Sigmund Freud: Modern Çağın Viyanalı Dahisi
Uzun zamandır Freud üzerine bir yazı yazmak istiyordum. 6 Mayıs, büyük dâhinin doğum günü; dolayısıyla bundan daha iyi bir bahane olamaz diyerek bu yazıyı kaleme aldım.
Freud kimdir?
Freud ile tanışmam dolaylı olarak yazdıklarına referans veren veya ondan bahseden kitapları okumaya başlamamla ortaokul yıllarına rastlar. Sonrasında lisede psikoloji derslerinde teorileri hakkında ilk ciddi bilgileri öğrenmemle birlikte ona olan kişisel ve akademik ilgim çok arttı. Üniversite yıllarında ise akademik olarak çalıştığım alanlar olan kültürel çalışmalar, sanat ve edebiyat teorileri sayesinde Freud benim için basit bir ilgi olmanın ötesine geçti; özellikle film ve edebiyat alanlarında yaptığım akademik çalışmalarda sık sık başvurduğum bir büyük teorisyen, dahi ve düşünür haline geldi.
Freud ile ilgim sadece akademik düzeyde kalmadı elbette. Yıllar içinde ona olan ilgimin bir başka ve daha kişisel bir nedeni daha oluştu: Viyana… Her ne kadar Freud Viyana’da doğmamışsa da yaşamının ilk yılları ve son yılları dışındaki tüm bölümünü Viyana’da geçirmiştir. Sigmund Freud, dünya bilim tarihinin en tanınan, üzerinde en çok konuşulmuş; en derin ve kapsamılı bilimsel konferansların, incelemelerin, binlerce sayfalık kitapların konusu olmuş bir kült bilimsel ve tarihsel karakter olmasının yanında aynı zamanda da bir Viyana simgesidir.
Gerek döneminde gerek ölümünden sonraki dönemde kimilerince bir ‘bilimsel şarlatan’; aklını seks ile bozmuş bir bilim simyacısı veya daha yumuşak bir ifadeyle ‘bilimsel masal anlatıcı’ olarak tanımlansa ve teorilerinin bilimselliği sık sık sorgulansa da onun önemi ve konumu sinir hastalıkları ve psikiyatri-psikoloji alanlarında bir hastalığı tedavi etmiş bir bilim adamının çok ötesindedir. O, kültürümüzde, düşüncemizde ve zihnimizde büyük etkiler yapmış put ve tabu kırıcı bir düşünür ve filozoftur. Freud’un önemi ‘geleneksel toplumdan modern toplum yapısına ve yaşama geçilmeye başlandığı; baş döndürücü bir hızla dönüşümlerin gerçekleştiği bir dönemde insanın bu dönüşüme nasıl uyum sağlamaya ve bu fırtına içinde nasıl sağ kalmaya çalıştığını’ anlama ve analiz etme üzerine çalışmasıdır.
Bugün cinselliğin insan yaşamındaki yeri; çocukluğun yetişkinlik üzerindeki etkisi; geçmişin, dilin önemi; bilinçaltı kavramı; rüyalar, babalık ve baba-oğul ilişkisi ile post-travmatik bozukluk olgularını, bu olgular etrafındaki tartışmaları Freud’a borçluyuz. Keza, sembolizm, ekspressyonizm, sürrealizm, kubizm gibi modern sanatın ortaya çıkmasına yol açan akımlar büyük ölçüde Freud’un düşüncelerinden etkilenmişlerdir. Freud’un düşünceleri ve yazıları kültürel çalışmalar alanında, sinema, sanat ve edebiyat yapıtlarının-metinlerin incelenmesinde araştırmacılarına büyük yol göstermiştir.
Freud ve Viyana
Peki, Freud’un Viyana için anlamı nedir? Günümüzde Freud muhtemelen Klimt’ten sonra Viyana’da görünürlülüğü en çok olan tarihi kişiliktir. Adına bir müze olmasının yanında kalemden terapi aromasına, sabundan bulaşık süngerine, akla gelebilecek her türlü hediyelik ve anı eşyasında onu görmek mümkün.
Tarihsel ve kültürel olarak baktığımızda Freud’un Viyana için anlamını açıklamak için onun teorileri ile birlikte Viyana şehrini, özellikle de bir düşünür, insanın en derin duygularının, bilinçaltının ve cinselliğinin en karışık labirentlerinde dolaşarak bilimsel bir şekilde açıklama getirmeye çalışan bir bilim adamı olarak 20.yy başındaki Viyana’nın sanatsal ve toplumsal yaşamına yaptığı etkiyi göz önüne almak gerekiyor.
