Sesinde Çok Renk Var: Beste Kırmacı Röportajı
2014 yılından beri albümünüz için çalışmalar yapıyordunuz ve albüm şubat 2016’da raflarda yerini aldı. Uğraştırıcı ve oldukça emek harcadığınız bir dönem geride kalırken şimdi daha da yoğun, daha heyecanlı bir döneminiz başladı. Şu an neler hissediyor, neler yapıyorsunuz?
Bana göre bunlar en keyifli zamanlar. Yıllardır üzerinde çalıştığınız melodileri, sözleri dört duvar arasından çıkarıp, insanlarla paylaşmak ve onların beğenisine sunmak çok heyecan verici. Bu keyifli dönem; epey yoğun bir tempo ve yaptığınız işe fazlasıyla vakit ayırmayı da beraberinde getiriyor. Kısaca çok mutlu, heyecanlı, bir o kadar da yorucu bir dönem benim için 🙂
Albümünüzde yedi şarkı var. Ve yedisinin de sözü ve bestesi size ait. Ağzınıza ve ruhunuza sağlık, hepsini dinlemesi çok keyifli. Bütün şarkıları albüm hazırlık süresinde mi yaptınız yoksa yıllar içinde mi bestelediniz?
Öncelikle güzel düşünceleriniz ve yorumlarınız için teşekkürler. Albümün en eski şarkısı “Aşk”. Bu şarkıyı yaklaşık 6 yıl önce bestelemiştim. Diğerleri ise yıllar içerisinde, çeşitli dönemlerde şekillenen şarkılar. “Ses 53” albümdeki şarkılardan en yenisi, 2015’in başında, son anda albüme dahil olan bir parça. Tabi ki bunların dışında çok sayıda bestem var. Bunlar sadece “Bu Köy Adam” albümünde olması gerektiğini düşündüğüm ve hissettiğim şarkılardı.
Türkiye’nin önemli gitaristlerinden Bijen Rahimi sizin albümdeki aranjörünüz. Onunla nasıl tanıştınız ve size nasıl etkileri oldu?
Bijen’le yaklaşık 10 yıl önce, beraber yer aldığımız funk-jazz tarzı müzik yapan bir grup projemiz vardı ve orada tanıştık. Öncelikle Bijen tanıdığım en samimi ve en pozitif insanlardan birisidir. İnanılmaz yeteneklidir. Albümdeki bir çok enstrümanı kendi bizzat çalıp kaydetti. “Bu Köy Adam” albümünün hep doğal bir proje olduğunu belirtiyorum. Bu albümün kayıtları, kullanılan sesler, benim sesimde herhangi bir vokal düzeltmesi bulunmaması, hep bu doğallığı destekleyen örneklerdendir. Bu köy adam şarkısının başında bulunan yağmur sesi de bizzat Bijen Rahimi’nin çok fırtınalı bir Ankara akşamında, doğal olarak kaydettiği Ankara yağmurudur. Kısaca bana, müziğime en başından beri inanan ve bu albümün hayata geçirilmesinde en çok destek aldığım insanlardan biridir.
Bu doğallık Bu Köy Adam albümüne mi özel yoksa tarzınız mı olacak?
Benim müziğim tamamen doğallık üzerine kurulu. Bunu sık sık vurgulamaya çalışıyorum. Doğallığım müziğimin akustik tabanlı olması kaynaklı değil, müziğimi oluşturan tınıların ya da her hangi bir detonenin düzeltilmemesi, doğal ve olduğu gibi kaydedilmesiyle alakalı. Bundan sonra tabi ki daha deneysel ya da elektronik tınılar da deneyebilirim ancak vokal kayıtlarım her zaman bu söylediğim doğallık çizgisinde kalacaktır.
