Tallinn: Estonya'nın Şirin Şehrinden Gezi Notları
Her kim Tallinn’e seyahat ederse, şirinliği karşısında mest olacak, tarihi dokusuyla büyülenecek, yemekleri ve mekanlarıyla Ortaçağ ruhunu yaşayacak, son olarak da aziz şehre tepeden bakacak. Estonya’nın başkenti Tallinn, görüp göreceğiniz en tatlı şehir. Bu tatlılık, ufacık tefecik eski kentinden mi, Ortaçağ’dan bu yana sanki bir fanus içinde saklanmış tarihi dokusundan mı, yoksa birçok önemli binanın mekana dönüştürülüp geleneksel mutfağıyla herkesin kalbini kazanmasından mıdır bilinmez ama burada hissettikleriniz bambaşka. Bu şehrin şirinliğinin kaynağını keşfetmek için haydi çıkalım yolculuğa!
Tallin Gezilecek Yerler
Tallin’e Nasıl Gidilir? Tallin Ulaşım
Yolculuğun ilk adımı Tallinn’e ulaşmaktan geçer. İstanbul’dan Tallinn’e direkt uçakla gelebilirsiniz. Baltic Air ile Avrupa’dan aktarmalı uçabilirsiniz. Ya da tüm Baltıklar’ı gezmek üzere Riga’yı merkez kabul ederek, otobüsle Tallinn’e gelmeniz hem mümkün hem de çok kolay. İlk defa Avrupa’da bir şehirden diğerine trenle değil de otobüsle gittim ve çok da keyifli bir yolculuk geçirdim. Riga-Tallinn arası 4 saat sürüyor ve sefer saatlerine göre iki otobüs firmasından Luxexpress veya Ecolines‘tan birini seçebilirsiniz. Her ikisi, uçak yolculuğu hissiyle, dilediğiniz filmleri izleyebileceğiniz, müzik dinleyip, kitap okuyacağınız, çay-kahvenizi ne zaman isterseniz gidip alacağınız donanıma ve konfora sahip. Luxexpress’le, Tallinn’de geçirdiğim zamanın neredeyse iki katı süren bu yolculuktan hiç sıkılmadım. Otobüs, Tallinn sınırları içine girdiği andan itibaren o tarihi dokuyu hissetmeye ve bir an önce keşfetmek için sabırsızlanmaya başladım.
Tallinn bizi beklediğine göre, hemen otogarın ana kapısından çıkıp 2 veya 4 numaralı tramvaylarla eski kente doğru ilerleyelim. 10-15 dakika boyunca gayet gelişmiş modern bir mimari ile Sovyet egemenliğinden kalma büyük binalar, yol boyunca size eşlik ediyor. Devasa alışveriş mağazalarının yer aldığı geniş ve kalabalık caddelere rağmen şehir kendi halindeki şirinliğini de koruyor. Dördüncü durakta tramvaydan indiğinizde, merhaba şehrin kuleli girişi ve merhaba tarih! (Tramvayda kime sorsanız, hemen yardımcı olup, eski kent durağını kaçırmamanız için elinden geleni yapıyorlar. )
Tallinn’de Ne Yapılır? Tallinn Gezilecek Yerler
İki yanındaki kulelerle Viru Kapısı’ndan girerek taşlı caddesindeki eski binalar, hemen altında yıllanmış mekanlarla keşfinize başlayabilirsiniz. Kapının solunda göreceğiniz rengarenk çiçekler, keşfiniz öncesinde içinizi açmaya yetiyor. Görmemiz gereken yerler az ama gözlerimizin bayram etmesi çok diyerek hemen kentin içine değil de sağdan kule surlarını takip ederek adımlarınızı atın derim. Surların eski taş duvarlarını izleyin ve gözünüz sol taraftaki Katerina Geçidi’nde olsun. Kiremitlerle kaplanan, bahar aylarında sarmaşıklarla romantikleşen bu geçidi bol bol fotoğraflayarak geçeceğinize eminim. Burası sanatsever bir geçit; sanatçıların ve zanaatkarların yaptıkları eserlerin, çizdikleri resimlerin, şekil verdikleri cam hediyeliklerin sergilenmesi Ortaçağ’dan süregelen bir gelenek. Geçidi bitirince karşınıza çıkan sokak ise tam bir seyirlik çünkü sarı, yeşil, mavi renkteki evler, Shakespeare oyunlarının sergilendiği bir tiyatro ve yolun sonunda bir kilise var. Sola dönüp eski kentin ana caddesine çıkabilirsiniz ancak bu sokağı hafızanıza kaydedin çünkü bir mekan keşfi için yine burayı anlatacağım.
