Seyahat Etmenin Anlamı: Aşkın Bir Eylem Olarak Seyahat
Seyahat bize bu koca dünyada yalnız olmadığımızı ve dünyanın herkese yetecek kadar büyük, bereketli ve zengin olduğunu gösterir. İsimlerini bilmediğimiz, onların da bizim adımızı bilmediği insanların arasına karışmak. Rutin, günlük yaşamın dışında, Botton’un deyişiyle “farklı, felsefi bir dille” kavrayabileceğimiz bir kavram. İşte bu aşkın anlamı dolayısıyla da Baudelaire’in dediği gibi “şairlere yaraşan soylu bir arayıştır” seyahat. O yüzden de seyahat havaalanlarını, tren garlarını, benzin istasyonlarını anlamlı, çekici, hatta şiirsel hale getirir. Hedef aracı meşrulaştırmıştır. Madame Bovary’nin büyük yazarı Flaubert “Sevdiğim; bana hayal kurdurtan, bana kendimi iyi hissettiren neresiyse ülkem orasıdır” der. ‘’Yaşamımıza hükmeden şey mutluluk arayışıysa, bu arayışın dinamiklerini açığa çıkaran ender etkinliklerden biri seyahatlerimizdir.’’ (Alain de Botton, The Art of Travel)
Uzun zamandır ilk kez bir Noel Pazarı’nı ziyaret edemiyorum. Şöyle bir yakın geçmişe dönüyorum: 2013, 2014 ve 2015’de Viyana; 2016’da Milano, Bologna ve Prag; 2017’de Zürih ve Berlin; 2018’de Lyon ve 2019’da Budapeşte… Her biri ama seyahat ama iş amaçlı olsa da ayrı bir deneyim. Bu sene için planımız yılbaşında Londra’da olmaktı. Bırakın bir başka ülkede Noel Ziyaretini, yılbaşı alışverişi yapmak için yaşadığımız şehirdeki çarşı-pazara bile gidemeyecek durumdayız.
2020 Yılbaşı döneminde geçmiş deneyimlerimi düşündüğümde kendimi adeta oğlum Kerem gibi, 2-3 yaşında seyahat ettiği ülkeleri-şehirleri hayal meyal hatırlayan bir çocuk hissediyorum. Pandemi döneminde pek çok şeyi özledim ama bir şey var ki yapamadığım ve genel gidişata göre bir süre daha yapamayacağım: seyahat etmek.
Seyahati tatil ile karıştırmamak gerekir. İkisi bambaşka ayrı kavramlardır. Tatil yoğun iş ve günlük yaşamın telaşından yorgunluğundan bir süre uzaklaşmak amacıyla yapılan, boş zaman geçirme ve kafa dağıtma odaklı bir etkinlik. Seyahat ise yoğun tinsel ve entelektüel bir deneyim; Button’un tabiri ile bir süreç ve bu yüzden de tatilden farklı olarak günlük yaşamın dilinden farklı, neredeyse felsefi bir yaklaşımı hakkeder.
Her seyahate çıktığımda şunu düşünürüm: tüm teknolojik gelişmelere rağmen seyahat etmek, daha doğrusu varacağınız yere ulaşmak, hala meşakkatli, zorlu, yorucu; çoğu zaman bezdirici ve tüketici bir süreç. Günümüzde zorunlu hale gelen güvenlik önlemleri; özellikle havaalanlarında uzun pasaport kuyrukları, rötarlar, kaybolan bavullar seyahati bir eziyet haline getirebiliyor. Seyahat etmenin ‘demokratikleşmesi’ de bunda çok etkili elbette. Daha 50 yıl önce seyahat etmek ‘lüks’ bir eylem, sadece zengin bir azınlığa ait bir pratikken günümüzde kitleler seyahat edebiliyor. Eskiden gardırop büyüklüğünde bavullarını hizmetkarlarının taşıdığı, seyahate adeta bir baloya gidermiş gibi giyinen aristokratların ve yüksek burjuvaların yerini günümüzde parmak arası terlik ve sırt çantaları ile havaalanlarında uyuyan hareket halindeki milyonlar aldı. Gerçi günümüzde de ‘business-first class’ uçuşlar, havaalanlarındaki Premium Lounge’lar, kişiye-gruba özel tasarlanmış tematik – gurme butik seyahatler ve mekanlar aracılığıyla seyahatinizi paranın satın alabileceği en yüksek ve lüks standartlarda yapmanız mümkün ama günümüzün ‘kitlesel’ seyahat ortamından bir şekilde payınızı alırsınız.
