İlk yorumu siz yazın!
Stanley Kubrick Sergisi: Takıntılı ve Dahi Bir Yönetmene Dair
Her zaman mükemmeliyete ve kusursuza ulaşmak için çalışan, takıntıları yüzünden 48 yıllık aktif yönetmenlik kariyerinde sadece 16 film çekmiş birisinden bahseceğim bu yazımda. Kimden mi? Tabi ki; Hollywood’un en saygıdeğer ve dahi yönetmeni Stanley Kubrick’ten!
İstanbul Sinema Müzesi’nde Stanley Kubrick Sergisi
Başyapıtların yaratıcısı olarak sinema tarihinde çığır açan Stanley Kubrick hakkında bugüne kadar yapılmış en kapsamlı sergi İstanbul Sinema Müzesi’nde açıldı. Sergi sayesinde, hepimiz 1 Mart 2023’e kadar Stanley Kubrick’in sıra dışı dünyasına davetliyiz.
Kariyeri boyunca yaptığı tüm çalışmalarına kronolojik bir bakış açısı sunan sergi de Kubrick’in çoğu yayınlanmamış belge, obje, senaryo, kamera, lens ve orijinal kostümleri de yer alıyor. Dahi yönetmenin sinema kariyerine ortak olup, filmleri ve hayatına Kubrick bakış açısıyla bakmaya ne dersiniz? Cevabınız evet’se Atlas Sineması’na doğru yol almanın tam zamanı.
Mercek Altında: Stanley Kubrick
Şimdi gelin, Stanley Kubrick’in sergide de yer alan meşhur filmlerine ve şahsına münhasır kişiliğine birlikte bakalım:
Kariyerine 1953 yılında ‘Fear and Desire’ adlı ilk uzun metrajlı filmiyle başlayan yönetmen, ‘Killer’s Kiss’, ‘The Killing’, ‘Paths Of Glory’, ‘Spartacus’, ‘Lolita’, ‘Dr. Strangelove’, ‘2001: A Space Odyssey’, ‘A Clockwork Orange’, ‘Barry London’, ‘The Shinning’, ‘Full Metal Jacket’ ve son çektiği filmi ‘Eyes Wıde Shut’ gibi kült filmler sığdırmış. Kubrick‘in obsesif bir karaktere sahip, profesyonel bir satranç oyuncusu, okul hayatı boyunca son derece başarısız bir öğrenci olduğunu biliyor muydunuz? Peki üniversiteye gitmeden tüm film çekim tekniklerini kendi kendine öğrendiğini?
Her şey nasıl mı başladı?
Lisede babasının hediye olarak Graflex kamera almasıyla başlayan kariyerine 16 yaşındayken girdiği LOOK! dergisinde fotoğrafçılık yaparak devam eden Kubrick, yönetmen olmasaydı bence çok iyi bir fotoğrafçı olabilirdi. Aslında filmlerinde fotoğraf sanatçısı olduğu da çok net hissediliyor. Filmlerinin her biri eşsiz fotoğraf karelerinin toplamında ortaya çıkmış gibi…
Filmini çekeceği bir eser bulmak için oburcasına okuyor, hayal gücünü etkileyecek bir hikâye bulana dek durmak bilmiyordu. Sinema dünyasına, ‘Nasıl olsa etrafımdaki filmlerden daha kötüsünü çekemem’ diyerek adım attı. 1951 yılında çektiği ‘Day of the Fight’ adlı kısa belgeseliyle de film çekme tutkusunu keşfeden usta yönetmen kısa süre içerisinde dergideki işinden istifa ederek tamamen sinemaya yönelme kararı aldı ve 1952 yılında ‘Flying Padre’ ile 1953 yılında ‘The Seafarers’ adlı iki kısa film daha çekti.
Kubrick Filmleri
Fear and Desire (1953)
Kubrick ‘Fear and Desire’ ile ilk uzun metrajlı filmine imza atarak sinema tarihine adını yazdırmış oluyor. Çok emek vermesine rağmen film çok yankı uyandırmadığından para da kazanamıyor. Sinema Müzesi’nde gezerken bu filmin sadece 5 haber küpüründe yer aldığını da görebilirsiniz.