Eski kentin ana caddesinde yavaş yavaş ilerlerken, binalar ve dükkanlarla tarih de sizin peşinizden geliyor. Eski Pazar Meydanı’nda ise bir an Ortaçağ’a ışınlanmış hissiyle çevreye bakmak serbest. Dört bir tarafınızı saran yüksek yapılı, sivri çatılı evlerin kapısından veya sokağın köşesinden bir keşiş çıkacakmış ya da bir Tallinn kızı sepetindeki sıcak ekmeği sizinle paylaşacakmış gibi hissediyorsunuz. Hissettiğiniz duyguyu ancak böyle tarif edebilirim. Bu duyguların yoğunluğuyla yukarıya doğru tırmanmaya ve masalı asıl buradan yaşamaya başlayabilirsiniz.
Yokuşu tırmandıkça solunuzda St. Olaf Kilisesi’ni görebilir ve kısa bir ziyaret molasının ardından yürüyüşünüze, beyaz bir kremayla kaplanmış pasta görünümlü Alexander Nevsky Katedrali’ne kadar devam edebilirsiniz. Şehrin en tepesindeki bu katedralin içi de dışı gibi muazzam. Gezin, mumunuzu yakın, duanızı edin ve çıktıktan sonra da kendinizi taşlı sokaklara bırakın.
Katedralin solundan devam ederek, Toompea Tepesi’nde Kohtuotsa Seyir Terası’ndan şehrin manzarasının en güzelini görmeye hazır olun. Kırmızı çatılar, mavi deniz ve karşınızda Finlandiya manzarası ile gözlerinizin yaşayacağı mutluluğu anlatamam. Bunu devam ettirmek elimde diyerek Kısa Bacak (Short Leg) sokağında ilerliyor ve bu sefer diğer tepeden Patkuli Seyir Terası’ndan şehre bakıyorum. Kartpostal gibi bir manzarayla şirinlik diz boyu. Herhalde tüm gün bir terastan diğerine mekik dokuyarak, şehri gözlerime ve hafızama hapsedebilirim. Sonrasında bu manzarayı geride bırakarak, yine taş sokaklardan aşağıya doğru inişe geçiyorum. Tabi sağlı sollu, sokağın havasını da değiştiren şık kehribar dükkanlarını da gezmeyi ihmal etmeyerek. Baltıklar’ın en değerli taşı kehribarla adeta sanat serine dönüşen kolye, küpe, yüzük ve heykelciklerden seçin beğenin alın; taktıkça bu güzel şehri hatırlayın.
Şimdi ise geldik şehrin kalbine yani belediye binasının da bulunduğu Şehir Meydanı’na (Town Hall Square-Raekoja Plats). Kış döneminde dünyanın en şirin Noel pazarına ev sahipliği yapan bu meydanda da yine tarihle başbaşasınız.
Dünyanın gelmiş geçmiş en eski eczanelerinden Town Hall Pharmacy’i gezebilir, yüzyıllık restoranlarında soluklanabilir veya meydanın hareketine kafelerde ortak olabilirsiniz. Önerim ne yapıp edin, buraya Noel zamanında gelin. Karın da etkisiyle şehrin ne kadar büyüleyici ve Noel pazarının sıcak şarap kokuları arasında nasıl ışıl ışıl olacağını tahmin edersiniz. Meydanları da gördük şimdi ne yapalım derseniz, şehrin ışıkları yanana kadar ne gerekiyorsa yapın. Bir sokaktan girin, diğer sokaktan çıkın, Fat Margaret Kulesi’nin çevresinde dolanın, yokuşlardan yukarı tırmanın, eski şehirde adım atılmadık tek bir köşe bırakmayın. İsterseniz ana caddesinde, kıskanarak baktığım tiyatro binasını da ziyaret edebilirsiniz. Ayrıca zaman yaratıp I. Peter tarafından yaptırılan, yeşilin her tonuna bürünmüş Kadriorg Park’ında kısa bir gezinti yapmayı unutmayın.
Tallinn’de Ne Yenir?