Bir seyahati en çekilmez yapan, başka bir deyişle bir felakete dönüştüren birincil şey ulaşım değildir. Ne kadar kötü bir ulaşım deneyimi yaşarsak yaşayalım sonuç olarak vardığımız yerden memnunsak kötü deneyim çok kısa sürede, neredeyse 1-2 saat içinde, sadece anılarda yer edecek bir şey haline gelir. Bir seyahati felakete dönüştüren ilk şey tahayyüllerdeki seyahat destinasyonu ile gerçek arasındaki farktır. Bazen seyahat, seyahat ettiğimiz yeri öyle bir hayal ederiz ki vardığımızda yaşadığımız hayal kırıklığı, destinasyonun nesnel niteliklerinden bağımsız olarak, seyahati çekilmez bir hale getirir.
Bir seyahati kötü hale getirebilecek ikinci şey ise ‘kendimiziz’. Seyahatte kendimizi dışarıda tutabiliyor muyuz yoksa kendimizi de seyahate götürüyor muyuz? Boşuna dememişler “İnsanı tanımanın en iyi yolu birlikte seyahat etmektedir” diye. Bir seyahate kendimizi de götürüyorsak o zaman seyahat ne anlama geliyor? Cemal Süreya Göçebe şiirinde şöyle der: Biliyorsun, ben hangi şehirdeysem/Yalnızlığın başkenti orası… Seyahatlere kendimizi de götürürsek nasıl ve ne zaman kendi gerçekliğimizden uzaklaşacağız. Baudelaire La Voyage şiirinde dediği gibi “Orada da burada olduğu gibi sıkılabiliriz…” Seyahatler belirli bir süreliğine, bir nebze de olsa kendimizden, gerçekliğimizden uzaklaşmak için en önemli araçlar arasındadır. Ben hala seyahatlere gittiğimde oyunlar oynarım. Bir zaman romanını yazmak için seyahate çıkmış bir yazar olurum başka bir zaman uluslararası bir espiyonaj hikayesinin parçası olan bir ajan… Yeniden Baudelaire’e dönersek “Yaşam bir hastanedir, hastalar sürekli yattıkları yeri değiştirme saplantısı içindedir.” Bizim de dediğimiz gibi tebdil-i mekânda ferahlık vardır. Bir hasta, hatta ölümcül bir hasta olduğumu bilsem de yattığım yeri değiştirmek istiyorum. Kısa süreli de olsa ferahlık-şifa veriyor; tıpkı ateşler içinde yatan bir hastaya bir yudum su verilmesi veya acılarının morfinle geçici olarak durdurulması gibi.
Seyahat virüsü bana ne zaman bulaştı? 18 yaşında, ilk ve uzun seyahatimi yaptıktan sonra seyahatin benim için bir eylemin ötesinde, kimliğimi ve varoluşumu tanımlayan bir olgu haline geldiğini söyleyebilirim. Benim gibi evcil bir insanın seyahat tutkusu bir ikilem gibi görülebilir ama her seyahat benim için yaşamı ve dünyayı, belki da aşkın bir şekilde, kendimi yeniden keşfettiğim bir içsel seyahate de dönüştü. Genelde aşırı karamsar, her daim hüzünlü biri olmama rağmen seyahatlerde iliklerime kadar yaşadığımı, damarlarımda yaşam enerjinin aktığını hissederim. Bu duygu bir first-class uçuşla yapılan Londra seyahatinde de Anadolu’nun küçük ücra bir kentine yapılan yolculukta da benzerdir.
