçirdiğim zamanın bir bölümünü deniz üzerinde teknede geçirmesem plajda bulunmayı hiç sevemeyen biri olarak itiraf edeyim adada sıkılabilirdim. Aslında adaya bir aile buluşması; Aslı’nın abisinin adadaki yazlığında çoluk-çocuklu Türk tipi yazlıkçılık ile çocukla ne kadar olursa o kadar yapılabilecek günü birlik road-trip maceracılığı arasında bir yere konumlanabilecek bir tatil planıyla gitmiştik. Dolayısıyla da aileyle güzel vakti geçirince her yer ve aktivite de eğlenceli bile gelmişti bana ama yine de uğradığımız plajlarda geçirdiğimiz 30 dakika sonrasında kendime “ne zaman gideceğimizi” sormaktan da kendimi alamadım. Buna karşın yaz denince aklına deniz-kum ve güzel hesaplı plajlar gelenler için Sardunya doğru adres. Buna ek olarak İtalya’nın diğer bölgeleri ile kıyaslandığında müthiş bir gastronomisi olmasa da iyi, taze ve kaliteli malzemeye ulaşmak kolay olduğundan benim gibi mutfaktan çıkmayan ve ilgi alanı İtalya ve İspanya başta olmak üzere Akdeniz mutfağı olan amatör şefler için Sardunya mutfakta geçirilecek zevkli zamanlar vadediyor.
Sonuç olarak İtalya ana karasından ulaşımı, hele de yaz yoğunluğunda, biraz meşakkatli olsa da (Sardunya uzun İtalya seyahatimizin son durağıydı ve ister istemez fiziksel bir yorgunuluğumuz vardı. Bu yorgunluğa Roma’dan Olbia’ya uçakla 2 saatlik bir rötar ve havalanındaki grevden dolayı yaklaşık 5,5 saat süren bir yolculuk da eklendi) fırsatı olanların Sardunya’yı görmesini öneririm. Özellikle Porto Cervo’nun şık, zarif zenginliği, cafe ve restoranları hayat boyu anılarda yer edecek bir deneyim. Ayrıca Amalfi Sahilleri’nin insanın kafasına bir çığlıkla kaktığı yalancı ‘La Dolce Vita’sı, Positano’nun gereksiz pahalılığı ve özellikle de Ripley dizisi sonrası bir anda moda olan Atrani’nin sükseliği karşısında da görece daha sakin ve mütevazi bir yaz vadediyor Sardunya.
Gelelim yazının başrol oyuncusuna… Sardunya’dan Korsika’ya uzanan deniz seyahatimiz öncelikle arabalı vapurda başlıyor. Sardunya Adası’ndan tekneye bineceğimiz Isola di La Maddelena adasına Palau’dan 15-20 dakikalık bir yolculuk ile ulaşıyoruz. La Maddelena, Akdeniz’de İtalyan Deniz Kuvvetleri’nin de önemli merkezlerinden biri olan küçük ama sevimli bir ada-kasaba. Şansımıza gittiğimiz gün yılın en önemli etkinliği biri olan ve kasabanın koruyucu azizi Santa Maria onuruna gerçekleştirilen Santa Maria Maddelena kutlamalarına denk geliyoruz ve etkinliklere Belediye Başkanı’ndan adadaki deniz üssünün komutanı Amiral’e ve yine adada yer alan deniz subay okulu öğrencilerinden ada sakinlerine ve bizim gibi turistlere, kalabalık bir topluluk ile katılma olanağı buluyoruz.
Öte yandan kutlamalar dolayısıyla adada resmi tatil olması yüzünden Kerem’e deniz tutması için alacağımız ilaç için bir saat boyunca tek nöbetçi eczane önünde kuyrukta beklemek zorunda kalıyoruz ki bu durum La Maddelana’da yaşadığımız tek olumsuz şey oluyor. Adayı gezdikten ve güzel bir yemekten sonra (ki turizm mevsimi ve hatta yılın en önemli günü olmasına karşın gayet uygun fiyatlarla) çok müthiş bir doğaya ve mimariye sahip Parco Nazionale Dell’Arcipelago di La Maddelena’daki teknemize ulaşıyoruz. Adından da anlaşılabileceği gibi sadece üyelere özel bir yat limanı olması yanında ulusal park statüsüne de sahip olan bölge nefes kesen manzarası, turkuaz suları ve kozmik görüntüdeki kayalarıyla başlı başına ziyaret edilmeyi hakeden bir doğal harika.
