Bir Sziget Daha Bitti
11 – 18 Ağustos tarihlerinde “Özgürlük Adası” olarak tanınan Óbudai Adası’nda bu yıl 22. kez düzenlenen Sziget Festival, katılımcılarına yine müzik ve aksiyon dolu bir hafta yaşattı. Meşhur Sziget yağmurunun da katılımcıları yalnız bırakmadığı festival bu yıl nasıl geçti diyorsanız buyurun festival notlarına…
Sziget Festival’a ara vermemek gerekiyormuş. Zira bıraktığınızdan çok daha büyük, çok daha kalabalık bir festivalle karşılaşmamak mümkün değil. Resmi açıklamaya göre toplamda 415.000 kişinin katıldığı festival herhangi bir aksaklık yaşanmadan sonlandı. Öyle ki aniden bastıran yağmura karşın evlerine, otellerine dönmek isteyen katılımcılar taksi bulmakta zorluk çekmedi, festival alanı içerisinde kurulu duraktan binlerce kişinin evine gidişi sağlandı ve araçlarına bindiğimiz taksiciler de araçlarını ıslattık diye dırdır etmedi.
Adadaki etkinlik alanları artmış ve barların da kulüp havasına bürünmesi fazlalaşmış. Favori barım Chuck Norris yoktu bu sene; ancak yerini Unicum ve kokteylleri doldurdu. Ayrıca barın DJ’i inanılmaz güzellikte parçalar çalıyordu ki içkinizi alıp hemen gitmek içinizden gelmiyordu. Aynı şekilde Jack Daniel’s Experience da hem rock’n roll tavrı hem de langırt ve black jack gibi oyun seçenekleriyle eğlencenin dozajını arttırıyordu. Alanın en denenesi atraksiyonu ise kesinlikle ama kesinlikle SkyBar’dı. Ben o günkü sağlık durumum nedeniyle deneyemedim; ancak beraber gittiğim gruptaki arkadaşlarım hayli eğlendiler anlattıklarına göre.
Adanın bir ucunda konuşlanan spor alanı ise her çeşit spora yer açmasıyla balşı başına ayrı bir yerdi. Mini ziyaretimde (ArtZone’a gidiyorum diye Spor Alanı’na çıktım) streetball, futbol ve voleybol maçlarına kısa süreli de olsa göz attım ki en büyük eğlencelerden biri burada kopuyordu. Bu durumun daha sulu hali kumsal kısmında vuku buluyordu. Sıcaktan bunalanlar kendilerini suya atarken geceleri de günbatımı ve sabaha karşı güneşin doğuşuna şahit olmak isteyenler kumsaldaki yerlerini almışlardı.
Festival alanının en ilgi çeken köşeleri tabii sahneler dışında t-shirt boyamadan korkularını yazdığın odaya birçok etkinliğe ev sahipliği yapan ArtZone, ölmeden önce yapmak istedikleirnizi yazdığınız Before I Die duvarı (Before I Die I want to HODOR yazan kişi istisnasız festivalin en merak kişilerinden biri oldu), içerisine girdiğinizde çeşitli ışık oyunlarında maruz kaldığınız Luminarium ve Tarot Labirent’iydi. Tabii Thai masaj alanlarını da unutmamak gerek. Favorim içeride yolumu hala nasıl bulduğumu anlayamadığım Luminarium oldu. Kocaman çadırın içindeki ışık ve renkler anlatılacak gibi değildi.
Daha önce de yazdığım gibi Sziget’te aç kalmak ya da yemekler konusunda sorun yaşamak mümkün değil. Her tür damak zevkine ve yeme alışkanlığına uygun olarak standlar mevcuttu. Dünya mutfaklarının sıralandığı World Couisine’nden meyve standlarına, fırından günlük peynir-süt standlarına kadar her şey vardı.
Gelelim işin müzik kısmına… Baştan uyarımı yapayım, tamamen kendi beğeni ve maraklarıma göre sahne alan grupları/sanatçıları izledim. Yorumlarım da ona göre olacak haliyle.:)
Bana göre festivalin en’leri Korn, Blink-182, Queens of the Stone Age, Manic Street Preachers, Imagine Dragons, Skrillex,Placebo, Kelis ve Ska-P oldu. Özellikle Imagine Dragons sergiledikleri performansla ana sahne seyircilerini kendilerine hayran bıraktı. Saniye durmayan bir grup, enstrüman hakimiyetleri ve kaliteli şarkılarıyla alkışın en büyüğünü hak ettiler. Böyle devam ederlerse bir-iki sene içerisinde Sziget ve diğer festivallerin headliner’ı olarak Imagine Dragons’un adını duyacağımıza eminim.
Bir Korn konserinden ne beklersiniz? Pogo, hızı hiç kesilmeyen şarkılar, yetişemediğiniz gitar riffleri, bas atakları ve davul solo… Benjamin Button gibi yaş aldıkça gençleşen Jonathan Davis, saniye durmadan sahnede basılmadık yer bırakmadan eski yeni hitleri birbiri ardına sıralarken arada tulum ve davul sololar da kulakların pasını sildi.
Calvin Harris’in muhteşem olduğu anlatılan performansına kalamadım; ancak öyle bir Skrillex izledim ki anlatılmaz yaşanır denilen türdendi. Setin sonunda bitap düştük; ama çektiğimiz müzik ziyafetine değdi.
İlk gençliğimizin kahramanlarından Blink-182’yu kanlı canlı görmek de ayrı bir efsanevi durum olmadı değil. Özellikle ‘All The Small Things’ öncesi Tom De Longe’ın yaptığı “şimdi yeni bir şarkı yapıyoruz” esprisi hepten gaza gelmemize yol açtı.
Bir diğer süperstar topluluk Queens of the Stone Age, rock’n roll’un ne olduğunu A’dan Z’ye hatırlatırken minimal sahnesi ve sakin halleriyle Kelis, yeni ve eski şarkılarını harmanladığı konseriyle ziyadesiyle R&B’ye doyurdu bizi. ‘Milkshake’i canlı dinlemek de ayrı bir hoşluk oldu tabii.:)
Ana sahne, A38 sahnesi derken en eğlendiğimiz sahnelerden biri de YouTube’a aitti. Bu mini sahnede Linkin Park, Rage Against The Machine gibi sevdiğimiz grupların cover grupları sahne aldı. Kişisel alkışım tabii ki Linkin Park cover grubu Piknik Park’a gitti.
Festivalin müzik kadar katılımcıları en çok birbirine bağlayan etkinlikleri de hiç kuşkusuz ki herkesin rengarenk olduğu color party, balonculuklar yapmaya çalıştığımız bubble party, Lily Allen konserini rengarenk bir dans pistine dönüştüren ball party ve tüm alanının aynı anda elindeki balonları gökyüzüne saldığı balon partisi oldu. Ben balonumu seneye yine gelme dileğiyle gökyüzüne bıraktım.:)
İlk yorumu siz yazın!