Silo: Polisiye Soslu Distopik Bir Bilim Kurgu
Severance, Foundation, Invasion gibi işlerle piyasaya hızlı bir giriş yapan Apple TV+’ın bir diğer dikkat çeken bilim kurgu dizisine göz atacağız: Silo. Hugh Howey’ın aynı adlı kitap serisinden uyarlanan dizi, post apokaliptik bir gelecekte Silo isimli yeraltı sığınığında yaşayan insanların hikayesine odaklanıyor. Silo’nun şerifi Holston ve eşi Allison’ın başlarına bela açacak bazı soruları sormasıyla gizem dolu bir maceraya atılıyoruz.
Silo, 10.000 kişiye ev sahipliği yapan ve 144 kattan oluşan devasa bir yeraltı sığınağı. The Platform’un katları, Snowpiercer’ın vagonları veya Hunger Games’teki hiyerarşik yapı ilginizi çekiyorsa aynısı Silo’da da mevcut. Alt katlara indikçe durumun kötüleştiği bu yapıda halkın ve Silo’nun işleyişine yönelik Mekanik, IT, Şerif ve Yargı gibi departmanlar bulunuyor. Dizi, şeriflik üzerinden gizemlerin aydınlatıldığı bir kurguya sahip gibi dursa da bu departmanlar arasındaki mücadeleye de güzelce yer veriyor.
Silo’yu kimin inşa ettiği bilinmiyor. Silo’dan ne zaman dışarı çıkabileceği bilinmiyor. 140 sene önce yaşanan bir isyandan sonra imzalanan ve Silo’nun anayasası gibi düşünebileceğimiz The Pact dışında bir geçmişi de yok. Dolayısıyla ortada sorulması gereken çok soru var ve şerifin eşi Allison’ın başlattığı bu sorgulama, Mekanik’teki Juliette Nichols’ın da dahil olacağı bir hikayeye uzanıyor.
Dizinin en sevdiğim kısmı, bu hikayenin devamını sürekli merak ettirmesi oldu. Neredeyse Lost izlerken hissettiğimize yakın bir merak duygusu. Her bölümde çözülen gizemler beraberinde yeni sorular getiriyor ve bu da sürükleyici bir kurguyla sunulduğunda diziyi bir çırpıda bitiresiniz geliyor.
Senaryo çok az açık veriyor, açık verecek sandığınız yerlere bölümler ilerledikçe cevap veriyor. Silo, çoğunlukla polisiye gibi ilerlese de dram ve aşk gibi olmazsa olmaz ögeleri de içeriyor ancak bunları hiç tat kaçırmadan, hep bir mantık çerçevesinde sunuyor bize. Tüm bunların yanında satır aralarında o hiyerarşik yapı ve insanların dış dünyayı görme hevesi üzerinden hayata dair düşünmeye değer notlar da bırakıyor.
Yaratılan dünya ve hikayenin başarısı bir noktada Hugh Howey’in kitapları sayesinde tabii ama kaynak materyal ne kadar başarılı olursa olsun onu uyarlamak bir ustalık istiyor. Bunu da dizinin mutfağındaki isimlerden görebiliyoruz zaten. Band of Brothers, The Pacific ve Justified gibi işlerde imzası olan Graham Yost’un yarattığı dizide çok başarılı yönetmenler yer alıyor. Favorim olan 3. bölümü de yöneten Morten Tyldum’u Passengers isimli -ve dünyası Silo’ya göre çok daha aydınlık olan- bilim kurgudan ve Oscar’a aday gösterildiği The Imitation Game’den tanıyoruz. Adam Bernstein, Breaking Bad ve Fargo’da çalışmış, David Semel’in Heroes ve House başta olmak üzere birçok yapımda imzası var ve Bert & Bertie ikilisini ise Hawkeye dizisiyle Troop Zero filmlerinden biliyoruz. Oyunculuklar da gayet iyi, özellikle başroldeki İsveçli Rebecca Ferguson, İskandinavya’nın tüm soğukluğunu karakterine yakışır şekilde hissettiriyor bakışlarında.
Hollywood grevleri sebebiyle ikinci sezonu için net bir tarih verilemeyen Silo, son dönem bilim kurgu yapımları içerisinde kesinlikle dikkat çekiyor. Öyle ki, yeni sezon gelmeden kitapları alıp okusam mı diye düşünüyorum bile. Uzun zamandır bu düşünceyi hissettiğim bir dizi izlememiştim, umarım sizler de benim kadar beğenirsiniz.
Kapak Fotoğrafı: Ready Steady Cut
İlginizi çekebilir: Lisya Kalma’dan Kulüp’ün “Rana”sı ile Dizinin Yeni Sezonu Üzerine
İlk yorumu siz yazın!