Elbette Avrupa Modernizmi Viyana’da doğmamıştı ve yine modernizm sadece Viyana’da pratik edilmiyordu. Paris, Londra, Berlin ve hatta belli ölçülerde Roma ve Madrid, Avrupa’da Modernizm’in etkilerinin açık olarak görüldüğü ve pratik edildiği diğer önemli Avrupa şehirleriydi. Ancak Viyana’yı bu şehirlerden ayıran temel nokta, Viyana’nın 20.yy başında Avrupa Modernizminin odağı haline gelmesiydi. Freud’un en ilgi çekici biyografilerinden birini yazan psikanalist-yazar Adam Philips, o dönem Viyanası için ‘modernizm fırtınasının kalbi’ tanımlamasını yapar. Arnold Schoenberg’in 12 ton (Atonal) müziği, Arthur Schnitzler’in ‘ruh’ odaklı edebiyatı, Klimt, Schiele ve diğer önemli ressamların geleneğe karşı çıkan sanatları, Wagner’in ‘estetik’ ve Loos’un ‘işlevsel – denetimli lüks’ mimari anlayışları, Wiener Werktte’nin zaman ötesi tasarımları veya Mahler’in müziği ve opera yöneticiliği olmasaydı Avrupa’da gerçek bir modernizmden bahsetmek mümkün olmayacaktı. 20.yy, yukarıda sayılan isimler yetiştiren bir Viyana olmasaydı özgün varoluşunu yaşayamayacaktı. Freud olmasaydı da bu isimlerden ve gerçek bir modernist sanattan ne oranda bahsedebilirdik?
Freud, ‘Rüyaların Yorumları’ kitabını 1899’da yayınlamıştır ama kitabın kapağında yayın tarihi 1900 olarak gözükür. Kitabının içeriğinin yeni bir yüzyıla ait olduğunun farkındadır; tıpkı yaşadığı, düşüncelerin şekillendirdiği ve kitap olarak yayınladığı şehir olan Viyana gibi. Freud’un görüşleri, 20.yy başı tutucu-geleneksel Viyanası’nda özellikle de gençler ve ortak sınıf liberaller ve entellektüeller-sanatçılar arasında ‘ahlak’, ‘kilise’, ‘din’ karşısında farklı düşünmek için bir dayanak sağlamıştır. Dolayısıyla da Viyana’daki avant-garde düşünce ve hareketleri onsuz düşünmeye imkân yoktur. Aynı şekilde Philips’in dediği gibi bu kültürel ve düşünsel bağlam ile modernist sanat da Freud’un düşüncelerini anlamlandırır.
Freud’un Viyanası
Ne ilginçtir ki Viyana ile adı özleşleşen Freud ne Viyana’da doğmuş ne de Viyana’da ölmüştür. 1856 tarihinde, bugün Çekya sınırları içinde kalan Moravya’da doğan Freud, ailesi ile birlikte 4 yaşındayken Viyana’ya gelir ve 77 yıl orada yaşar. 1938 yılında ise Naziler’in Viyana’yı işgal etmesi ve Avusturya’nın Nazi kontrolüne geçmesiyle birlikte şehri terk eder ve Londra’da sürgünde, 1939’da ölür.
Şehrin tarihi ve kültürel ihtişamına en büyük katkıyı yapan kişilerden biri olan Freud, bugün çok büyük bir ilgi ve buna bağlı olarak görünürlülüğün odağındadır. Peki, büyük deha yaşarkan Viyana ona karşı bu kadar cömert miydi? Bu sorunun cevabı maalesef hayır. Viyana, Freud’un yaşadığı 19.yy sonu ve 20. yy başında her ne kadar bilim, sanat, tasarım, düşünce ve felsefe alanlarında dünyada yaratıcılığın ve modernizmin merkezi olsa da politik ve toplumsal yaşamda muhafazakâr-tutucu-geleneksel bir yapının hâkim olduğu ve yakın gelecekte Avrupayı mahvedecek Nazizmin öncülü olan Germen Milliyetçiliği’nin yükselişe geçtiği bir ikilemler şehriydi. Bu yapı doğal olarak tehlikeli ve ayrımcı bir düşüncenin ve ona bağlı olarak da bir dizi politikanın doğmasına yol açtı: Anti-Semitizm. Bir Yahudi olan Freud, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’da ve Viyana’daki bu Yahudi karşıtılığından çok etkilendi. Bu durum, gerek günlük gerekse de profesyonel yaşamında çok derin izler bıraktı. Freud’un Yahudi kimliğinin, dönemin toplumsal, politik ve kültürel ortamındaki durumu ve bunun onun teorilerine etkisi çok derin bir araştırma konusudur. Freud, başta kendisi gibi Yahudi olan Arnold Schoenberg ve daha pek çok önemli isim gibi şehri terk etmek zorunda kalmış ve sürgünde ölmüştür.