Karizmatik ve tecrübeli kaptanımız Capitano Clemeo ile buluştuktan ve tekneye yerleştikten sonra yorgun ve aç olduğumuzu anlamış olacak ki Il Capitano bizi yediğim en iyi bazı deniz ürünlerini tatma şansı bulduğumuz çok müthiş bir restorana, La Baracca’ya götürüyor.
Güzel yemek sonrasında müthiş liman manzarası ve adeta bir beşikte ninni dinler gibi denizin sesi eşliğinde teknede iyi bir uyku çekmenin ardından Akdeniz üzerindeki seyrimiz başlıyor.
Dünya üzerinde hiçbir deniz ve okyanusun yaz mevsimindeki Akdeniz’in güzelliğine ulaşamayacağını düşünürken bir anda sürpriz bir şekilde şiddetini artıran rüzgar birkaç saat boyunca hepimizi sarsıyor. Yaklaşık bir, bir-buçuk saatlik bir yolculuk sonunda çocukların kusmaları dışında başka bir sorun yaşamadan Korsika’ya ulaşmayı başarıyoruz. Burada Kaptan Clemeo’nun tecrübesi, ustalığı ve bölgeyi avuç içi gibi bilmesinin öneminin altını çizmem lazım. Ayrıca şiddetli rüzgar eşliğinde onun tekneyi yönetmesini seyretmek yaşadığımız macerayı farklı bir deneyime dönüştürdüğünü de eklemeliyim.
Ve Korsika… Napolyon Bonaparte’ın doğum yeri… Fransız merkezi hükümeti ile yaşanan özerlik tartışmalarının yarattığı politik ve İdari sorunlarıyla Sicilya, Sardunya ve Kıbrıs’tan sonra Akdeniz’in dördüncü büyük adası… Mikro-milliyetçiliğin etkisi altında, yakın geçmişte FLNC gibi aşırı milliyetçi ayrılıkçı terörist bir örgütün bombalı saldırıları ve suikastlerine sahne olmuş ada ziyaret etmeden önce benim için Kuzey İrlanda veya Bask gibi modern Avrupa’da ayırlıkçı terörün merkezlerindendi. 2023’de bile adada hala resmi olarak silahlı saldırıların sona ermesine rağmen ayrılıkçı eylemler gerçekleşiyordu. Günümüzde hala adada mali politikalarda, istihdam ve Korsika’nın yerel dilinin kullanılması konularında adanın Fransa’dan özerk bir statü kazanmasına yönelik tartışmalar devam etmekte. Özellikle gençler arasında ayrılıkçı görüşler hala popüler ve FLNC’nin bazı küçük fraksiyonları özerklik konusunun bir çözüme ulaşmaması durumunda silahlı mücadeleye yeniden başlayacakları tehdidinde bulunuyor. Öte yandan adaya yaklaştığım andan itibaren tüm bu tarihi ve politik konjonktür adanın neredeyse el değmemiş güzelliğini; doğallığını koruyan plajlarını ve kıyılarını gölgeleyemediğini fark ediyorum. Teknemizi açığa demirleyip botla kıyıya yaklaştıkça adanın doğasının ve kıyılarının güzelliği karşısında hayranlığımızı gizleyemiyoruz.
Gün ışığında doğal plajların tadını çıkardıktan sonra gece de müthiş bir bir yat limanına sahip olan ve marina bölgesiyle çok güzel bir alışveriş ve gastronomi deneyimi sunan liman kasabası Porto-Vecchio’yu geziyoruz. Adanın başkenti Ajaccio ve liman şehri Bastia’ya gitmek için 2,5 saate yakın bir karayolu yolculuğu yapmak gerektiğinden adanın etrafındaki adacıkların güzelliklerini deneyimlemek için bu kentleri ziyaret etmekten vazgeçiyor ve geceyi Porto-Vecchio yat limanında teknemizde geçiriyoruz.
