Siz Biraz Uzak Kaldınız: Elif Refiğ Röportajı
Geçtiğimiz yıl Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Kısa Film ödülüne uzanan Siz Biraz Uzak Kaldınız, Mubi’de gösterimde. Film, bir öğrenci evini paylaşan iki genç kadının ve içlerinden birinin misafiri olan bir genç adamın hikayesini anlatıyor. Bu hikaye, evdeki bir akşam yemeği davetinde şehrin gerilimi yüksek sokaklarına uzanıyor. Toplumun en küçük biriminde dahi kültürel ,toplumsal ve politik değer farklılıklarının anlaşmazlıklara ve tartışmalara yol açabildiğini ve tüm bunların önyargılarla olumsuz anlamda güçlendiği Türkiye iklimini özetliyor. Başrollerini Nazlı Bulum, Nezaket Erden ve Aykut Sezgi Mengi’nin paylaştığı Siz Biraz Uzak Kaldınız’ı, yönetmen Elif Refiğ ile konuştuk.
Siz Biraz Uzak Kaldınız, tek bir dairede, toplumun farklı kesimleri arasındaki ilişkilere odaklanıyor. Sence farklı hayat görüşlerine sahip ya da farklı hayat görüşlerine sahip olduğumuz önyargısıyla yaklaştığımız insanlarla iletişim kurmanın ve bir arada yaşamanın kilit noktası nedir?
Bu konuda mutlak ifadeler kullanmaktan kaçınmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Genel geçer kabullerin sorgulanmaktan muaf oldukları yanılsaması kolaycılık alışkanlığımızın ürünü. Türkiye’nin hem toplumsal hem de bireysel düzlemde önüne geçmesi güç bir kapalılık düsturuna yönlendirilmesi de bu yaklaşımı meşrulaştıran bir konjonktür yaratıyor. Gündeliğin içinde bu iletişim ihtimali mevcut olduğu için sinemanın da konusu haline geliyor olmalı. Aksi sanatın doğasına aykırı olurdu. Bana göre kıymetli olan çaba göstermek. Siz Biraz Uzak Kaldınız’ın yapım sürecinde biz de ekip arkadaşlarımızla bu konuyu defalarca konuştuk. Hatta senaryoyla ilgili tartışırken “hiç öyle düşünmezdim ama ben de galiba muhafazakarmışım” diyen arkadaşlarımız oldu. Filmlerin yapılma süreçleri bu tip diyalogları açtığı zaman yönetmen olarak iyi bir film yapıyor olduğum duygusu pekişiyor ve bu tip tartışmalar beni motive ediyor. Soruna net bir cevabım yok ama filmin bir tartışma alanı açmasını hedeflediğim muhakkak ve umarım bu anlamda katkı sağlamayı başarmışızdır.
Hikayenin ne kadarı senin hayatından izler taşıyor; öğrencilik yıllarında ya da sonrasında bir ev arkadaşın olmuş muydu?
Hayatımın yaklaşık 10 yılını yurt dışında geçirdim ve bazıları yıllara yayılan bazıları da kısa süren pek çok farklı kültür, anlayış ve yönelime sahip ev arkadaşım oldu. Sanıyorum kişiliğimin baskın motiflerinden birisi olan merak unsurunu canlı tutan ve aynı zamanda bana benzemeyen kişilerle kurduğum dostluklarla beslendiğim, bana katkısı yüksek yıllardı. Çocukluğumdan beri kolektif üretimleri seven ve bulamadığı noktada kurmaya katkı sunan birisi olarak bilinirim. Takım oyuncusu olmak bana mutluluk verir. Bunun eksikliğini ve ihtiyacını bir süredir hissediyorum. Farklılıklara rağmen değil, onlarla birlikte ve onlar sayesinde bir arada durabilme halini fiili olarak sürdürebilmeyi hakikaten çok özlüyorum.
Bu bağlamda Siz Biraz Uzak Kaldınız kişisel olarak deneyimlediğim bir özlem duygusuna temas ediyor olabilir. Ama bunun da bana özel olduğunu düşünmüyorum. Murat’ın, oyuncularımızın, ekip arkadaşlarımızın ve izleyicilerin bir kısmının ortaklaştığı bir duygu olarak bu özlem hali mevcut. Bununla birlikte Siz Biraz Uzak Kaldınız’ın sözünü edilgen ve nostaljik bir noktadan kurmaktan özellikle kaçındık. Senaryo yazımından başlayarak seyirciyi kendi önyargılarıyla yüzleştirecek bir yapı kurmayı amaçladık. Bu sayede şimdi durduğumuz noktanın muhasebesini yaptığımız ve geleceğe dair beslediğimiz umudun niteliğini değerlendirdiğimiz bir alan açmayı hedefledik. Sinema biliyorsun motomot karşılıkların ötesine genişleyebilen bir anlatım aracı. Böyle bakıldığında bazen mütevazi bir öğrenci evi koskoca bir memlekete de karşılık gelebiliyor.
Uzun metraj film deneyiminin yeniden bir kısa film çekerken sana katkıları oldu mu?
