Sweat: İdeal Yaşam Profili ve Telefonun Ardındaki Gerçeklik
Kariyerine kısa filmlerle başlayan ve 2015’te çektiği ilk uzun metraj filmi Efterskalv ile adını duyuran İsveçli yönetmen Magnus von Horn’un yeni filmi Sweat, genç ve başarılı bir sağlıklı yaşam influencer’ının bilinmeyen ve merak edilen hayatında üç günlük bir gezintiye çıkıyor. Her daim güler yüzlü ve enerjik kalmak zorunda olan influencer’ların takipçilerine sundukları ideal yaşam profiliyle telefonu kapattıklarında baş başa kaldıkları “gerçek” hayatları arasındaki tezatlığı keşfetmeye çalışan film, sosyal medya personalarının sahteliğini belgesel estetiğiyle birleştirerek kamera varlığı ve gerçeklik olgusu arasındaki ilişkiyi de sorgulamaya girişiyor. Türkiye prömiyerini geçtiğimiz sene İstanbul Film Festivali’nde yapan Sweat, bu ay MUBI’de gösterimde.
Son yıllarda Instagram’ın hayatlarımızı kontrol altına aldığı ve sosyal ilişkilerimizi büyük ölçüde etkilediği inkâr edilemez bir gerçek. Bir sosyal medya platformunun eline geçirdiği bu kontrol mekanizmasıyla birlikte ortaya çıkan influencer’lık mesleği giderek popülerleşirken bu mesleği icra eden kişilerin kameralar ardındaki hayatı ise artık sinemanın da keşfe çıktığı alanlardan biri. Bu alanı keşfetmeye çalışan Sweat filmi de Polonya’da yaşayan ve yüz binlerce insan tarafından takip edilen Sylwia’nın bir alışveriş merkezinde gerçekleştirdiği etkinlikle açılıyor. Etrafındaki kalabalık tarafından sevilen, kucaklanan ve herkesin birlikte fotoğraf çektirmek için sıraya girdiği Sylwia’yı, bu sahnede oldukça neşeli ve enerjik biri olarak izliyoruz. Instagram canlı yayınlarını andıran bu dinamik sahne, aslında Sylwia’nın takipçileri tarafından kabul edilen ve kendisinden beklenen bir portresini de çıkarıyor. Sonrasında ekrana filmin ismi düşüyor ve “gerçek” Sylwia’nın hayatına giriş yapıyoruz. Yüksek binalara bakan bir dairede tek başına yaşayan, hayatını telefonuyla idame ettiren ve gördüğümüz kadarıyla pek de arkadaşı olmayan biri. Yiyeceği yemek bile anlaşmalı olduğu şirketler tarafından sağlanan Sylwia’nın alışveriş merkezindeki gibi biri olmadığını yavaştan anlamaya başlıyoruz.
Seyirciyi bu genç ve başarılı kadının yalnızlığıyla baş başa bırakan film, influencer dediğimiz insanların, en azından bu karakter için, ideal hayatlar süren ve her dakika mutluluk dağıtan robotlar olmadığı vurguluyor. Sylwia’nın filmde birkaç kez tekrar edilen 600.00 takipçi sayısına rağmen hiç arkadaşının olmaması ve ailesiyle problemler yaşaması iyi bir kontrast yaratırken, sosyal medya personalarımız ve gerçek hayatlarımız arasındaki çizgi de kalınca çiziliyor. Sylwia’nın içerisinde bulunduğu duygusal boşluğun etkisiyle çekip takipçileriyle paylaştığı videonun bir anda ülke gündemine oturması ise anlatının dönüm noktalarından biri. Takipçilerine ideal hayatı sunan bir influencer’ın ağlaması, duygularını göstermesi ve bu kırılganlığını açığa çıkarması destek gördüğü gibi yadırganıyor da. Mutlu, sağlıklı ve imrenilesi olarak kodladıkları bu robotik personanın küçük bir “zayıflık” emaresi göstermesi, onu takip edenleri, belki de beklentilerinin dışında olduğu için, tedirgin ediyor. Takipçilerinden aldığı bu tepki ise aslında Sylwia’nın neden 7/24 aynı modda olduğunu ve işini devam ettirebilmek için bu rolden asla çıkmaması gerektiğini hatırlatıyor. Tıpkı toplumun birçok kesimde birçok insanın maruz kaldığı onay mekanizması gibi. İnsanlar sizi nasıl kabul ediyorlarsa her zaman öyle görmek isterler ve o kalıbın dışarısına çıktığınızda ününüz, başarılarınız ve takipçi sayınız önem arz etmeksizin sizden bu eylemlerinizin hesabını sorma hadsizliğinde bulunurlar.
Sylwia’nın paylaştığı bu video sonrasında yaşadığı tek sorun medyanın eleştirileri değil tabii ki de. Bunların üstüne sapık bir tacizci musallat oluyor kendisine. Hayatında yaşadığı duygusal boşluktan bahsettiği için Sylwia’yı takip edip evinin önünde mastürbasyon yapmayı kendine hak gören bu erkek birey, toplumun kadınlar üzerinde uyguladığı eril şiddetin de bir temsili aslında. Bu noktada film, “bakın, influencer’lar da zor şeyler yaşıyor” gibi sığ bir anlatıdan ziyade, karşınızdaki kişilere hassas bir noktanızı gösterdiğinizde kişisel alanınızı psikolojik ve fiziksel olarak taciz etmeye hazır olan topluma da ayna tutuyor. Tıpkı birlikte çalıştığı eğitmen arkadaşı Klaudiusz gibi. Yönetmen Magnus von Horn, film boyunca bir Instagram hikâye serisi izliyormuş hissi uyandıran hareketli uzun planlar ile seyirciyi de bu kişisel alanın içerisine sokarak rahatsız edici bir deneyim yaşatıyor. Sylwia’yı oldukça yakından izleyen ve bir an olsun peşini bırakmayan kamera, karakterin içerisinden geçtiği süreçle paralel bir varlık ediniyor kendine. Sylwia’nın hayatını gözetlememiz ve onun kameralar arkasındaki hassasiyetlerine tanık olmamız, onun alanını işgal ettiğimiz ve oraya izinsiz girdiğimiz gerçeğini değiştirmiyor.
Günümüzün en popüler mesleklerinden birini icra eden bir karakterin kamera arkasındaki hayatına kamerayla girerek aslında suni bir gerçeklik estetiği yaratan ve böylelikle “kameranın arkasında ne yaşandığını bilemediğimiz hayatlar” anlatısını güçlendiren Sweat, ilgi çekici bir yapım olarak öne çıkıyor. Özellikle Sylwia’yı canlandıran Magdalena Kolesnik, nüanslı oyunuyla filmi her dakika ayakta tutmayı başarırken karakteri de üç boyutlu bir noktaya taşıyor. Instagram’da her gün hikâye paylaşarak ve 7/24 gülümseyerek videolar çeken insanların perde arkasındaki hayatlarını merak ediyorsanız ve filmin kurduğu kamera içinde kamera anlatımı ile kişisel alanlarımızın sınırlarını sorgulamaya hazırsanız Sweat’i MUBI platformu üzerinden izleyebilirsiniz.
*Cinsel taciz sahnelerinden ötürü filmin tetikleyici unsurlar içerdiğini de belirtmek gerek.
IMDB Puanı: 6.6/10
Kapak Fotoğrafı: MUBI
İlginizi çekebilir: Ali Kavas’tan It Follows: Peşimizdeki Şeytanlar
İlk yorumu siz yazın!