Stefan Zweig'ın Ölümü: Tutsak Bir Hayatın Özgür Sonu
Özellikle Türkiye’de biyografileri ile tanınmış ve son yıllarda eserlerinin telif ömrünün bitmesiyle birlikte kısa öyküleri birçok yayınevi tarafından çevrilip basılan Avusturyalı yazar Stefan Zweig’ın belki de yalnızca eserin iç kapağından bildiğimiz ilginç ölümü üzerinde durmak istiyorum.
Stefan Zweig’ın Yaşamı ve Ölümü
Belki yazarımızı tanıyorsunuzdur, bir eserini keşfedip, diğerlerini merak edip Zweig akıntısına kapılmışsınızdır veya kitapçıların önünden geçerken böyle ince bir kitap nasıl bu kadar ilgi görebilir düşüncesiyle elinize alıp “bunca duygu, düşünce bir esere nasıl sığar” düşüncesiyle hayatınıza katmışsınızdır. Her halükarda umuyorum ki Zweig’ın eserlerine sığdırdığı duygular, psikolojik durumlar, yazarın kendi hayatı konusunda merakınızı uyandırmıştır. İçerisinde bunca fırtınalar kopan bir kimsenin monoton bir hayatı olmasını beklemezdik herhalde.
Tutsak Hayatı
Burada özellikle belirtmek istediğim bir nokta var. Zweig’ın hayatından, ölümüne değinmek için belli başlı noktaları seçmek bir hayli zor, çünkü geriye bakıldığında, oldukça zengin bir hayat yaşamış olan şanslı kişilerden ve bunu bazı noktalarla kısıtlamak kendisine haksızlık gibi gelse de bu durumda şart. Kısaca hayatından bahsedecek olursak, yazarımız hakkındaki en önemli bilgi, özgürlüğe önem verip bir Avrupa hayali bulunması. Sınırların bulunmadığı, belki de pasaportların bile bir önem taşımadığı bir birliğin hayalini kuruyordu.
Kendisi 1881 yılında Viyana’da varlıklı, yahudi bir ailenin ikinci oğlu olarak dünyaya gelmişti. Aile işletmesini devam ettirecek kişi abisi olduğundan, Stefan Zweig kendisini edebiyata adayabilse de doktora ünvanını da elde etmesi gerekiyordu. Hayatındaki asıl noktaya odaklanmasını kolaylaştıracak ve en rahat geçebileceği bölümün felsefe olduğuna karar verip sınavlarına kadar kendisini yazılarına adadı. Onun görüşüne göre, kitaplar en iyi üniversitelerin bile yerini doldururdu. Kitaptaki bilgilere bu denli düşkündü. Bu sürede de, o dönemin en prestijli gazetelerden birisi olan ‘Neue Freie Presse’ gazetesinde Theodor Herzl’in editörlüğünde Feuilleton bölümünde yazılar yayınlandı. 60 yıllık hayatının büyük bir kısmını, mümkün olduğunca bireysel özgürlüğüne sıkı sıkı sarılarak mutluğu arayarak seyahat etmekle geçirdiğini söyleyebiliriz. Seyahatleri sırasında farklı yazarlar ile tanışıp arkadaşlık kurma fırsatı da bulunuyordu.
1920 yılında Friderike Maria Burger ile evlendi. Eşiyle hayatını Salzburg’da görkemli bir Villa’da sürdürmekte olan Zweig ailesinin evlerindeki huzur Nazi’ler tarafından bozuldu. Öncesinde Albert Einstein’a yaptıkları gibi, bu sefer de Stefan Zweig’ın evi silah ihbarı mazeretiyle polis tarafından arandı ve doğal olarak herhangi bir silah veya benzeri bulunamadı. Bunun üzerine Zweig dayanamayıp belirsiz bir süre için Londra’ya taşındı. Friderike, bir önceki evliliğinden olan iki kızı ile Salzburg’daki evlerine oldukça düşkündü ve bu yüzden İngiltere’de durmayıp geri dönmek istediler. O sıralarda “Maria Stuart” biyografisi üzerinde çalışan Stefan Zweig için de, işini kolaylaştırmak amacıyla bir sekreter arayışına girdi ve 26 yaşındaki Charlotte (“Lotte”) Altmann’ın ve 52 yaşındaki Stefan Zweig’ın yolları Friderike sayesinde kesişmiş oldu.
Friderike Salzburg’a döndükten sonra Zweig, kendisiyle İngiltere’de randevulu görüşmelerini istiyor ve kendisine çok az zaman ayırıyordu. Bundan pek şüphe duymayan Friderike 1935 yılında Nice şehrinde, eşini, sekreteri ile uygunsuz bir yakınlıkta gördükten sonra evliliğinin dağılmakta olduğunu fark etti. Buna rağmen kendisinden ödün vermemek adına sakinliğini korudu. Zweig’ın sorunlardan kaçınma huyundan dolayı, Friderike ile evliliklerinin sonlanması oldukça yavaş ilerledi. Evliliğin sonlanmasıyla Zweig’ın isteği, Friderike’nin soyismini değiştirmeyip Friderike Maria Zweig olarak hayatına devam etmesi yönündeydi. İlk eşi ile iletişimleri uzun bir süre kopmamış görünse de ilginç olan otobiyografisi “Dünün Dünyası”nın, Friderike ile ilgili hiçbir bilgi içermeyişidir.
İki dünya savaşını da gören, hatta 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’nda savaş arşivinde de olsa, görev almış yazarımız 1939 yılında Lotte ile evlenip Ağustos 1940 tarihinde eşiyle Brezilya’nın Petrópolis şehrinde sürgün hayatı yaşamaya başladı.
Özgür Ölümü
Stefan Zweig’ın ruh sağlığını etkileyen en büyük olay, Nazi’lerin Avrupa’da büyük ilerleme kaydetmiş olmasıydı. Ne yazık ki Zweig birçok şeye maruz kalmıştı… Eserleri kara listeye alınıp, 1933 yılında toplum önünde yakılmıştı. Günden güne Nazi Almanya’sının başarı haberlerini alıyordu. Hayalindeki Avrupa’nın eriyip gitmesine şahit olmak oldukça zordu. Brezilya’ya gittikleri tarihlerde, Stefan Zweig’ın pek de iyi olmadığı anlaşılıyordu. Ölümünden birkaç yıl öncesinden depresyon geçirmeye başlamıştı ve bu, günden güne artış gösteren bir rahatsızlıktı.
Hitler’in dünyaya yayılan zararına dayanamayan Stefan Zweig Şubat 1942 tarihinde 22’sini 23’üne bağlayan gece yüksek dozda uyku ilacı (Veronal) içip, hayata gözlerini yumdu. Kendisinden birkaç saat sonra da eşi Lotte aynı ilaçtan içip yanında uzanıp ölümü bekledi. 23 Şubat’ta hizmetçileri cansız bedenlerini bulup polise bildirdi. Masada birer veda mektubu… Hayatı boyunca bu denli özgürlük arayışında olup, sahip olduklarını da Hitler sayesinde kaybeden Stefan Zweig, ölümünü kendisi seçerek teselli bulmayı amaçlamış gibi görünüyor.
Kapak Fotoğrafı: devolutionreview.com
İlginizi çekebilir: Aybüke Dizman’dan Stefan Zweig
İlk yorumu siz yazın!