Ben form olarak kısa filmi her zaman çok sevdim ve bazen popüler kültürün yönlendirmeleri daha önce hakkı teslim edilmemiş sanat formlarının daha fazla dikkat çekmesine vesile olabiliyor. Uzun metraj film üretimi özellikle son on yılda finansal ve siyasal pek çok kısıtlama sebebiyle özgünlüğünden ve özgürlüğünden taviz veriyor. Üretilen filmler dikkat çekici bir şekilde birbirine benziyor. Kısa film ise form olarak daha cesur cümleler kurmaya elverişli bir alana dönüştü. Aynı tespiti tiyatro için yapmak da mümkün, pek çok bağımsız sahne, oyuncu ve yazar tiyatroda açtıkları kolektif alanda üretimlerine devam ediyor. Pandemi engellemeleri elbette bu süreçlere ciddi darbe vurdu ama izleyici özgün seslere ihtiyaç duyuyor. Kısa film ve tiyatroya artan ilginin bunun güçlü bir göstergesi olduğunu düşünüyorum.
Sinema özelinde hikayenin formu belirlediğini düşünen birisiyim. Her film kendi başına bir yolculuk. Benim için heyecan verici olan, her seferinde daha önce denemediğim bir şeyi deniyor olmak. Uzun metraj tecrübesi kısa film için nasıl bir katkı sundu açıkçası bunu kestiremiyorum. Ama ilgilendiğim ve üretim yapmaya gayret ettiğim her türlü yaratıcı alan, bunun sadece sinema olması da gerekmiyor, beni ve birbirini besliyor. Dolayısıyla uzun metraj yapmış olmak kısa metraj bir filmi çekerken mutlaka katkı sağlamıştır, ama aynı söylemi tersten kurmak da bir o kadar geçerli. Belki de Siz Biraz Uzak Kaldınız’ı yönetmiş olmak bundan sonra çekeceğim uzun metrajlı filmlerin olgunlaşma sürecinde en önemli katkıyı sağlamıştır.
Filmin Mubi’de yayınlanmadan önce hangi yollarla ve kanallarla izleyiciyle buluşmuştu ve Mubi’de yayınlandıktan sonra aldığın yorumlarda nitelik ve nicelik olarak bir değişim hissettin mi?
Siz Biraz Uzak Kaldınız dünya prömiyerini Tampere Film Festivali’nde yaptı. Birçok uluslararası sales agent ve festival yöneticisi ile filmle ilgili konuşma ve olumlu geri bildirim alma fırsatımız oldu. Sonrasında Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ve İzmir’de Kadın Yönetmenler Film Festivali’nde En İyi Kısa Film ödüllerini aldık. Film yurt dışı ve yurt içi festival yolculuğuna devam ediyor, elbette festivallerin varlığını bu anlamda çok önemsiyorum. Fakat Mubi’nin filmin izleyiciyle buluşma hacmine sunduğu katkı hepsinin ötesinde diye düşünüyorum. Mubi kısa filmlerin dolaşıma girmesi ve tartışılması açısından çok önemli bir eksikliği tamamlıyor. Doğrusu yaptığım filmleri herkesin beğenmesini arzulamıyorum. Aksine bazı rahatsızlıklara vesile/sebep olmaları her zaman hoşuma gitmiştir. Siz Biraz Uzak Kaldınız da bu anlamda biraz bıçak sırtı giden bir film. Yorumlar da beklediğim biçimde iki uçta şekillendi. “Orta karar” diyen bir izleyici yorumu okumadım, ya çok beğenenler ya da gömenler oldu. Bu bana keyif veriyor açıkçası, demek ki bu kadar kuvvetli bir öfkeyi uyandıracak şekilde bazı önyargı ve “hassasiyetleri” kaşımayı başarmışız. Ama bu süreçte şunu da fark ettim: Fimin niyetine, anlatımına ve genel olarak yaklaşımına kendini yakın hisseden izleyici herkesin ulaşabildiği mecralara yorum yazmak yerine, Instagram veya kişisel mecralardan fikirlerini benimle paylaşmayı tercih etti. Gömmek isteyenler ise mecraları kullanmayı tercih ediyor. Dolayısıyla yapılan yorumların ne kadarı filmin kendisiyle, ne kadarı böyle bir filmi yapmış olduğumuz gerçeği ile ilişkili kestirmek güç. Türkiye çok hızlı değişen bir ülke. Siz Biraz Uzak Kaldınız bundan örneğin beş yıl sonra, toplumsal tarih ve sanatsal üretim değerlendirmelerinde nereye oturacak açıkçası ben de çok merak ediyorum.
Dijital platformların Türkiye’deki sinema izleyicisinin kısa filmlere erişimini ve kısa film izleme alışkanlıklarını nasıl etkilediğini düşünüyorsun?
