Yönetmen Selman Nacar ile: "İki Şafak Arasında" Üzerine
Prömiyerini San Sebastian Film Festivali’nde gerçekleştiren ve 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Ulusal Yarışma’nın açılış filmi olan İki Şafak Arasında, bir tekstil fabrikasında yaşanan iş kazasının ertesine odaklanıyor. Senarist ve yönetmen olarak ilk uzun metraj filmine imza atan Selman Nacar ile gerçekleştirdiğimiz röportajda, filmin anlatısındaki ince detaylardan çarkların dönmeye devam ettiği sisteme kadar birçok konuyu konuştuk. Ana karakterinin peşini bir an olsun bırakmayan kamerasıyla ve seyirciyi olaylara tanık olarak dâhil eden tek plan sekanslarıyla öne çıkan İki Şafak Arasında, şimdi MUBI’de gösterimde!
Sinemada hikâye anlatıcılığının kişisel noktalardan beslendiğine inanan biri olarak ve İki Şafak Arasında’nın hikâyesini de güçlü bulduğum için röportajımıza klasik bir soruyla başlamak istiyorum. Senarist ve yönetmen olarak imzanızı attığınız ilk uzun metraj filminizde sistemi sorgulayan bir hikâye anlatma motivasyonunuz nedir? Filmin hikâyesiyle kurduğunuz bir bağ ya da sizin için kişisel bir çıkış noktası var mıdır?
Söylediğiniz ifadeye katılıyorum, ancak ben anlatmak istediğimiz hikâyelerin otobiyografik olmak zorunda olduğunu düşünmüyorum. Daha önce çektiğim kısa filmler de bu filmdeki hikâye de doğrudan yaşadığım bir olayla ilişkisi yok. Sadece, bence özellikle de ilk filmlerde, bir hikâyeyi çok iyi anlatabilmek için önce onu içselleştirmek gerekiyor diye düşünüyorum. Benim de duyduğum, okuduğum ve beni çok etkileyen olaylar vardı. Ayrıca hukuk fakültesinde öğrenciyken bu filmin tartıştığı hukuk, vicdan, ahlak, adalet gibi kavramlar üzerine hikâyeden bağımsız bir zamanda çok okuma yapma fırsatım olmuştu. Bir de sanki labirente girmiş, çıkmaya çalışsa da sürekli çıkış yolları kapanan ve bu süreçte gittikçe sıkışan bir karakter hayal ediyordum. Arada kalan, sıkışan insanları ve duyguları gözlemlemeyi seven bir biriyim.
Öte yandan çok kısa bir sürede geçen ve bu kısa sürede insan ilişkilerinin ne kadar değişip değişmeyeceğini, insanların önemli bir olayla karşılaştıkları zaman nasıl reaksiyon verdiklerini merak ediyordum. Bu süreçte sadece olayın yaşanmasından kaynaklı bir mağduriyet değil de olaydan sonraki süreçte de bir mağduriyet söz konusu. Çünkü insanlar ya hukuka güvenecek ya da hukuk dışı bir eylemde bulunacak. Hukuka güvendiği zaman da hukuk bizi ne kadar koruyacak? Bununla ilgili duyduğum bütün hikâyeler ve bu anlattığım meseleler birleşince İki Şafak Arasında ortaya çıktı.
Film boyunca kamera sürekli olarak Kadir’i takip ediyor ve seyirci olarak bir noktadan sonra kendisiyle bağ kurmaya başlıyoruz; fakat Kadir fabrikanın ortaklarından biri ve aslında patron sıfatını taşıyor. Sistemi eleştiren bir hikâye anlatırken ana karakteri sistemin içerisinden seçmenizin özel bir sebebi olduğunu düşünüyorum. Biraz bu karakterin sağladığı perspektiften bahsedebilir misiniz?
Aslında bu tercihin birkaç farklı sebebi var. Öncelikle ben bu filmde seyircinin hikâyeye tanık olmasını ve kendine sorular sormasını istiyordum. Bu yüzden de tek planlarla çektim filmi. Kadir de böyle bir anlatı için en uygun karakterdi; çünkü Kadir bence gerçekçi ve meseleleri anlamaya çalışan bir karakter. Tabii ki işveren tarafından biri olmasının şöyle bir avantajı olduğunu düşünüyorum. Aslında o aileye, yani ezen tarafa, dair didaktik değil de daha içeriden, daha derin ve kapsayıcı bir eleştiri getirme imkânı taşıyor bu karakter. Bir de ben aslında bir adım geriye çekilip sistemin kendisine bakmak istedim. Mesela filmde çalışmaması gereken bir makinenin çalıştırıldığını izliyoruz. Bir günde ne acılar oluyor, neler yaşanıyor ama ne olursa olsun bu acıları öğüten çarklar var ve sistem işlemeye devam ediyor. Böyle bir karakter tercihi de çarkların nasıl döndüğünü bütün çıplaklığıyla anlatabilmek için uygun bir tercihti. Böyle bir perspektif meselenin pek görülmemiş farklı bir yönünü gözler önüne seriyor diye düşünüyorum.