Akdeniz’in gündüzleri güneşin yansımalarının altın yaldızlarla süslediği masmavi suları geceleri kendini lacivert bir sükunete bırakıyor. Gece beraberce denizi ve gökyüzünü seyrederken yıldızlarla bezenmiş göğe uzun uzun baktıktan sonra Kerem bana “baba, ay niçin bu kadar büyük ve parlak” diye soruyor. Parlak ay ışığı ve vakur gece teknemize adeta esrik bir ruh musallat ediyor; zevk veren hüzün ve melankoli Baudelaire’nin ‘Kötülük Şiirleri’nden ‘Adam ve Deniz’in şu dizelerini hatırlatıyor:
İkiniz de kasvetli ve suskunsunuz:
İnsan, kimse senin varlığının derinliklerini duymadı;
Ey Deniz, hiç kimse senin en gizli zenginliklerini bilmiyor,
Sırlarınızı çok gayretle saklıyorsunuz!
Sabah oluyor; gece sözleştiğimiz gibi Il Capitanoyla beraber erkenden kalkıp espressolarımızı yudumlarken güneşin doğuşunu seyrediyoruz. Güneş doğarken Akdeniz üzerindeki renk oyunlarını görünce insan niçin resim sanatınının çok büyük ressamlarının Akdeniz’e karşı özel bir merakları olduğunu ve Matisse’den Picasso’ya birçoğunun yaşamak için Akdeniz kıyılarını seçtiğini anlıyor.
Tekne ahalisinin tamamının kalkması ve kahvaltı ardından seyrüseferimiz yeniden başlıyor. Sardunya-Korsika arasında bazılarında yerleşim olmayan ama doğal güzellikleriyle göz kamaştıran ve hepsi de ziyaret edilmeyi hakeden bir dizi ada yer alıyor: Seyahatimizin başladığı La Maddelena dışında pembe sahileri ve göz alıcı bir doğal güzellik sunan sarp falezleri ile Caprera; eski bir NATO üssü olan ve günümüzde sakin bir şekilde güneşin tadını çıkarmak isteyen ziyaretçilerle popülerliği artan Santo Stefano; hali hazırda yerleşmeye ve inşaa yapılmasına kapalı olan ve vahşi fauna ve florasıyla Avrupa’da kendine özgü bir mücevher olan Spargi; ulusal park olan ve beyaz-pembe renkli sahilleri, kendine özgü gri kayaları dışında en sevdiğim yönetmen Michelangelo Antonioni’nin Il Deserto Rosso (1964) filminin bazı sahnelerini çektiği yer olarak da ayrı bir öneme sahip Budelli; vahşi doğası ile yerleşimin olmadığı kristal berraklığındaki sularıyla Razzoli; denizden muhteşem bir manzara sunan ve güzel plajları, su sporları olanakları yanında adeta gizli birer inci tanelerini andıran sakin koylarıyla ve zamanın durduğu Ortaçağ’dan kalma köyüyle Bonifacio ve bir ressamın tuvalinde fırlamışcasına bir renk paleti sunan Santa Maria…
Her biri başlı başına bir mücevher; insanın yaşamına değer katan birer doğa mucizesi. Korsika’daki Corse-du-Sud plajları dışında genel olarak sakin olan adacıkların ve denizin sükuneti ve huzuru ile az sayıda sayılabilecek insan varlığı ve açık denize doğru yol aldıkça azalan deniz trafiği tüm bu doğanın zevkinin doyasıya çıkarılmasını sağlıyor.
Seyahatin sonunda, uzaktan kara göründüğünde ve Akdeniz’den ayrılma vaktinin geldiği belli olunca bir kez daha Baudelaire’in dizeleri kadife dalgalar gibi zihnimde hareket ediyor:
Kendi görüntünün koynuna dalmayı seviyorsun
Kucaklıyorsun gözlerin ve kollarınla ve yüreğinin
Dikkati dağılıyor kendi yaygarasından zaman zaman
Bu vahşi ve evcilleştirilemez seslenişle
Kaptan Clemeo’ya nedendir, Nazım Hikmet’in “Çok yorgunum beni bekleme kaptan/Seyir defterini başkası yazsın” dizeleriyle veda etmek istiyorum ama kırık İtalyancamla “Grazie per tutti Capitano, ci vediamo il prossimo anno” (Her şey için teşekkürler kaptan; seneye görüşürüz) dediğimde tüm içtenliğiyle ve sempatikliğiyle bana sarılıyor.
Geldiğimiz yoldan tekrar geri dönüyoruz. La Maddelena’da biraz vakit geçirdikten sonra arabalı vapurla Palau’ya ve oradan da Porto Cervo’ya, Sardunya seyahatimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Kapak Fotoğrafı: Bülent Tunga Yılmaz
İlginizi çekebilir: Fahriye Şentürk’ten Ischia ve Procida
İlk yorumu siz yazın!