Freud, dünyanın başka yerlerinden gördüğü saygıyı, yaşadığı ve evi olarak benimsediği bu şehirden görmemesinden yaşamı boyunca şikâyet etmiştir. Almanya’dan, ABD’den, İsviçre’den, Macaristan ve İngiltere’den hayranları-takipçileri onu ziyaret için Viyana’ya akın ederken o ancak ölümüden sonra yaşamını vakfettiği bu şehirden hakettiği saygıyı ve onuru görmüştür. Öte yandan bu yine de bir yanıyla buruk, eksik bir yüceltmedir. Şöyle ki, hastalarına psikanaliz uygulamaları yaptığı mitik divan, eski Mısır’a ve antik uygarlıklara ait totem koleksiyonu ve yine efsanevi İran halıları Viyana’daki değil Londra’daki Freud Müzesi’nde yer almaktadır.
Günümüzde Viyana’da her adımda her müze ve tarihi cadde ve sokakta Freud’dan bir iz bulmak mümkündür. Öte yandan bazı mekânlar Freud ile doğrudan ilişkilidir:
Sigmund Freud Müzesi, Viyana
Freud, yaşamına hem profesyonel hem de kişisel olarak çok büyük bir etki yapmış olan Alman Doktor Flies’a bir mektubunda şöyle yazar:
‘‘İster misin bir gün biri bu evde mermer bir plakada şunu okusun:
Burada 24 Temmuz 1895’de/ rüyanın sırrı/ Dr. Sigm. Freud’a kendini ifşa etti.’’
Nazi zulmünden Londra’ya kaçmak zorunda kaldığı 1938’e kadar yaklaşık 47 yıl boyunca yaşadığı ve aynı zamanda hastalarına baktığı bir muayenehane olarak da kullandığı Berggasse 19, 1090 Wien adresindeki mütevazı sayılabilecek apartman dairesinde Freud adına bir müze bulunmaktadır. Freud ile beraber Londra’ya giden en küçük kızı Anna Freud’un yardımı ile 1971’de kurulan Sigmund Freud Müzesi binlerce ziyaretçisi ile örneğin Belvedere Sarayı, Albertine Müzesi veya Sacher Cafe gibi bir Viyana simgesi ve turist çekim merkezi konumundadır. Yılda 100 binden fazla ziyaretçisi olan müze, Freud’un orijinal eşyaları, kitapları yanında bilimsel araştırmalara (dünyanın en büyük psikanaliz kütüphanesine sahiptir) ve farklı çağdaş sanat sergilerine ve sanat olaylarına da ev sahipliği yapmaktadır.
Müze Mart 2019’da başlayan ve Mayıs 2020 tarihine kadar sürecek bir renovasyon sürecindedir. Müzeye ait koleksiyonlar Viyana’nın farklı adreslerinde sergilenmeye devam edecek.
Cafe Landtmann
1873 yılında Franz Landtmann, Viyana’nın görkeminin ve görsel ihtişamının simgesi Ringstrasse’de bir kafe açmaya karar verdiğinde ‘bir kafe’ değil ‘Viyana’nın en zarif’ kafesini açmayı amaçlamıştı. Bunda da başarılı oldu; daha yeni yapılan Rathaus ve Viyana Üniversitesi binalarının hemen karşısında kurulan bu kafe zamanla Viyana’nın eşsiz kafe geleneğinin çok nadide bir parçası haline geldi. Kafenin bir diğer özelliği de Freud’un Viyana’daki en favori mekânı olmasıdır. Freud tarafından düzenli olarak ziyaret edilen kafe zerafeti, kullanılan tabak-çatal-bıçakların, özellikle de kahve fincanlarının şıklığı ve güzelliği ile göz kamaştırır. Her Viyana Kafesi gibi melange ve Apfel Strudel elbette enfestir ama bu kafeye özel bir şey denemek isterseniz benim önerim, bilmiyorum Freud’un favorileri arasında yer alıyor muydu, likörlü Mozarttorta (Mozart Turta) olur.
Belvedere Sarayı
David Cronenberg’in 2011 tarihli A Dangerous Method filminde bir sahnede Freud, Jung ile birlikte Belvedere Sarayı’nın bahçesinde dolaşırken şöyle der: ‘‘Burada yürümeyi çok severim, pek çok düşüncem için ilhamı burada almışımdır.’’
Dönemin en önemli mimarlarından biri olan Johann Lucas von Hildebrandt tarafından Prens Eugene Savoy için yazlık konut olarak inşa edilen Belvedere Sarayı bugün muhteşem Barok Mimarisi ve ondan da görkemli, dünyanın en güzelleri arasında yer alan bahçesi ile birlikte UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almaktadır. Günümüzde başta Klimt’in ‘Der Kuss’ tablosunun da yer aldığı farklı çağlardan başyapıtları barındıran bir müze olarak ziyaretçilere açıktır ve Viyana’nın müzelerden oluşan tacının en nadide ve değerli parçası olarak bu görkemli şehri süslemekte; Freud’tan sonra da binlerce kişiye ilham kaynağı olmaya devam etmektedir.
İlginizi çekebilir: Bülent Tunga Yılmaz’dan Viyana 1900 Sergisi
İlk yorumu siz yazın!