Komplo Teorileri ve Suskunluk Sarmalı: Bizleri Nasıl Etkiliyor
Gündemi takip etmeye başladığımız andan itibaren kendimizi çeşitli komplo teorilerinin savunucu olarak buluyoruz, hatta belki de bunun farkında bile değiliz. Bu savunduğumuz komplo teorileri bazen kişisel fikirlerin ışığında, bazen de fikir birliğine katıldığımız toplulukların etkisiyle ortaya çıkıyor. Savunulan fikrin doğruluğu ya da yanlışlığı hakkında elimizde araştırma imkanı olduğu halde bunu yapmıyoruz. İnanmak için en ufak bir sebep varsa inanıyor, yanlışına ya da doğruluğuna bakmıyoruz. Hatta eğer doğruyu söyleyen taraf, yanlışı savunana nazaran azınlık ise bazen susmayı dahi tercih edebiliyor. Bu yazımda suskunluk sarmalı ve komplo teorilerinin bizleri nasıl etkilediğini genel bir çerçeve içerisinde inceleyeceğim. İyi okumalar.
Komplo Teorisi Nedir?
İlk önce komplo ve komplo teorileri kavramını iki farklı konu olarak ele almalıyız. Komplolar gizlice planlanan ve yapılan gerçek olaylar olarak görünürken, komplo teorileri gerçek olmayan olay ve konuları kullanarak algı, düşünce, bakış açısı ve hedef göstermek gibi nedenlerle kullanılan yanıltıcı düzmeceler olarak tanımlanır. Dilimize komplo kelimesi, “küçük entrikalar” anlamıyla 1923 yıllarında Fransızcadan geçmiş. Aynı zamanlarda teori kelimesi de yine Fransızcadan “bilimsel görüş” anlamıyla dilimize geçmiş bulunuyor. Türkçede komplo teorisinin karşılığı ise “zarar verici planlı düşünce” olarak yer alıyor.
Komplo teorilerinin popülerlik kazanma süreci 100 yıllık bir dönemi kapsıyor. Dünyanın en çok etkileşim içerisinde olduğu günümüzde ise bu popülerlik katlanarak devam ediyor. Bence komplo teorilerinin ortaya çıkışı, insanlığın yerleşik hayata geçmesi kadar eski. Bu manipüle tekniği toplumu yönlendirmedeki etkinliğini bence kanıtlamış durumda, ayrıca dijital erişilebilirlikle birlikte gelecekte de yayılım hızını artıracak gibi gözüküyor.
Dünya da çeşitli komplo sınıflandırmaları bulunuyor. Bu sınıflandırmalardan en bilindik olanı Amerikalı yazar ve editör Jesse Walker‘ın yarattığı “Walker Çeşitleri” adındaki tanımlamalar olarak karşımıza çıkıyor. Bunlara kısaca değinecek olursak;
- İyi huylu komplolar: Dünya refahı için çalışan, iyilik için var olan örgüt vb. konuları ele alır.
- İçerideki düşman: Ülkeye zarar vermek isteyen, ülke içinde saklanan düşmanları inceler.
- Dışarıdaki düşman: Ülke huzurunu bozmak isteyen dış güçlere odaklanır.
- Aşağıdaki düşman: Sınıfsal düzende aşağıda bulunanların düzen bozacağını iddia eder.
- Yukarıdaki düşman: Üst tabakanın çıkarları için çeşitli konuları manipüle ettiğini ifade eder.
Genelde siyasal güç sağlamak amacıyla hala bu manipüle etme teknikleri kullanıyor. Özellikle yaratıcı komplo teorilerinin üretildiği ve kullanıldığı Amerika’yı örnek gösterebiliriz. İhtiyaç durumunda sıradan bir konunun komplo teorisine çevrilip “devlet amacı için” kullanıldığı bilinen bir durum. İnsanlara bir komplo teorisinin yalan olduğu anlatmaya çalışmak sıradan bir komplo teorisi üretmekten daha zor… En fazla komploya dönüştürülen konuları da; yeterince kaynak bulunmayan veya zamanla birlikte bulanıklaşan detaylardan oluşan bilgi türleri olarak görmekteyiz.
Yakın geçmişe kadar devlet otoritelerinin kullandığı bu yöntemi artık kurumların, kuruluşların, derneklerin, şirketlerin ve kanaat önderlerinin de günümüzde kullandığını söyleyebiliriz. Tabii herkes bir komplo teorisi ortaya atıp arkasına saklanmıyor, bazen mevcut teorileri çıkarları, amaçları ya da kurulma nedenleri olarak görmeleri de yeterli olabiliyor. Genellikle insanların korkularından beslenen bu komplo teorisyenleri, ürettikleri teorileri desteklenmesi ve üzerinden kazanç elde etmek adına devasa bir endüstri kurmuş durumdalar. Basılı ve görsel yayınlar ile insanların kurgu bir amaca destek sağlamasını ve savunmalarını sağlayabiliyorlar. Toplumu derinden etkileyen konular hakkında, özellikle prim için yapılan ve bilgi verici gibi duran içerikler, bu tür konuların saptırılması için kullanılabiliyor.
Suskunluk Sarmalı Nedir?
