Şehirde Sürdürülebilirlik: Küçük Adımlarla Büyük Sonuçlar
Küçük tatlı bir Ege kasabasına yerleşmek ve bahçesiyle ilgilenmek istemeyenler için bir dayanışma kulübü var mı?! Alıştığımız ülke içi göç kavramı beyaz yakalıların katkılarıyla yüz seksen derece dönüş gerçekleştirirken şehrin nabzını tutmak konusunda hevesli kaç kişi kaldık? Modern Bradshaw edasıyla yeni mekanların, sergilerin, deneyimlerin peşinde koşarken vicdanımın ekolojik sesine kulak vererek geliştirdiğim sürdürülebilir alışkanlıklarım da var tabii ki! Yakın bir zamanda Greta Thunberg’ü karşısına almak istemeyenler için günlük rutinimin bir parçası haline getirdiğim o yöntemleri aşağıya bırakıyorum. O zaman hadi, başlayalım!
Şehirde Sürdürülebilirlik Mümkün Mü?
Poşet kullanmıyorum. Nokta.
Saçları ortadan ya da yandan ayırmak, dar ya da geniş paçalar… ‘Millenial’lar ve ‘Gen-Z’ler arasındaki stil savaşlarının bir ateşkes noktası olsaydı şüphesiz bez çantalar olurdu! Sürdürülebilirlik kelimesinin zihnimizde yarattığı imaj Jared Leto’nun kendini ormanlarda kaybetmiş hali kadar ekstrem olsa da aslında en gerçekçi sürdürülebilirlik hamleleri günlük alışkanları dönüştürebilmekten geçiyor. Bez çantalar da şüphesiz bu sürecin en gururlu kazananları. Ben dışarı çıkarken her zaman bir bez çantayı yanında bulunduranlardanım. Bu sayede markette ve alışverişte poşet kullanmama gerek kalmıyor. Hatta işi bir adım öteye götürüp planda olmayan alışverişlerde “poşet tuzağı”na düşmemek için ofis çekmecemde ve arabamda da birer yedek bulunduruyorum.
Bu noktada hayatı romantize etmeyi sevenler için ekstra bir önerim var: Eğer kendinizi bir Ferzan Özpetek filmi başrolü gibi hissetmek isterseniz mahallenin organik pazar ve manavlarını gezerken keten kese veya file çanta kullanın derim. Böylece meyve sebzeleri kolayca ve onlarca plastik poşetin aksine doğa dostu bir şekilde ayırabilmenin yanı sıra estetik olarak ‘Instagrammable’ anlar da yakalayabilirsiniz! ‘Instagrammable’ demişken ufak bir tüyo: Domates gibi daha sıvı ve leke yapabilecek ürünler için ise Mumo’nun balmumu keseleri ideal.
Tanıştırayım: Termos ve matara
Kahve içmeyince neandertalden sadece bir tık daha akıllı olabilen biri olsam da zincir kahvecilerin bardaklarını olimpiyat meşalesi gibi taşımaktan zerre kadar hoşlanmıyorum. Favori sürdürülebilir çözümlerinden termoslar da tam bu noktada devreye giriyor. Her sabah evde tekrar kullanılabilir bez filtremle filtre kahvemi hazırlıyorum. Kahve kokusunun birbirini güne başlamak motive etmeye çalışan birkaç uykulu nöronuma gerekli uyarıları vermesine izin verdikten sonra kahvemi termosuma koyup, çıkıyorum. Dışarıda bir kahveciye uğrayacaksam da, baristanın verdiği tek kullanımlık karton bardağı reddedip, kendisine termosumu uzatıyorum.
Tabii bir de mataram var. Bir bakkala girip pet şişe almak yerine evden çıkmadan mutfağımdaki su filtremden matarama su dolduruyorum. Bir ufak öneri: Matara olarak SuCo’lar bunun için ideal, çünkü hafifler ve suyunuz bittiği zaman çantada yer kaplamayacak şekilde katlanabiliyorlar. Motivasyon için ‘bonus points’: Matarama su doldururken çevre duyarlılığım sayesinde 25 yaşını geçsem bile Leonarda Dicaprio’yu etkileyebileceğimi hayal ediyorum 🙂
Gerçek sürdürülebilirlik kimse sizi görmediğinde de sürdürülebilir olmaktadır!
İtiraf edelim bence en sürdürülebilir olmadığımız yerler kimsenin bizi eleştirmeyeceğinden emin olduğumuz evlerimiz. Kanıt isterseniz mutfaktaki çöp kutunuza tekrar bir göz atın derim. Aslında mutfakta sürdürülebilir olmadığımızı fark etmek için çok da akademik düşünmeye ihtiyaç yok annenizin mutfağa girip göz attığını hayal edin eğer “bunlar hep ziyan olmuş” şeklinde azarlayacağı bir durumdaysanız muhtemelen daha sürdürülebilir olma zamanınız gelmiştir. Tam da bu yüzden benim evin içinde sürdürülebilirlik konusundaki ilk adımım atığı olabildiğince azaltmak oldu. Örneğin, yemek planlarımı haftalık olarak yapıyorum. Planlı yaptığım mutfak alışverişi sayesinde atığı yapabildiğim kadar azaltıyorum. “Meal prep” yani “öğün hazırlığı” hakkında yazdığım yazıyı buradan okuyabilirsiniz 😉.
Bir diğer hamle olarak da besinlerin tamamını kullanmaya çalışıyorum; örneğin sebzelerin sapları ve köklerini başka yemeklerde değerlendiriyorum, kabuklardan soslar yapıyorum… Eğer artık kalırsa da onları kompost yapmaya özen gösteriyorum. Bu iki konu önemli, tüm bunları başka bir yazıda detaylıca anlatacağım.
Kağıt havluları yerine yıkanabilir mutfak bezleri, poşet çay yerine kuru çay… İşin için girince yapılabileceklerin sınırı olmadığını görmeye başlıyorsunuz. En güzelini ise en sona sakladım: Son birkaç aydır balkonumda, fesleğen, biberiye ve maydanoz yetiştiriyorum! Bu adım sürdürülebilir bir hamle olmanın yanı sıra kendinizi ev cadısı gibi hissetmenizi de sağlıyor😉 ‘Bonus points’: Eğer benim gibi elinize geçen bütün otları, ağaç dallarını kokuları için yakmayı seviyorsanız; yetiştirdiğiniz biberiyeleri ayrıca tütsü olarak da kullanabilirsiniz.
Gelelim banyoya. Ben hâlâ iki sene önce hepimizin izlediği Save Ralph animasyonunun etkisinden çıkamadım. Ne zaman elim bir ürüne gitse gözümün önüne tavşan Ralph’in suratını geliyor. Hayatımın tek faydalı travması için teşekkürler Taika Waititi! Bu yüzden de ilk olarak kullandığım bakım ürünlerinde hayvanlar üzerinde deney yapılmamış olmasına özen gösteriyorum. El yapımı katı sabunlar ve şampuanlara şans verdiğimden beri de sonuçlardan şaşırtıcı şekilde memnunum.
Özetle; benim şehirde nasıl daha sürdürülebilir olunabilir rehberim bu şekilde. Sizin farklı yaptığınız uygulamalar varsa IG hesabıma bekliyorum. Gelin birbirimizi ‘cancel’lamak yerine birbirimize ilham olalım!
İlk yorumu siz yazın!