Gezip gördüysek, beğenip bol bol bu anı ölümsüzleştirdiysek, sıra geldi en keyifli deneyime, Tallinn Mutfağı’na! Tallinn’de de tıpkı Riga’daki gibi et başrolde. Izgaradan mangala, çevirmeye kadar ne ararsanız masanızda. Yanında yine lahana, patates, mantarla tabağınız daha büyük ve lezzetli oluyor. Kendilerine özgü otlu keçi peynirlerinden, peynir kremalarından hangisini daha çok översiniz bilemedim. Sarımsağı yine unutmuyoruz, hatta sadece kendisine adanmış bir sarımsak restoranı bile var burada! Hazır, restoran demişken mekan önerilerine de geçebiliriz. Listenin başında, Eski Pazar Meydanı’nın tam ortasında Olde Hansa var. Tallinn’e gelip de bu geleneksel restorana uğramazsanız bu şehre gelmiş saymayın kendinizi. Burası, tam bir Ortaçağ restoranı. İki katlı, tahta masalarla, tablo gibi duvarlarıyla, mumlarla aydınlatılan loş ortamıyla A’dan Z’ye her şey o dönemden kalma. Öyle ki, kağıt peçeteymiş, cam bardakmış gibi şeyler istemeyin hatta sözünü bile etmeyin (kablosuz internet bağlantısını söylemiyorum bile). Üst kata, geleneksel kıyafetleriyle beni yönlendirdikleri masaya geçiyorum. Menünün yıldızını hemen sipariş veriyorum. Kremalı mantar çorbası dillere destan! Dedikleri kadar varmış, keşke burada da olsa, şu soğuk günlerde içimi ısıtsa dedim.
Ekmek konusunda da Riga’dan geri kalır yanları yok. Fıstıklı-cevizli ekmeği ve otlu peynirlerini çorbayı beklemeden yedim, doymadım ve ikinci kez sipariş verdim. Siyah renkteki çavdar ekmekleri de bir o kadar lezzetli. Oldu ki, burada yer bulamadınız, Rataskeavu 16, Balthasar Garlic Restaurant, veya Peppersack yine geleneksel ve yine çok başarılı. Fiyatlar genel olarak gayet uygun ve çok fazla hesap kitap yapmadan ama abartıya da kaçmadan gönlünüzce harcayacaksınız.
İçki konusunda ise Olde Hansa imzalı tarçınlı biralarının tadı damağımda ve hala sayıklıyorum. Buraya özgü bir başka içki ise Vana Tallinn dedikleri rom bazlı likörü. Noel pazarında sıcak şarap içine koydukları, tam benim ağız tadıma uygun, tarçın ve turunçgil yağlarıyla yapılan, %40 alkol oranına sahip bu sert görünümlü likörden birkaç şişe almayı unutmayın, kahvenizin yanında kırk yıllık hatırı olsun.
Şehri terk etmeden uğramanız gereken başka bir yer daha var: The Pierre Chocolaterie. Hatırlarsanız yukarıda belirtmiştim. Katerina Geçidi’nden çıkıp sola döndüğünüzde buranın ayaklı tabelasını görebilirsiniz. Mekan içeride kalıyor. Bir pasajdan geçiyor gibi önce avlusuna çıkıyorsunuz. Dışardaki masalar, oyuncak ayıcık ve yapma güllerle ilginç bir yere geldiğiniz aşikar. İçerisi ise biraz etnik, biraz otantik. Henüz tanımlayamadım ama bir komşunuzun antika eşyalarla süslenmiş evine gelmiş gibisiniz. Self-servis bu mekanın kek ve kurabiyeleri iştahınızı kabartıyor. Seçmekte zorlanacak ama gayet kolayca iki lokmada yiyeceğiniz tatlı lezzetlerin yanında kahvenizi yudumlayacaksınız. Ancak etrafı seyretmekten, her köşesine bakmaktan kahvenizi soğutabilirsiniz, uyarmadı demeyin.
Tallinn’i gezdik, yedik içtik, çok sevdik ve artık demir alma zamanı geldi. Yine 2 veya 4 numaralı tramvayla otogara dönebilirsiniz. Eğer biraz zamanınız varsa, yeni şehrin en kalabalık durağında inip biraz da buralardaki mağazaları fethedin; bu kadar tarih üstüne modern şehir hayatının da tadına bakın derim. Sonrasını biliyorsunuz: otogar ve elveda Tallinn…
Dönüş yolculuğunuz, aklınız bu şehirde kalarak, çektiğiniz fotoğraflarla avunarak ve tekrar buraya gelme planları yaparak geçecek. En güzel zaman bahar aylarıysa, olmadı yazın için de harika bir seçenek arayışınız varsa, işaretleyeceğiniz tek şık Talllinn! Pişman olmayacaksınız 🙂
İlginizi çekebilir: Eda Geven’den Riga Gezi Rehberi
İlk yorumu siz yazın!