İsminizle münhasır şekilde müzik hayatınız boyunca hep sizinle olmuş. Küçükken babanızın orguyla başlayan macera lisede gruplar, yarışmalar ve ödüllerle devam etmiş. Nasıl bir ailede büyüdünüz? Aileniz sizin müzik sevdanız karşısında nasıl davrandı? Kariyerinizi oluşturmada destek oldular mı?
Sanırım hayatta en şanslı olduğumu düşündüğüm konulardan birisi de ailemin beni bu kadar desteklemesidir. Hayatımın hiçbir döneminde bana kendi fikirlerini ve isteklerini empoze etmediler. Her kararımın arkasında oldular ve tecrübeleriyle bana yön verdiler. Onlar da, ben de bu yolun zor ve inişli-çıkışlı bir yol olduğunu başından beri biliyoruz lakin onların desteği beni her zaman güçlü kılıyor.
Konservatuarda opera üzerine eğitim almışsınız ama şimdi daha çok alternatif rock ve caz tınısı hissediliyor şarkılarınızda. Bu tarza geçmeye nasıl karar verdiniz?
Konservatuvarda da, opera okumadan yıllar önce de ben elimde gitarım, rock, jazz ve opera söylemekteydim. Opera ve şan eğitimi alan kişilerin de bildiği üzere opera söylüyorsanız diğer müzik tarzlarından, hatta özellikle jazz vokalliğinden uzak durmanız şan hocaları tarafından ısrarla söylenir ve yasaktır. Ancak ben bu konuda çok şanslıydım. Okuldayken şan hocam iki ayrı tarzı da, her ne kadar ayrı söylersem söyleyeyim, jazz vokal tekniğinin, opera gırtlağımı bozmadığını, aksine daha da geliştirdiğini söylemişti. İyi ki bu konuda ben de inatçı olmuşum ki şimdilerde çokça opera sanatçısının ayrı tarzda ve gırtlak yapısında eserleri icra ettiklerine şahit oluyoruz.
Ankara Devlet Tiyatrosu’nda “Vanya Dayı” adlı tiyatro oyununda 3 yıl boyunca solist olarak çalıştınız. O oyunla yollarınız nasıl kesişti? Sizin için nasıl bir deneyimdi?
Bir arkadaşımın alto ses aradıklarını söyleyip beni Erhan Gökgücü ile bir araya getirmesiyle birlikte bu harika ekiple çalışma fırsatı buldum. Yıllarını tiyatroya vermiş, başta yönetmenimiz Erhan Gökgücü, usta oyunculardan Levent Çelmen, Meral Niron, Adnan Erbaş, Durukan Ordu, Zeynep Ekin Öner, Funda Gökgücü gibi çok değerli sanatçılarla dolu dolu bir 3 yıl geçirmek, böyle güzel bir sanat olayını, bu harika ekiple deneyimlemek benim için tarif edilemez bir duyguydu. Vanya Dayı ekibi benim sadece iş arkadaşlarım değil, aynı zamanda birçok şeyi paylaştığım, öğrendiğim dostlarım oldular. Ankara’dan taşınmam sebebiyle ayrıldığım bu güzel ekip ile yollarımız ayrıldı fakat umuyorum ki ilerde mutlaka bi yerde tekrar kesişecek…
Ankara’da belirli bir düzen içinde yaşarken İstanbul’a gitme fikri nasıl doğdu? Hep hayaliniz miydi ve buradaki düzeni bırakmak zor oldu mu?
