Tezatlıklar Ülkesi İran: Tahran'dan Yezd'e Seyahat Notları
Bir haftalık İran seyahatimizin ardından taksiyle havalimanına dönüyorduk. Tarifi mümkün olmayan karmaşık duygular içerisindeydik. Göz alıcı mimarisi, engin kültür ve tarihi ile algımızdaki İran ile gerçek İran arasında dağlar kadar fark vardı. İnsanlar oldukça cana yakın, bizimle sohbet etmek veya fotoğraf çektirmek için can atıyordu, ancak bazıları ise kadın olduğum için yüzüme bile bakmıyordu.
İran
Taksi şoförümüz 20’li yaşlarda bir İran Azerisi’ydi, dolayısıyla çat pat anlaşabiliyorduk. Külüstür arabasının dikiz aynasında İslam devrimi lideri Humeyni’nin resmi asılıydı. Bize uzun zamandır hayalini kurduğu Kerbela’ya nasıl gittiğini anlatıyordu heyecanla. Orada çektiği videoları telefonundan izlettiğinde gözlerime inanamadım. Kalabalık bir grup ellerindeki kılıçlarla kendi kafalarına vuruyor, yarılan başlarından akan kanlar üzerilerindeki beyaz elbiselere akıyordu. Ufacık çocuklar da vardı, ellerinde daha küçük kılıçları olan… Taksi şoförüne İslam devriminden önceki son İran Şahı Rıza Pehlevi hakkında ne düşündüğünü sorduk. Bize verdiği kısa cevap, bu konuyu saatlerce konuşsak dahi bu kadar güzel özetleyemezdi: “Ben bu dönemin uşağıyım (çocuğuyum), o dönemi görmedim, yaşamadım, bilemem ki…”
Gezdiğimiz şehirleri ayrıntılı anlatmadan önce İran hakkında birkaç genel bilgi vermek isterim. Öncelikle uçağın tekerlekleri piste değdiği gibi kadınlar başını yarım dahi olsa örtüyor. Ayrıca kolları, bacakları ve basenleri örten bol kıyafetlerin giyilmesi gerekiyor. Bu kurallara uymazsanız ahlak polisi sizi uyarabiliyor. Toplu taşıma araçlarında kadın ve erkekler ayrı bölmelerde seyahat ediyor. Taksilerde de taksimetre açmadıklarından pazarlık yapmak durumunda kalıyorsunuz. Neyse ki benzin fiyatı burada düşük olduğundan ulaşım pahalı değil. Hatta biz gittiğimiz şehirlerde bir taksi şoförüyle uygun bir fiyata anlaşıp tüm gün bizi gezdirmesini istiyorduk.
Büyük beklentilerle gittiğim İran’ın mutfağını ise ne yazık ki sevemedim, ancak her yemeğin yanına ana yemekten daha büyük porsiyonda servis ettikleri safranlı basmati pilavına bayıldım. İran’da nerede, hangi saatte içersek içelim çay her daim çok taze ve güzeldi. Öğrendiğim kadarıyla çayı bizim gibi kaynar suyla demlemiyorlar, oda sıcaklığındaki çay suyunu yavaş yavaş ısıtıyorlar, bu nedenle tadı saatlerce taze kalabiliyor. İranlılar çayı kısa bir çubuğun etrafında kristalleşmiş bir şekerle içiyorlar. Bu arada her yerde alkolsüz bira mevcuttu. Aynı zamanda insanların evlerinde kendi şaraplarını yaptığını öğrendik.
Çok kısa tarihinden de bahsetmek isterim. 3000 yıllık bu topraklar, Persler, Selçuklular, Safeviler, Kaçar Hanedanlığı gibi birçok köklü uygarlığa tanıklık etmiş. İran tarih boyunca Ortadoğu’nun ilim ve kültür merkezi olmuş. İbni Sina, Gazali, Biruni, Ömer Hayyam, Firdevsi gibi alimler hep bu topraklardan çıkmış. 1926 yılında İngiltere tarafından atanan Rıza Şah, Pehlevi Hanedanlığı’nı kurmuş. Rıza Şah’ın tahtını devrettiği oğlu Rıza Pehlevi’nin kötü yönetimine son verme amacıyla, 1979 yılında Humeyni liderliğinde İslam devrimi gerçekleşmiş. Özellikle Tahran’da her yerde Humeyni ve dönemin cumhurbaşkanı Ruhani posterleri asılıydı. Eski İran’a özlem duyan hatrı sayılır bir kesim de vardı.
Tahran
Tahran denilince aklıma gelen ilk şey “kaos” oluyor. İstanbul’a oranla kilometrekareye düşen insan sayısı 3 kat, araç sayısı ise 5 kat daha fazla. Dolayısıyla hava ve ses kirliliğini iliklerinize kadar hissedebiliyorsunuz. Metro alt yapısı ise bir Avrupa şehri kadar gelişmiş. Konaklama çok pahalı ve otel standartları oldukça düşük. Tahran kuzey ve güney olarak ikiye ayrılıyor. Güney kısmında yoksul ve muhafazakar insanlar yaşarken kuzey kısmında ise daha modern ve eğitimli bir kesim yaşıyor.
Tahran’da mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında Niavaran Sarayı geliyor. Son İran Şahı Rıza Pehlevi ve ailesinin yaşadığı bu saray, İslam devrimi öncesi yaşamlarını ve modasını çok güzel yansıtıyor. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Gülistan Sarayı da oldukça etkileyici. Dış duvarlarının tamamı renkli çinilerle süslenmiş sarayın içinde birçok bölüm var, hepsi oldukça ihtişamlı ve zarif bir şekilde dekore edilmiş. Son olarak da İmamzade Salih Türbesi gerek dış mimarisi, gerekse ayna süslemeleri iç mimarisiyle görülmeye değer.