Filmin büyük bir kısmını tek planlarla çektiğinizden bahsettiniz; fakat uzun süre devam eden tek plan sekanslara rağmen filmin, seyirciyi bir an olsun kaybetmeyen oldukça yüksek bir ritmi de var. Teknik anlamda çok şahit olmadığımız bu zıtlığı yaratmayı nasıl başardınız ve tek planlar anlatıya nasıl bir katkı sağlıyor olabilir?
Tek planların ilk sebebi, seyirciyi olaylara tanıklık ettirip o zamanı da onlara hissettirmekti. Seyirciyi uzun planın içine attığınız zaman karakterle birlikte gerçek bir zaman içerisinde o olayı yaşamaya başlıyor. Bir taraftan da yüksek ritimli bir film yapmak istiyordum. Bu kararı da senaryo aşamasında verdiğim için filmin ritmini ve sahneler arasını temposunu senaryo sürecinde kontrol etmeye çalıştım. Oyuncular bile dâhil olmadan önce kendi kendime sahneleri canlandırmaya çalışıyor ve bazen uzun bazen kısa kaldığını düşünüp müdahalelerde bulunuyordum.
Ritmi yüksek olmasının bir sebebi de hikâyenin kendini merak ettiren bir yapısının olması ve biraz da diyalogların gücü gibi geliyor bana. Diyalogların organik ve doğal bir şekilde ilerlemesi için çok prova aldık ve mizansenleri de buna göre tasarlamaya çalıştım. Kamera oyuncuların iç ritmini takip ediyordu. Mesela oyuncu hareket etmiyorsa kamera da etmiyor ve bu yüzden filmde az sayıda kesme var ve kamera çok fazla hareket etmiyor. Böylelikle sahne kesildiğinde veya kamera hareketin ettiğinde çok daha güçlü bir etki oluşuyor. Bir de ben seyircinin daha önce bahsettiğim bazı kavramları düşünmesini istemekle birlikte filmin seyirci adına düşünmesini de istemiyordum. Film çok hızlı aksın ve sadece olayı anlatsın. Seyirci de olayı takip etsin ve film bittiği anda sorgulamaya ve düşünmeye başlasın. Biliyorsunuz bazı filmlerde karakter oturur, düşünür ve seyirci de düşünmeye başlar; fakat bu bana pasif bir düşünme eylemi gibi geliyor.
Aslında final sahnesinden sonra o düşünme evresi de seyirci için başlamış oluyor. Fabrikada başlayan gün yine fabrikadaki makinelerin görüntüsüyle sona eriyor. İki şafak arasında gerçekleşen olayları bu iki fabrika imajı arasına sıkıştırmanız yine sistemle ilgili bir şeyler anlatıyor sanki?
Öncelikle bu filmin merkezinde fabrika var; çünkü sermayeye sahip olan ve olmayan arasındaki ilişki üzerinden anlatılan bir hikâye sonuçta. Fabrikadaki açılış sahnesindeki resimlere dikkat edecek olursak daha ferah, geniş ve işçilere ekmek veren bir mekân tasviri var; fakat sonlardaki planlarda ise kamera makinelere daha çok yaklaşıyor ve sanki fabrikayı dişleri olan bir canavar gibi gösteriyor. Tabii bu fabrika, boyama yapılan bir tekstil fabrikası. Yapılan boyama işlemi de kumaşların renginin değiştirilmesi. Yani gerçek olan bir şeyin üstü örtülüyor orada. Fabrikada yapılan işle filmde olan olaylar arasında organik bir bağ da kurulmuş oluyor. O yüzden siyah ve beyaz kumaşlar görüyoruz filmde. Boyama işleminin bir şeyin esasını kapatma gibi bir işlevi olduğunu hissetmiştim ve bu işlevin filmin bütünüyle bağ kuran bir yapı oluşturduğunu düşünüyorum.