Killer’s Kiss (1955)
‘Killer’s Kiss’, Kubrick için oldukça önemli bir film. Bir önceki filmden hiç para kazanamadığı için bu film için babası ve akrabalarından destek alarak ilerliyor. Çektiği bu filmi ‘United Artist’e satarak para kazanmaya başlıyor.
Kubrick’in Satranç Tutkusu
Takıntılı derecede satranç hastası olan Kubrick, filmlerinin birçoğunun yapım parasını çıkarabilmek için para ya da altın karşılığı satranç oynadığı biliniyor. Yönetmenin ilk işlerinden biri olan ‘The Killing’den sonra birçok filminde satranca ve satranç oynayan karakterlere rastlamak mümkün.
Paths of Glory (1957)
Bir sonraki filmi olan ‘Paths of Glory’ adlı kitaptan uyarlanan film. Filmde yer alan sahnelerin çizelgeleri de sergide yer alıyor.
Spartacus (1960)
1960 yılında çekilen ‘Spartacus’ filmi Kubrick’in en çok figüran oynattığı film olarak tarihe geçiyor. Müzenin duvarlarındaki karelere bakarken, yerde yatan 300 figüran ve ellerinde tuttukları numaralara gözüm ilişiyor. Kubrick’in kontrolcü kişiliği gereği film sahnelerini çekerken yerde yatan 300 figüranı ayırmak için, hepsine numara vererek uzaktan komutlarıyla sahneleri yönlendirdiğini fark ediyorum.
Lolita (1962)
1962 yılında çekilen ‘Lolita’ filmi tartışmaları da beraberin de getiren film oluyor. Filmde yer alan edebiyat profesörü yaşlıca bir adamla, 14 yaşında olan genç bir kızın arasında yaşanan ilişki sebebiyle Kubrick sapkınlıkla suçlanıyor. Kubrick bu yüzden sürekli linç mektupları alıyor. Sergide, ‘Lolita’ filminin yer aldığı bölümde Kubrick’e filmle ilgili yazılan linç mektupları da yer alıyor.
Dr. StrangeLove (1964)
Film genellikle şimdiye kadar yapılmış en iyi komedilerden biri ve tüm zamanların en iyi filmlerinden biri olarak kabul edilir. ‘Lolita’dan iki yıl sonra çektiği ‘Dr. StrangeLove’ filminde ilk kez kızı Katharina Kubrick’le birlikte çalışmaya başladı. Kızı filmin sanat departmanında çalıştı. Filmin orijinal sonunda savaş odasındaki herkesin bir pasta kavgasına karıştığını gösteren bir sahneyle bitmesi planlanmıştı. Fakat sonrasında kremalı pasta kavgası son bölümden çıkarıldı.
2001: A Space Odyssey (1968)
Müzenin 4.katında yer alan size adeta filmin içinde hissettirecek ‘2001: A Space Odyssey’ film temalı bölüm oldukça gerçekçi. Yapay zekâ kavramını kimse bilmezken Kubrick 1968 yılında “2001: A Space Odyssey’ adlı filmi çekiyor. İnanılmaz!
A ClockWork Orange (1971)
1971 yapımı, yönetmenin en kültleşmiş filmlerinden olan ‘A ClockWork Orange’tan sahnelerin yer aldığı ekranlar adeta sizi içine çekiyor. Filmde yer alan renkli sahnelerden görüntüler ve eşlik eden müzikleri çok heyecan vericiydi.
Barry Lyndon (1975)
‘Barry Lyndon’ Kubrick’in “Benim en sevdiğim film” dediği film. Filmde, Londra ve Almanya’da çekimler yaparak orijinal mekanlardan yararlanıyor. Kapalı mekanlarda bile mum ışığıyla çekim yapıyor. Ve asla yapay ışık kullanmıyor. Dekorlarıyla, kostümleriyle her şeyiyle birebir ilgilendiği film. 18.YY’da Aristokratlar ve o döneme şahitlik eden insanlar nasıl giyindiğini araştırıp kendi yarattığı karakterlere de o şekilde kıyafetler hazırlatıyor. Filmin birçok sahnesi adeta tablo niteliği taşıyor. Filmde kullanılan orijinal kostümlerle de karşılaşınca, Kubrick’in fotoğrafçı yönünün çok net gözlemlenebildiği bir film olduğuna bir kez daha karar verdim.