Her bir seyahatin kendi dinamiği, kendine ait bir erdemi, dönüştürücü bir etkisi vardır. -36 derecede, arabalardaki benzinlerin donduğu bir sabah Erzurum’a inip öğlen Cağ Kebabı yeme, akşam teşbihçiler çarşısına gidip oltu taşından tespih alma heyecanına Kohlmarkt Caddesi’nin sonuna kadar yürüyüp Michaelerplatz’a çıkmanın yarattığı hayranlık karışır. Sevilla’da bir sokak Flamenco gösterisini seyrederken Siirt’te Büryan yemenin tadına varırım. Yoğun yağmur altında Kars’ın dağ köylerini gezerken mis gibi taze süt içerken veya Elâzığ/Harput’ta Harput köftesi yerken Lizbon’da Michelin Rehberin’de yer alan Taberna’da klasik Portekiz mutfağına doyarım. Seyahat bizi farklı coğrafyalarda farklı kültürlerle ve farklı insanlarla karşılaştırır. Seyahat bize bu koca dünyada yalnız olmadığımızı ve dünyanın herkese yetecek kadar büyük, bereketli ve zengin olduğunu gösterir. İsimlerini bilmediğimiz, onların da bizim adımızı bilmediği insanların arasına karışmak. Rutin, günlük yaşamın dışında, Botton’un deyişiyle ‘farklı, felsefi bir dille’ kavrayabileceğimiz bir kavram. İşte bu aşkın anlamı dolayısıyla da Baudelaire’in dediği gibi “Şairlere yaraşan soylu bir arayıştır” seyahat. O yüzden de seyahat havaalanlarını, tren garlarını, benzin istasyonlarını anlamlı, çekici, hatta şiirsel hale getirir. Hedef aracı meşrulaştırmıştır. Madame Bovary’nin büyük yazarı Flaubert “Sevdiğim; bana hayal kurdurtan, bana kendimi iyi hissettiren neresiyse ülkem orasıdır” der.
Günümüzün ‘içerik’ bombardımanı altında, Instagram dünyasında seyahatin de elbette içinin boşaltılması kaçınılmaz. O yüzden de çoğu insan için seyahat etmek Nurdan Gürbilek’in tanımı ile ‘vitrinde yaşamak’ için kullanılan araçlardan biri; bir ‘show-off’- gösteriş alanı. Üzerine çalışılmış filtreli fotoğraflar paylaşılsın diye yapılan edimler… Roma’ya gidip Panteon’u ziyaret etmeyenler, İspanyol Merdivenleri’nde fotoğraf çektirip o bölgenin adının niçin ‘İspanyol Meydanı’ olduğunu bilmeyenler… Bir keresinde Prag’ı çok beğendiğini söyleyen birine sormuştum: “Prag niye bu kadar güzel bir şehir. Tüm bu muhteşem yapıların anlamı nedir, hiç merak ettin mi”’ “Hiç aklıma gelmedi’’ dedi. Botton’un sözlerine referans verip “Seyahatlerin zamanlamasın da önemli” dedim. Bir yere ait algılama ve kavrama yetisi o an ve o seyahat için gerekli güce henüz ulaşmadıysa seyahat sırasında edindiğimiz bilgi ve izlenimler de uçar gider; sonraki yaşamımızda bir iz bırakmaz. Albümlerde veya telefonumuzda bir fotoğraf olarak kalır.
Bu yazıyı okuyanlar benim bir ‘seyahat snobu’ olduğumu düşünmesinler. Amacım sadece seyahatin bir tatil yapmaktan veya bir yerden bir yere gitmekten öte, aşkın bir eylem olduğunu vurgulamak. Yalnız bazı seyahatlerin öncesinde uçak biletlerinin bu kadar ucuz olmamasını istediğim olmadı değil. O kadar elitizm kadı kızında da olsun…
Kapak Fotoğrafı: Unsplash/@evadarron
İlginizi çekebilir: Dilay Akıncı’dan Youtube’dan Seyahat Kanalları
İlk yorumu siz yazın!