İşçinin karısı Serpil parayı kabul etti mi ya da Kadir yurt dışına çıkabildi mi gibi birçok soruyu cevapsız bırakmayı tercih ediyorsunuz filmde. Bu cevapsız soruları da seyirciye bırakılan düşünme evresinin bir parçası olarak görebilir miyiz?
Benim için bu hikâyede fabrikaya, yani sistemin kendisine bakmak o kadar önemliydi ki. 24 saat içerisinde birçok acı yaşanıyor ama ne olursa olsun fabrika işlemeye devam ediyor. Bu benim için çok önemli bir önermeydi. Bu yüzden Kadir gitmiş ya da kalmış, Serpil parayı almış ya da almamış, bunların çok da bir önemi kalmadı benim için. Bundan önce ve sonra ne olduğuyla değil de iki şafak arasında neler yaşandıysa oraya odaklanıyor film. Bütün yaşanan acılara rağmen çark dönmeye devam ediyor. Filmi pandemiden önce çekmiştik ancak kurgusunu yaptığımız pandemi sürecinde bu durumu daha iyi fark etmiş olduk. Pandemi gibi olağanüstü bir durum yaşansa dahi bazı insanlar çalışmaya devam etmek zorunda kaldılar. Pandemi size ne öğretti sorusuna “zombi saldırısı bile olsa işe gitmek zorunda olduğumu öğretti” gibi bir tweet okumuştum. Yani ne olursa olsun bazı insanlar kendilerini tehlikeye atmak zorunda kalarak işlerini yapmaya devam ettiler. Hâl böyle olunca diğer soruların cevaplarıyla ilgilenmediğim bir noktaya geldi durum.
Filmin en ilgi çekici sahnelerinden birisi de lokum sahnesiydi benim için. Kadir’in lokum dükkânında yaşadığı olayı filmin anlatısında nereye konumlandırabiliriz? Dükkândaki kadınla yaşadığı diyalog, karakterin yolculuğunda nasıl bir temsil sağlıyor?
Genelde filmlerde dramatik bir noktadan başka bir dramatik noktaya kesilir ve biz aslında o noktaların arasını doldururuz. Ancak ben bu filmde sürece odaklanan bir film yapmak istediğim için o iki nokta arasında ne yaşanıyor olduğunu merak ettim. Kadir, eve elinde lokumla da gidebilirdi, fakat bu “eve giderken lokumcuya uğramış” anlamına gelirdi. O zaman ben bunu da göstermeliyim; çünkü bu sahne bahsettiğim tanıklık olayını da güçlendiren bir şey. Seyirciye aslında şunu söylüyor: “Sen lokumcuya bile karakterle gideceksin. Tanıklık etmekten, sorgulamaktan kaçamazsın. Bütün süreci yaşayacaksın”. Ayrıca tam gün batımına denk gelen bir sahne. Hastanedeki kavgadan sonra eve gitmeden gerçekleşen ve filmin de yarısına denk gelen bir dönüm noktası. O dönüşü böyle bir sahnede göstermek istiyordum. Tabii bu sahnede Kadir’in ağzına zorla sokulan bir lokum var. Bu durum filmin devamında da tekrar eden bir örgü aslında. Zorla sarma yedirilmesi, saz çalmaya zorlanması gibi. Filmin karakterle böyle bir ilişkisi var ve bunu göstermek istedim. Ve tabii ki biraz mizahi boyutu da var. Bu mizahı hikâyede belli yerlerde yakalamak istedim; çünkü tıpkı hayatta olduğu gibi mizah çok dramatik olayların içinde de var.
Değerli cevaplarınız için çok teşekkür ederim. Benim için çok keyifli bir sohbetti. Umarım film, MUBI gösterimiyle birlikte daha da çok izleyiciyle ulaşır. Son olarak, ufukta yeni bir projeniz var mıdır diye sormak istiyorum.
Tereddüt Çizgisi adında bir proje üzerinde çalışıyorum. 2023 yılında seyirciyle buluşmasını bekliyoruz. Bu filmin bir duruşma etrafında şekillendiğini söyleyebilirim. Bir ceza avukatını takip eden bir film. Şimdilik bu kadar diyelim.
Kapak Fotoğrafı: MUBI
İlginizi çekebilir: Ali Kavastan “Maddenin Halleri” Filmi Üzerine
Şahane bir film!
Filmi izleme listeme aldım; bu hafta izlemeyi planlıyorum.