Ankara benim doğup büyüdüğüm şehir. Benimsediğiniz, alıştığınız yollardan, kokulardan, dokulardan, arkadaşlarınızdan ve en önemlisi de ailenizden ayrılmak… Benim için de çok zor oldu ancak bazı sektörlerde, özellikle müzik endüstrisinde çalışıyorsanız yolunuz illaki İstanbul’a düşecektir. Albüm tamamlandıktan sonra albümle alakalı işlerin yürütülmesi ve bunları yakınen takip etmek amacıyla İstanbul’a yerleştim. Uzaktan takip etmek yerine, sektörün kalbi olan bu şehire gelmek şart oldu. Ankara bana ve müziğime çok şey kattı ve sanırım hayatımdaki rolünü tamamlamıştı. İstanbul başkaydı, sık sık sahne için ya da başka işlerden dolayı bu şehre geliyordum. İstanbul Ankara’ya göre ne kadar kaotik ve düzensiz olsa da tarihi, coğrafi ve mimari olarak beni çeken bir şehir. Denizi, kedileri, martıları, havası hep bi başkaydı. Yaşayan, hareketli, zamanın nasıl aktığını anlayamadığınız heyecan verici bir şehir. Bestelerime ve müziğime de çok farklı ve yeni tatlar katacağını düşünüyorum.
Peki sizin ‘Beste’ olarak hayatınızda müzik dışında neler değişti? Ankara’yı özlüyor musunuz?
Daha önce hiç bu kadar uzun süreli ailemden ve arkadaşlarımdan uzak kalmamıştım ancak müziğim ve amaçlarım için kararlı olmam ve bu değişikliği yapmam gerekiyordu. Bu alışma sürecini, fırsat buldukça bol bol gezerek geçirmeye çalışıyorum. Ankara’yı tabi ki özlüyorum, ancak müzik dışında hayatımda çok da fazla değişiklik yok. Yine Beste her sabah güne müzikle başlıyor, yine dostlarına ve kedisine olabildiğince vakit ayırıyor.
Şarkılarınızın sözleri bana çok doğal ve çok içten geliyor. Günlük hayatta yaşadığımız duyguları hissettiriyor sözleriniz. Tüm şarkılarınızı çok seviyorsunuzdur ama sizde yeri daha ayrı olan bir şarkınız var mı?
Bu duygunun size de geçmesi beni çok mutlu etti. Dediğiniz gibi bütün şarkılarımın bende çok ayrı yerleri var. Ancak albümün genelini yansıttığını düşündüğüm, geneli derken, yalnızlığa haykırışımı, üzüntülerimi ve sevinçlerimi, aynı zamanda geleceğe dair umutlarımın tümünü barındırması nedeniyle “Bu Köy Adam” şarkısının yeri ayrıdır ve hep ayrı olarak kalacaktır.
Bir şarkıyı ortaya çıkarırken yaptığınız besteye göre mi söz yazıyorsunuz yoksa söze göre mi beste yapıyorsunuz? Nelerden ilham alıyorsunuz?
Genellikle müzik ve söz aynı anda çıkıyor. İstisnalar da olabiliyor. Hayatın kendisinden, yaşadığım olaylardan ya da hiç yaşamadığım, tamamen hayal gücüme ait hikayeleri de söz ve müziğe döktüğüm oluyor.
Dünya çapında müziğini beğendiğiniz, sizi etkileyen sizi bu yola çıkmaya teşvik eden biri var mı?
Çocukluğumdan beri büyük hayranlık beslediğim bir grup var. Queen. Tam bir Freddie Mercury hastasıyım. Müziğime büyük katkıları olduğunu düşünüyorum. Freddie Mercury’nin rock ve opera tınılarını aynı şarkı içerisinde sentezlemesi benim “Bu Aralar” adlı şarkımda hem opera hem rock tarzını harmanlamamda bana cesaret vermiş ve öncü olmuştur.
Türkiye’de müzik piyasasını nasıl buluyorsunuz? Dinleyici kitlesi olarak tarzınızın kimlere hitap ettiğinizi düşünüyorsunuz? Piyasada zorluklar yaşıyor musunuz?