Artık herkes tarafından anlaşıldığı üzere, teknolojinin gelişimi, sosyal medya mecralarının etkinliği ve dijital platformların üretimleri dolayımıyla, içeriğin kısası daha hızlı ve etkin şekilde kültür tüketimine entegre olabiliyor. Bununla birlikte kısa film formu da popüler kültürün tüketim alanı içerisinde karlı olma potansiyeli taşımaya başladı. Yorgos Lanthimos, Alice Rohrwacher, Valentin Vasyanoviç, Safdie Kardeşler, Pedro Almodóvar gibi tanınmış yönetmenlerin kısa filmleri dijital platformların bünyesinde üretildi ve yayınlandı. Biliyorsun Lucrecia Martel, Claire Denis, Apichatpong Weerasethakul, Abbas Kiyarüstemi ve sayısı arttırılabilecek pek çok yönetmen kariyerleri süresince uzun metrajlı filmlerinin yanı sıra kısa filmler yaptılar. Temel fark bu bilginin dolaşıma sokulma sıklığıyla ilgili. Kısa filmlerin dijital dolaşıma sokuluyor olması finanse ediliyor ve bu finansmanın dönüşünün bekleniyor olduğu gerçeğini de beraberinde getiriyor. Bunun filmciler için verimli olabilecek ama özgünlüğe ve özgürlüğe dair tehlike de barındıran bir gelişme olduğunu düşünüyorum. Bunun yanı sıra daha önce de bahsettiğim üzere kısa filmlerin izleyiciyle buluşma hacminin artması açısından bu sürecin etkisi elbette çok pozitif.
Filmin oyuncu seçim süreci nasıl ilerledi, üç oyuncu filme nasıl dahil oldu?
Toplumsal ayrışmanın tahammül edilemez bir noktada olduğunu iliklerimize kadar hissettiğimiz ama alacağımız pozisyonu tam olarak kestiremediğimiz bir noktada, sanıyorum 2018 olması lazım, nasıl bu kadar ayrı düştüğümüzü anlamaya çalışıyordum. Bununla ilgili bir film yapmak istiyorum gibi bir kararım vardı ama nasıl birşey olacağını kestiremiyordum. Nick Cave İstanbul’a konser vermeye gelmişti ve yapımcı arkadaşım Enis Köstepen fazla bileti olduğunu söyledi. Enis’le üniversite yıllarından beri onlarca konsere birlikte gitmiştik. Nick Cave ilk oğlunu kaybettikten sonra ilk kez turneye çıkmıştı. Müziğiyle ve dinleyicileriyle birlikte toplu bir iyileşme amacındaydı ve Türkiye’nin içinde bulunduğu yas haliyle çok yakın bir ilişki kurmuştu. Büyülü bir konserdi, katartik bir atmosfer vardı, bir ritüele benziyordu, dinleyicilerin huşu içinde ağladığını net olarak hatırlıyorum. Çok uzun süredir tanıdığım ama bir süredir sohbet etme fırsatımız olmayan Aykut Sezgi Mengi’yle de aynı konserde karşılaştık. Sezgi’ye yapmak istediğim filmden bahsettim, o da bana İşte Böyle Güzelim kitabından bahsetti. Ayşe Gül Altınay, Nilgün Bayraktar, Esin Düzel ve Hülya Adak tarafından hazırlanan bu kitap daha önce okuma tiyatrosu olarak da sahnelenmişti. Türkiye’de çok farklı sosyo ekonomik sınıftan kadının cinsellik tecrübelerini aktardığı röportajlar oldukça katmanlı bir yapıya sahip.
Filmin senaryolaştırma süreci yaklaşık 3 ay sürdü. Kitaptan seçtiğimiz iki bölüm üzerinde Murat Mahmutyazıcıoğlu ile oldukça detaylı konuşmalarımız oldu. Murat’la tematik ve dramaturji anlamında ortak bir noktada buluştuktan sonra kendimize prodüksiyon sınırları çizdik. Hikaye tek mekanda ve bir akşam yemeği çevresinde geçecek ve bunun dışında sadece sokaklar olacak diye karar verdik. Murat senaryoyu son haline getirirken oyuncuları kafamızda belirlemiştik. Nezaket Erden, Nazlı Bulum ve Aykut Sezgi Mengi zaten yazım sürecinde aklımızda olan kişilerdi ve yoğun programlarına rağmen senaryoyu çok sevdikleri için çalışmayı kabul ettiler.
Üçü de çok yetenekli ve tecrübeli oyuncular, karakterleri çok hızlı ve derinden kavradılar. Toplamda bir okuma bir de mizansenli prova yaptık. Senaryoda benim için önemli olan bazı anların prova esnasında oyuncuların insiyatifiyle şekillenmesine alan açmayı keyifli buluyorum. Film yapmanın her aşamasında, hem kendimle hem ekip arkadaşlarımla ilgili olarak, ama özellikle oyuncularla çalışırken, keyif unsurunu hayatta tutmayı önemserim. Bu bana göre verim almanın biricik ön koşuludur. Oyuncularımız da hem kendi içlerinde uyumlu hem de keyif almayı bilen ve seven kişiler. Bu konuda çok şanslı olduğumu düşünüyorum.
İlk yorumu siz yazın!