Süreyya Operası'nda Stravinsky: "The Rake's Progress"
20. yüzyılın önemli bestecileri arasında gösterilen Igor Stravinsky imzalı The Rake’s Progress (Hovardanın Sonu) adlı opera Kadıköy Süreyya Operası’nda izleyiciyle buluşuyor. Tom Rakewell adlı bir adamın hikayesinin anlatıldığı oyunun esin kaynağı ise 18. yüzyıl ressamlarından Londra doğumlu William Hogart. Zira Stravinsky, Hogart’ın sekiz tablodan oluşan A Rake’s Progress adlı çalışmasında gördüklerini yaşadığı döneme uyarlayarak anlatıyor.
3 perdeden oluşan The Rake’s Progress, Tom Rakewell adlı genç bir adam üzerinden bir yandan günümüzün kirli dünyasını eleştirirken diğer yandan da yüzyıllardır tekrarlanan yalanların gerçek yüzlerini ortaya çıkarıyor. Hikaye Tom’un sevgilisi Anne Trulove’ın evinde başlıyor. Kızının sefil bir hayat yaşamasını istemeyen Baba Trulove müstakbel damadı için Londra’da bir iş bulduğunu söylüyor. Ancak zenginleri daha da zengin eden kölelerden biri olmak istemeyen, parasını başkaları üzerinden kolay yoldan kazananlardan biri olmanın hayalini kuran Tom bu cömert teklifi reddediyor. Biricik sevgilisi Anne ile evlenmek için paraya ihtiyaç duyan Tom’un imdadına ise Nick Shadow adlı bir adam yetişiyor. Çat kapı beliren bu adam kendini Tom’un hiç tanımadığı zengin amcasının yardımcısı olarak tanıtıyor ve amcasının mirasını Tom’a bıraktığını söylüyor. Artık zengin bir adam olan Tom’un bu parayı alıp Anne ile evlenmesi ve onunla mutluluğa yelken açabilmesi için ise Londra’ya tamamlanması gereken işleri halletmesi gerekiyor. Ve Tom’u zirveye çıkarıp sonrasında dibe batıracak macera da Nick ile Londra’ya yaptığı bu seyahatle başlıyor.
The Rake’s Progress’in alışılagelmiş operalardan biri olmadığını söyleyerek başlamak gerekiyor söze. Zira gerçeklikle, rasyonel ile ilişkisi sebebiyle romantiğin, şiirsel olanın yerini diyaloglar ve uzun cümleler alıyor. Bu sebepten ötürü The Rake’s Progress dinleyiciye müzikal anlamda fazla vaatte bulunmuyor, onun yerine teatral yanı kuvvetli bir oyun olarak izleyici karşısına çıkıyor. Dolayısıyla da ışığın, dekorun ve figüranlık yapan koronun sahnedeki önemi daha da artıyor. Müzikten kalan boşluğu bu görsel detaylar dolduruyor.
The Rake’s Progress’in en büyük sorunu (en azından benim izlediğim temsilde öyleydi) sahneler arasındaki geçişlerdi. Zira bu geçişler esnasında müziğin durması, izleyicinin/dinleyicinin kopmasına sebep oluyordu. Ve bu sorun kendini özellikle temsilin ilk sahnesinde hissettirdi ki bu da temsil ile dinleyici arasında güçlü bir bağ kurulmasının önüne geçti. Koronun izleyiciyi etkilediği ve onları geri kazandığı renkli sahnelerin arından yine benzeri boşlukların, sessizliklerin yaşanması ise salondakilerin yeniden kopukluklar yaşaması ve hikayeyle tümüyle bir bağ kuramaması yönünde etkiledi.
Açık konuşmak gerekirse Tom Rakewell’i canlandıran Onur Turan’ın açılış sahnesindeki performansı sonarsı biraz korkmuştum. Zira sesi duyulmuyor, kelimeler seçilmiyor, duruşunda da bir tedirginlik seziliyordu. Ancak sonraki sahnede, yani Tom’un yeni hizmetkarı Nick ile birlikte geneleve gittiği sahnede -koronun da etkisiyle- ritmini yakalamaya başlıyor. Masaya çıktığı noktada ise üzerindeki tedirginliği, heyecanı atıp neden Tom Rakewell’i oynadığını dinleyiciye gösteriyor. Temsilin başından sonuna dek en sahnedeki en “sağlam” isim olan Umut Tingür, Nick Shadow karakterini öylesine benimsemiş ki arka planda kaldığı yerlerde bile duruşuyla Nick’in şeytanini yanını yansıtmayı ihmal etmiyor. Anne rolünde izlediğimiz Gülbin Günay ise sahnedeki en şanssız isim. Zira ilk perdenin sonundaki aryası sırasında sahnede bir başına kalmanın zorluğunu yaşıyor. Arka plana yansıtılmış bir ay görüntüsü olmasına karşın yine de sahneyi doldurmakta zorlanıyor ki zaten kimi yerde kendini gösteren dekor yetersizliği de en çok bu anda hissediliyor. Ay kılığına bürünmüş biri veya tavandan sarkıtılmış temsili bir ay ile çözümlenebilecek bu eksik sebebiyle de duyguyu vermekte, izleyiciye ulaşmakta güçlük geçiyor. Ne zaman ki koronun olduğu sahneye katılıyor, işte o zaman yeniden hikayenin önemli bir parçası haline geliveriyor, bu noktaya kadar biraz silik kalıyor.
Devlet Opera ve Balesi aracılığıyla opera severlerle buluşan The Rake’s Progress, “ahlak” kavramını sosyal ve kültürel açılardan sorgulayarak izleyiciyi/dinleyiciyi bugünün şartlar, bugünün işleyiş ve bugünkü toplumsal ilişkiler üzerine düşünmeye davet ediyor. Kostüm tasarımında Ayşegül Alev’in ve sahne yönetiminde Aytaç Manizade’nin alkışı hak ettiği temsilde asıl takdir ise koro gidiyor. Tımarhane sahnesi başta olmak üzere temsil boyunca gerek bireysel gerek toplu başarılı bir performans ortaya koyan koro ekibinin yanı sıra ana karakterlere hayat veren (Burada Sellem rolündeki Çağrı Köktekin’in enerjisinden ayrıca bahsetmek gerekli) isimler de etkili performanslarıyla dikkat çekiyor. Müzikal anlamda diğer operaların biraz gerisinde kalan ancak teatral anlamda bu açığını fazlasıyla kapatıp benzerlerinin arasından sıyrılan The Rake’s Progress kesinlikle görülmeye değer.
İlk yorumu siz yazın!