The Shinning (1980)
Kubrick’in en popüler filmlerinden biri olan ‘The Shınnıng’ Stephen King’in romanından uyarlanarak senaryolaştırıldı. Kubrick filmin başrolü olan Shelley’e (Wendy Torrance) çekim sırasında büyük baskı uyguladığı biliniyor. Hatta film bittikten sonra Shelley bir süre psikolojik destek almak zorunda kalıyor. Sanırım Kubrick, Shelley’e girdiği roldeki nevrotik havayı verebilmesi için böyle bir yol izliyor. Kubrick, King’in romanına pek sadık kalmıyor. Filmde yer alan başrol Jack Nicholson (Jack Torrance) alevler içinde kalıyor ve aile bireylerinin hepsi yaşıyor. Fakat Kubrick, Jack’i donarak öldüren bir son yazıyor. Bence müzenin en ilgi çeken bölümü kuşkusuz filmde yer alan ikonik ikizlerin kostümleri.
‘Eyes Wide Shut’ (1999)
Senaryosu üzerine uzun yıllar çalıştığı 1999 yapımı olan ‘Eyes Wide Shut’, yaklaşık 30 yıl kadar geç çekiliyor. Hatta Kubrick filmin senaryosunu yazarken eşine, ‘Biz bu filmi çekecek kadar olgun değiliz, biraz bekletelim’ diyerek adeta senaryonun üzerine yatıyorlar. 1999’da Nicole Kidman ve Tom Cruise ile anlaşıp filmi çekmeye karar veriyorlar. Kubrick, çalışması çok zor bir insan olduğundan çekilen bir sahneyi içine sinmediği için defalarca baştan tekrarladığını tahmin etmesi zor olmasa gerek. Bu filmdeki banyo sahnesinin 150 kez tekrarlandığı biliniyor.
Yaşadığı sürede sinemaya çok önemli eserler bırakan Kubrick, 1999 yapımı son filmi ‘Eyes Wide Shut’ın son kurgusunu yapım şirketine gönderdikten sonra hayata gözlerini yumuyor.
Kubrick yaşamı boyunca birçok ödüle layık görüldü. 1997 yılında hem Amerikan Yönetmenler Birliği D.W. Griffith Ödülü’ne, hem de Venedik Film Festivali’nde Ömür Boyu Başarı Ödülü aldı. Griffith Ödülü’nü alırken, “Film yönetme ayrıcalığına sahip olmuş herkes için film çekmek, lunaparktaki çarpışan arabalarda Savaş ve Barış’ı yazmaya benzese de hayatta, filmi arzu ettiğiniz gibi bitirmekle kıyaslanabilecek çok az sevinç olduğunu bilin,” dedi.
Kubrick ‘in en kapsamlı sergisini ve geride neler bıraktığını yakında görünce onun zihnini adeta, her biri kusursuz, dikkatli ve mükemmellik için çalışan bir saatin iç parçalarına benzettim. Saatin parçaları her daim büyük bir titizlik ve incelikle çalışır ve saat tıkır tıkır işler. Filmlerindeki kurgusallığı da tam olarak bu şekilde bir ahenk içinde bizlere yansıttı.
Stanley Kubrick’in filmlerinde göze çarpan renkler, müzikler, kostümler, arka plandaki set tasarımı, kullandığı çekim açıları ve dahası sizce de oldukça dikkat çekici değil mi?
Peki sizin en sevdiğiniz Kubrick filmi hangisi?
Kubrick üzerinde çok düşündüğüm, tüm filmlerini gördüğüm bir yönetmen. Zamanla itiraf edeyim üzerimdeki etkisi azaldı. Mesela Space Odyssey, 1990larda en sevdiğim, bence dünya tarihinin en iyi 10 filminden biriydi. Bugün bu düşüncemi değiştirdim. Açıkcası ilk ikiye hiç düşünmeden Lolita ve Barry London'ı koyarım. Sonra Space Odyssey. Enes Wide Shut ve Full Metal Jacket ise yapmasa olurmuş filmleri. Bir de naçizane bir eleştirim: "Hollywood’un en saygıdeğer ve dahi yönetmeni Stanley Kubrick’ten!" cümlesi çok iddialı olmuş 🙂)
Benim en sevdiğim Kubrick filmi, 2001: A space odyssey. Sergiyi ve filmlerin her birini ayrı ayrı o kadar güzel anlattınız ki, sergiyi görmeyi gerçekten çok isterdim!