Suskunluk sarmalı teorisi 1970-1975 yılları arasında siyaset bilimci Elisabeth Noelle-Neumann tarafından üzerinde çalışılan bir siyaset bilimi ve kitle iletişim teorisi olarak karşımıza çıkıyor. Genel bir tabirle toplumun geneline yayılmış ya da yayılmaya başlayan bir düşünce karşısında azınlıkların susması durumu, suskunluk sarmalı olarak tanımlanıyor. Bence bu davranış psikolojisi insanlık tarihi kadar eski bir durum. Benden taraf olmayan her fikir, hareket ve bakış açısı linç edilip cezalandırılmalı tavrı hala geçerli. Bu nedenle karşıt bir söylem içerisine girmeyen azınlıklar sessiz kalalım zaten bu söylemler gelir, geçer ve unutulur şeklinde düşünüyor olabilir. Azınlık olmak sadece dini ya da milli kimliklerle alakalı değil, kişinin sahip olduğu farklı düşünceler onun bulunduğu toplumdan dışlanmasına neden olabiliyor.
Suskunluk sarmalı teorisinin temel dört faktörü bulunuyor:
- Daima azınlık olacağını düşünen ve bu sebeple bu sarmaldan çıkmış fikirlerini açıkça taviz vermeden dile getiren gruplar veya kişilerin ortaya koyduğu karşıtlık durumu.
- Toplum geneline kitle iletişim araçları ile “Genel-geçer görüş” gibi sözde ortak bir algının oluşturulması.
- Toplumsal algı ile ortak düşünmeyen ama dışlanmamak için farklı bir fikri de savunmaktan yana olmayan, kararsız duran kişilerin toplamı.
- Suskunluk sarmalı ortaya çıkışı itibariyle iki karşıt fikrin birbiriyle etkileşimini incelemez. Herhangi bir fikrin, siyasi görüşün, yaklaşımın, inanışın, geleneğin, tezin, anti-tezin ve felsefenin doğruluğu ya da yanlışlığını ispatlama çalışmaz. Suskunluk sarmalı teorisi, farklı fikirlerin bir arada bulunduğu toplumlarda, eğilimlerin ne yönde olduğunu ve zamanla değişiklik gösterip göstermediğini araştırır.
Özellikle şehirleşmeyle birlikte insanların geniş kitlelerle ilişkilerini artırması, farklı davranış ve düşüncelere sahip olan insanların daha geriden hareket etmesine neden oldu. Toplum tarafından destek gören fikirlere sahip olan insanlar istediği gibi fikirlerini söyleme dökebiliyor. Aynı düşünmediğini gördüğü insanlara karşı da saygıyı yok sayabiliyor. Toplumun ortak düşüncesi ile hareket edildiği durumlarda sorumluluk duygusu yok olduğu için yaşanacak her türlü olayın sonucunda baskı veya suçlama olmayacağı için insanlar daha rahat kontrolden çıkabilir. Bence toplumun tekdüze bir bakış açısına sahip olması, gelecek nesilleri dahi etkileyen ve onların dünyadan fikren uzaklaşmasına neden olan bir salgın olarak görülebilir.
Bu genel düşünce baskısına toplumca hareket eden ülkelerde sıkça rastlarken, bireyselciliğin daha yüksek olduğu ülkelerde ise karşımıza daha az çıktığını görüyoruz. Örneğin Amerika’da azınlıklar ırkçılığa karşı, düşüncelerini topluma karşı ortaya koyabiliyor. Toplumsal hedeflerin ön planda olduğu Çin gibi ülkelerde ise genel toplumsal düşünce dışında farklı bir fikrin ortaya çıkması istenmeyebilir. İnsanların karşı koyamadıkları özgür düşünme arzuları hangi toplumda olduklarını önemsemeden söylemlerini dışa vurmalarının nedeni olmuş. Özellikle dijital çağ ile insanlar fikirlerini daha geniş kitlelere ulaştırma imkanı sağladı.
Genel çerçevede iki konuya da baktığımızda aslında toplum içerisinde bulunan farklı düşünceler, içeriden ya da dışarıdan gelen otorite çıkarları doğrultusunda etki altına alınabiliyor. Tek bir düşünce içerisine insanları hapsetmek için toplumu komplo teorileri ile istenilen algılara doğru itilebildiğini de görüyoruz. Farklı düşünenleri sindirmek için onları dışlamak, suçlamak ve yıldırmaya çalışmak insanlarda dışlanma korkusu oluşturacağı için azınlıkta kalan düşüncelerin suskunlaştığı durumu ortaya çıkıyor. Aslında birbirini anlamaya ve dinlemeye bu dünyada bulunan herkesin ihtiyacı var, çünkü ne çoğunluğun dediği her zaman doğru olabilir ne de sadece azınlık biri dedi diye yanlış… Yazımı İlkay Akkaya’nın şu sözleri ile bitirmek isterim; “Kurtuluş yok tek başına! Ya hep beraber, ya hiçbirimiz!”
Kapak Fotoğrafı: Vincent Mahé (Behance.net)
İlginizi çekebilir: Berkay Çolak’tan Tüketim Bağımlılığı
Ne mutlu, farklı bir bakış açısını gösterebildiysem. 🙂
Ders verici çok güzel bir yazı olmuş, kaleminize sağlık!