Se7en: 30 Yıl Sonra Yeniden Beyaz Perdede
1995 yılında hayatımıza giren Se7en, karanlık atmosferi, sarsıcı anlatımı ve David Fincher’ın yönetmenliğiyle sinema tarihine damgasını vurdu. Bu başyapıt, 30. yılına özel yeniden beyaz perdeye dönüyor. Biz de şimdi filmin mirasına, yönetmenin dehasına ve akıllarda iz bırakan sorulara göz atalım.
Editör Notu: Yazının devamını spoiler içermektedir.
Açılış Jeneriği
Film, en sevdiğim açılış jeneriklerden birine sahip. Aslında katille (John Doe) sanki ilk kez burada tanışıyoruz hiçbir şey bilmeden. Karanlık bir zihne atılan ilk adım gibi. El yazısıyla karalanmış notlar, kesilmiş fotoğraflar ve takıntılı bir düzenin kaotik detayları bizi rahatsız edici bir dünyaya çekiyor. Her karede, bir suçlunun zihnindeki karanlıkta kaybolmuş gibi hissediyoruz. Tüm bunlar hikâyenin sadece şiddet değil, psikolojik ağırlığından da bahsediyor.
Sinema Tarihine İz Bırakan Bir Neo-noir Ustası
David Fincher, Se7en’dan önce sadece bir büyük stüdyo filmi olan Alien 3 ile tanınıyordu. Ancak Se7en’nın başarısı onu modern sinemanın en önemli yönetmenlerinden biri haline getirmeyi başardı. Se7en, atmosferik ve gerçekçi bir dünyanın kapılarını aralarken yönetmenin titizliği her karede hissedebilirsiniz. Örneğin, film boyunca hiç adı geçmeyen kasvetli şehirdeki sürekli yağan yağmur, hem karakterlerin hem de izleyicilerin üzerindeki baskıyı oldukça arttırıyor. Film bitene kadar bu yağmur ne zaman dinecek diye düşünmüş olabilirim. Ama karanlık ve depresif atmosfer, benim hikâyeye daha da çok çekilmeme sebep oldu. Fincher klasik bir Noir filmine kendi yorumunu katıp merak uyandırma ve süreklilik sağlama konusunda da oldukça başarılı diyebiliriz.
Hikâye ve Unutulmaz Son ya da Unutulmaz Soru
Se7en, insanlık tarihinin en eski ve evrensel temalarından biri olan “günah” kavramını ele alıyor. Filmde başrollerini Brad Pitt (Detective Mills) ve Morgan Freeman’ın (Detective Somerset) paylaştığı yedi ölümcül günah üzerinden işlenen cinayetleri araştıran iki dedektif anlatılıyor. Filmin final sahnesi ise, sinema tarihindeki en çelişkili sorulardan biri ile bitiyor: “What’s in the box?” (Kutuda ne var?)
Film boyunca her bir cinayet ortaya çıkarken artan gerilim, zirveye bu soru ile taşınıyor. Bir anda kendimizi adalet, intikam ve insan doğası üzerine düşünürken buluyoruz. John Doe kutudaki korkunç içerik ile Mills’i öfke günahına yönlendirerek hikâyeyi tamamlamayı hedefliyor aslında. Bu noktada izleyici insan doğasının karanlık tarafı ne kadar ileri gidebilir diye düşünmeye başlarken film sona eriyor. Bence film, izleyicinin düşünerek tamamlaması ve yorumlarda bulunması için çok doğru bir yerde bitiyor.
30 Yıl Sonra Se7en
Se7en, her izlendiğinde izleyiciyi sarsmaya ve düşündürmeye devam ediyor. Fincher’ın yönetmenlik dehası, Andrew Kevin Walker’ın etkileyici senaryosu ve oyuncuların unutulmaz performansları, bu filmi zamansız bir başyapıt haline getirmeyi başarıyor diyebiliriz.
30 yılın ardından Se7en’ın 17 Ocak’ta tekrar vizyona girmiş olması haberi ile filmin baştan sona en ilgi çekici bulduğum yerlerini ele almak istedim. Umarım herkes en önden biletlerini almıştır. Benim kaçırmayacağım kesin!
Kapak Fotoğrafı: KINO Rotterdam
İlginizi çekebilir: Bülent Tunga Yılmaz’dan The Killer
İlk yorumu siz yazın!