Geçmişe dönük yaşamayı çok seven bir insanım. Bu ülkede, farklı tarzlarda olmalarına rağmen, Bülent Ortaçgil ya da rahmetli olan Zeki Müren, Yavuz Çetin gibi çok büyük sanatçılar yetişti ve iz bıraktılar. Müzik tarihinin gelişim sürecinde önemli rolleri oldu. Ancak günümüzde çok yapay, çok kolay, hazır tüketime uygun tınılar, şarkıcılar maalesef çok fazla sayıda. Ülkemizde her alanda olduğu gibi kolay yoldan zirveye ulaşmak ve maddi açıdan bir an önce kendini garantiye alabilmek için savaşan insanlar müzik sektöründe de bulunmaktalar. Kendi söz ve müziklerini yapabilen, gerçekten müziği yaşayarak ve hissederek icra eden kişiler çok az sayıda. Ama orta-uzun vadede bu kişilerin halk tarafından eleneceğini, değerini henüz bulamamış yetenekli isimlerin hak ettikleri yerlere geleceklerini düşünüyorum. Müzik tarzımı belli bir kesime ait olarak görmüyorum. Benim şarkılarımda kendinden birşeyler bulan, kadın-erkek, yaş ayırt etmeksizin herkese hitap ettiğini düşünüyorum. Bu piyasada barınmak ve istediğiniz yerlere gelebilmek oldukça zor. Ancak müziğinize ve kalbinize güveniyorsanız er ya da geç istediğiniz yerlere gelebilirsiniz inancındayım.
“Her aynada farklı kadın” adlı şarkınız fazlaca hayran kitlesi olan “Güneşin Kızları” adlı dizide çalındı. Dizilerde çalınan şarkıların karakterlerin inandırıcı olmasını sağladığını hepimiz biliyoruz. Aynı zamanda şarkıların da akılda kalmasını sağlıyor diziler. Size şarkınızı orada duymak nasıl hissettirdi?
Öncelikle dört duvar arasında yaptığınız bir şarkının ulusal kanalda, milyonlara ulaşarak çalınması çok heyecan verici bir duyguydu. Ürettiğiniz bir şarkının hiç tanımadığınız insanlar tarafından beğenilmesi ve takdir edilmesi tarif edilemeyecek bir his.
Yapmayı çok sevdiğiniz bir ritüeliniz var mı, kafanızı boşaltmanızı sağlayan ya da size keyif veren, ilhamınızı çoğaltan?
Ankara’da yaşadığım yer şehirden çok uzakta ve izole bir yerdeydi. Çok fazla doğayla iç içeydim. Eve girerken tilki, tavşan görebiliyorduk. Küçüklüğümden beri de hep hayvanları çok sevdim ve hep beslediğim, hayatımda bana eşlik eden bir hayvanım olmuştu. Ankara’da kedilerimiz, köpeklerimiz, ördeğimiz, tavşanımız ve daha bir çok hayvanımız vardı ailem ve benimle yaşayan. Onlarla vakit geçirmek, onlara dokunmak, hayatı onların baktığı gözden görebilmeye çalışmak bana hep huzur vermiştir. Toprağa basmak, ağaçlara sarılmak, doğanın nefes alış verişini dinlemek ilham kaynağım ve beni ayakta tutan en önemli şeylerden biri.
Ankara’dan sadece kedim benimle gelebildi. Her sabah onun mır mırlamasıyla uyanıp, filtre kahvem önümde bi elimde gitarım bi yanımda kedim vazgeçilmezimdir 🙂
Hayalleriniz ve planlarınız bundan sonrası için neler?
Müziğimi daha çok insanla paylaşmak, daha çok yer görüp yeni insanların hikayelerini, yeni dokuları, yeni kokuları ve yeni tatları müziğime yansıtmak, her zaman üretebilmek ve ölene kadar sahnede olabilmek…
Beste Kırmacı hakkında pek çok bilgiye ulaşabileceğiniz resmi internet sayfasına buradan ulaşabilirsiniz. Güncel paylaşımlarını ise buradan takip edebilirsiniz.
Güzel bir keşif oldu benim için, teşekkürler 🙂
🙂 Öyle düşünmenize sevindim, sevgiler