Sevgililer Günü, birçok kişinin aşkı — sadece romantik olanı değil, aynı zamanda geçmişe duyulan sevgi ve anılarla olan bağı da — düşündüğü bir gün olarak öne çıkıyor. Aslında “sevgili” her zaman bir insan değil, bir anı, bir yer veya şimdi bahsetmek üzere olduğum hikâyelerden bir tanesinde olduğu gibi başka bir zaman dilimi olabilir. Bu bağlamdan yola çıkarak How to Stop Time romanı ve Midnight in Paris filmi, geçmişteki aşklara ve şu ana duyulan özlemi keşfeden hikâyeleriyle bu özel günün kazandığı farklı anlamları anlatmak için bence harika eşlikçiler. 

Editör Notu: Yazının devamı spoiler içermektedir.

Midnight in Paris | Fotoğraf: Screen Daily

How to Stop Time ile Midnight in Paris Karşılaştırması

How to Stop Time, ana karakteri Tom Hazard’ın nadir bir hastalık nedeniyle oldukça yavaş yaşlanması üzerine kurulu. Yavaş derken gerçekten inanılmaz yavaş. Günümüzde yaşı 400’ü geçmiş ama orta yaşlı bir dış görünüme sahip bir Tom’dan bahsediliyor. Tom, yüzyıllar boyunca farklı dönemlerde yaşamış, Shakespeare’den Fitzgerald’a tarihin önemli isimleriyle yolu kesişmiş. Ancak kitabı okudukça görüyoruz ki bu uzun yaşam bir hediyeden çok bir yük gibi. Uzun zamandır süren yolculuğunda, kaybettiği aşkının yükünü her daim yanında taşıyor. Çok genç yaşta ve hastalığının yeni farkına vardığı zamanlarda tanıştığı Rose, aslında ona mutluluğu ve aşkı getirirken ömür boyu taşıyacağı bir yükü de beraberinde getiriyor. Kaybettiği sevgilisi, ona her daim acıyı ve duygusal yükü hatırlatıyor olsa da kitabın sonunda anlıyoruz ki çözüm geçmişi unutup şu ana odaklanmakta.

img_0906-2
Midnight in Paris | Fotoğraf: IMDb

Midnight in Paris’in hikâyesi ise modern dünyada kendini yabancı hisseden yazar Gil Pender’ın 1920’ler Parisi’ne olan hayranlığı üzerinden ilerliyor. Burada ana karakterin sevgilisinin bu “Altın Çağ” olduğu söylenebilir. Gil, her gece 12’den sonra eski bir araba ile geçmişe giderek hayran olduğu yazar ve sanatçılarla tanışıyor: Hemingway, Picasso, Fitzgerald ve daha niceleri. Dali ile bile tanışıyor. Bunu şahsen biraz kıskanmış olabilirim. Ancak bu yolculuklarla beraber geçmişin de kusurlarla dolu olduğunu ve gerçek mutluluğun yalnızca yaşadığı anda bulunabileceğini fark ediyor. Kafasındaki o ihtişamlı dönem yavaşça çekilmez bir hale geldiğini görüyoruz aslında. Hikâyenin sonunda ise bir hayal kırıklığıyla beraber bu sevgiliyi bir daha göremiyor ve şu ana döndüğünde gerçek mutluluğu buluyor.

Midnight in Paris | Fotoğraf: The New York Times

Ortak Nokta ve Çıkarımlar

Bu iki hikâyenin ortak noktası, geçmişin romantikleştirilmesi ve bu romantizmin getirdiği hayal kırıklığı oluyor bence her iki ana karakterde. Tom, geçmişte kaybettiği aşkının yasını tutarak ve yaşadığı anda sürekli eskiyle ilgili düşüncelere dalarken Gil geçmişin büyülü atmosferinde, ilk başta çok sevse de zamanla kayboluyor. Ancak her iki karakter de nihayetinde aynı gerçekle yüzleşiyor: Yaşamak için geçmişi bırakmak ve şimdiyi kabullenmek gerekyor. Dolayısıyla her iki karakter sevgililerinden vazgeçerek şimdiki zamana dönüyorlar.

Yazımın çıkış noktası aslında Sevgililer Günü’nün sadece bir kişiyle kutlanan özel bir gün olmasının ötesinde, herkesin “sevgili” olarak nitelendirdiği şeyleri anımsayabileceği bir gün olabileceği fikrine dayanıyor. Bunu bir ölümsüzlük çıkmazı içerisinde kalmış Tom ve bir de zamanda yolculuk yapan Gil’in hikâyeleriyle kısaca anlatmaya çalıştım. Bence Sevgililer Günü’ne farklı bir bakış açısı getirmek için her iki esere de bir göz atın derim.

img_0907
How To Stop Time | Fotoğraf: Apple Books

Yazımı Tom ve Gil’e kısa bir notla bitirmek istiyorum: Hazır Sevgililer Günü de gelmişken anılar içerisinde veya geçmişin cazibesinde kaybolmaktansa geçmişi geçmişte bırakıp sevdiğiniz insanlarla yeni anlar yaratmak sizin için harika bir başlangıç olabilir. Kendinize yeni “sevgililer” bulup daha güzel anılar yaratabilirsiniz.

Kapak Fotoğrafı: IMDb

İlginizi çekebilir: Ecem Şimşek’ten Romantik Film Önerileri