İsfahan
Otobüsle yaklaşık 6 saatlik bir gece yolculuğunun ardından İsfahan’a varıyoruz ama ne otobüs! Adeta uçaklardaki business class gibi koltukları tamamen yatıyor ve ayaklarınızı uzatabiliyorsunuz. Büyük bir kutu içinde, sizi yol boyunca oyalayacak kadar abur cubur veriyorlar. Televizyonda İran dizileri izleye izleye gidiyorsunuz. Mutlaka deneyimlemenizi öneririm.
2500 yıllık tarihiyle İsfahan, İlber Ortaylı’ya göre dünyanın en güzel şehirlerinden biriymiş. Gerçekten de masal gibi… Öyle güzel yapıları var ki nereye bakacağınızı şaşırıyorsunuz. İsfahan’da mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Nakş-ı Cihan Meydanı geliyor. Meydandaki mescitler ve Ali Kapı Sarayı, Safevi mimarısının harika bir örneği. Tavanları rengarenk çinilerle öyle güzel süslenmiş ki yukarı baka baka gezmekten boynunuz tutuluyor adeta. Meydanın hemen yanında İsfahan Kapalı Çarşısı bulunuyor, burada İran halısı ve diğer el sanatları ürünlerini görebilir, İran’a özgü hafif ekşi antep fıstığını tadabilirsiniz. Yine meydana çok yakında bulunan Azadegan Tea House’ta mutlaka yerel yemeklerin tadına bakmalısınız. İran’a özgü eski eşyalarla dolu bu otantik mekanın ambiyansına bayılacaksınız.
İsfahan’da bana en ilginç gelen şeylerden biri de insan heykelleri ve satranç masaları olan bir parktı. Üstelik bu masalar 7’den 70’ye her yaştan satranç oynayan insanlarla doluydu! Bunun yanında Kırk Sütunlu Saray, Sekiz Cennet Sarayı ve Vank Katedrali de diğer tüm eserler gibi büyüleyici.
İsfahan’a kadar gelmişken, yüzyıllar önce terk edilmiş Varzaneh Kervansarayı’nı görmeli ve Varzaneh çölünde gün batımını da mutlaka deneyimlemelisiniz. Biz taksiyle günübirlik gitmiştik, taksi şoförü etrafta kimse olmadığından başımı açabileceğimi söylemişti…
Yezd
İsfahan’dan yaklaşık 4 saatlik bir otobüs yolculuğunun ardından vardığımız çöl şehri Yezd de İsfahan kadar büyüleyici. UNESCO’ya göre dünyanın en eski mimarisine sahip ikinci şehir olan Yezd, yüksek duvarlı kerpiç evler ve labirent şeklinde dar sokaklardan oluşuyor. Burada avlusu olan otantik bir otelde uygun bir fiyata konaklamıştık. Otelin terasında İran çayı eşliğinde mistik Yezd manzarasını izlemek çok keyifliydi.
Yezd’de mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında Devletabad Bahçesi geliyor. Bahçenin içinde yer alan köşkün rengarenk vitrayları büyülü bir ışık oyunu yaratıyor. Ayrıca Yezd halkının serinlemek için yaptığı “badgir” adı verilen doğal klimaların büyük bir örneğini de burada bulabilirsiniz. Benim en çok ilgimi çeken şeylerden biri de güvercinlik kuleleriydi. Eski zamanlarda güvercini haberleşme aracı olarak kullanmalarının yanı sıra, eti, yumurtası ve gübresinden de faydalanırlarmış. Bu kulelerin içinde güvercin yetiştirmek için bulunan binlerce küçük küçük yuva, çok güzel bir desen oluşturuyor. Yezd aynı zamanda dünyanın ilk tek tanrılı dinlerinden biri olan Zerdüştçülük için önemli bir merkez. Bu inanışın bir parçası olan Sessizlik Kuleleri görülmeye değer. Cuma Mescidi de Azeri mimarisiyle yine göz dolduran bir yapı. Bu arada Yezd’de deve eti çok yaygın ama ben sevemedim maalesef. Son olarak Emir Çakmak Meydanı’nda bulunan Hacı Halife Ali Rehber tatlıcısında gottab ve fallude yemenizi öneririrm.
Bir haftalık seyahatimizin sonunda, yaklaşık 1 saatlik uçuşla Yezd’den Tahran’a dönüyoruz. İran’ı hakkıyla gezebilmek için en az iki hafta ayırmak gerektiğini konuşuyoruz. Tebriz, Şiraz ve Persepolis’i görmeye maalesef zamanımız yetmedi. Uçakta koridorun diğer tarafında kara çarşaflı genç bir kadın ve göğsüne kadar sakalları olan orta yaşlı bir adam oturuyordu. Eşimle kadın yol boyu sohbet ettiler, oldukça konuşkan biriydi. ABD’de bir üniversitede akademisyen olduğunu, buraya tatil için geldiğini öğrendik…
Yazımda bahsettiğim yerlerle ilgili hazırladığım kısa YouTube videosunu aşağıda izleyebilirsiniz:
Kapak Fotoğrafı: Mohamad Babayan (Unsplash.com)
İlginizi çekebilir: Tuğçe Aksoy’dan Tiflis Notları
İlk yorumu siz yazın!