Hatay: Bakır Tepside Sunulan Şehir
Bugün size parmaklarınızı yiyeceğiniz bir şehirden bahsedeceğim. Büyülü atmosferi, farklı kültürleri, yaşayan mitolojik efsaneleriyle Hatay’dasınız. “Açken alışveriş yapmayın.” bir süpermarket tavsiyesidir ama siz siz olun beslenmenize dikkat ettiğiniz bir dönemdeyseniz de asla Hatay mutfağına yaklaşmayın. Listenizde yasaklar varsa Hatay’da gözlerinizi kapatmanız dahi bir işe yaramayacaktır. Çünkü adımlarınız kentin sınırlarına doğru yol aldığında, bakır tabakta servis edilen şehir, muazzam kokusuyla daha önce yaşamadığınız bir deneyim yaşatabilir. Gözlerinizi açtığınızda ise Hatay’ın, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmakla kalmadığını aynı zamanda her birinin yanağından birer parça lezzet kopardığını fark edebilirsiniz. Bir şehir, nasıl bu kadar lezzetli olabilir, artık biliyoruz. Bakır servisi açmaya hazır mıyız?
Hatay Mutfağı
Hatay’da dolaşırken aniden duyduğunuz kokuya aşık olduysanız bu, katıklı ekmeğin ta kendisidir. Çekinmeyin, burnunuzun götürdüğü o yere gidin, bir tandırla karşılaşacaksınız. Biberli ekmek diye de bilinen bu yiyecek; çökelek, biber salçası, çörek otu, susam, zahter (kekik) ve diğer baharatların mucizevi bir şekilde birleşmesiyle süper kahramanınız olur. Katıklı ekmek, hazır çorba gibidir; her zaman imdadınıza yetişir; çat-kapı misafirinizde, gece acıkmalarınızda, yorgun akşamlarınızda unuttuğunuz yerden çıkar ve tabağınıza gelir. Tandırda, mahalle fırınında ve evde yapılabilir. Yapılması bu kadar kolay bu kadar lezzetli başka bir şey de yoktur. Unutmayın; acı olup olmadığını sorun.
Affan Kahvesi, Antakya
Katıklı ekmeğinizi yiyebileceğiniz en lezzetli yerde yediyseniz artık Antakya’da kaybolabiliriz. “Antakya mı, o ayrı bir yer mi?” dediğinizi duyar gibiyim. Evet, Hatay’ın merkez ilçesi, ayrı bir yer. Antakya’ya gelen herkesin ilk durak yeri Affan Kahvesi’dir. Kurtuluş Caddesi üzerinde, Fransız mimarlar ve Halepli taş ustalarının eseri olan 1911 yılında yaptırılan ve asıl adı İnci Kıraathanesi olan bu tarihi yerde Haytalı yemelisiniz. Haytalı, muhallebi, dondurma ve gül şurubundan oluşuyor, el yapımı alüminyum döküm kaşıklarla servis ediliyor. “Bu bildiğin Adana Bici Bici’si” deyişlerinden sıkılmış olmalılar ki büyülü gizli bahçeye girmeden hemen sağda “Haytalı asla Bici Bici değildir.” diye iki tatlının farkını anlatan bir açıklama asmışlar. Bitmedi, çıkmadan yapılacak bir şey daha var, Affan kahvesi içmek. Süvari denilen ve çay bardağında gelen bu kahvenin hikayesi, kahve satışlarının yasaklandığı döneme dayanıyor.
Çınaraltı Künefe Yusuf Usta
Kurtuluş Caddesi’nden Eski Antakya Sokakları’na, Uzun Çarşı’ya doğru yol aldığınızda Çınaraltı Künefe Yusuf Usta’nın Yeri’nde durun ve daha önce yediğiniz tüm künefeleri unutun, çünkü en lezzetli künefe burada. (Not: Bir süredir tadilatta, yakında açılacak.) Yusuf Usta künefeyi, köz ateşinde, bakır tepside ve güzel tereyağı kullanarak pişiriyor. İşin sırrı bakır tepside ve usta ellerde. Bundandır; tüm evlerde bulunması en muhtemel mutfak gereci bakır tepsidir ve şehir bu yüzden bakır tabakta servis edilir.
Kağıt Kebabı ve Tepsi (Sini) Kebabı
Uzun Çarşı’dayken tadabileceğiniz bir diğer harika lezzet olan Kağıt Kebabı ve Tepsi(Sini) Kebabı mekanlarından birine, Pöç Kasabı ve Kebap Salonu‘na veya Harbiye Yolu üzerinde Mirioğlu Kasabı ve Fırını‘na gidebilirsiniz. Diğer kasap ve kebap salonlarında asla kötü kebap yiyeceğinizi düşünmeyin, hepsi çok lezzetli yapıyor. Tepsi kebabında et çekilip baharatlar ile karıştırıldıktan sonra tepsiye basılıyor. Üzerinde domates sosu gezdirilip sebzelerle fırına veriliyor. Kağıt Kebabı’nda ise yine aynı sini kebabında olduğu gibi harmanlanmış et, yağlı kağıdın üzerinde yuvarlak parçalar halinde serilip pişirilip, altında fırın ekmeğiyle üstünde közlenmiş domates ve biberiyle önümüze geliyor. Kağıt ve sini kebaplarının hazırlanış aşamasını izlemek de oldukça tatmin edici.
Hatay’da Döner
Bilirsiniz, Hatay’ın döneri de çok meşhurdur. Döner deyince akla Antakya’da Dönerci Tacettin gelir. Öğle saatlerinde randevusuz döner yemeyi beklemeyin, oldukça kuyruk oluyor. Döner bitince de dükkan kapanıyor. Abdo Döner, et dürümü yiyebileceğiniz iyi mekanlar arasında. Burada fast-food kültürü döner üzerine şekillenmiş, her 3 adımda bir dönerci görebilirsiniz. Hatay’ın tavuk dönerinin sırrı da lavaş ekmeğinden daha ince olan sac ekmeğinde, özel domates sosu (domates salçası, pul biber, sıvı yağ) ve Defne yaprağında gizli. Antakya’da köprübaşında köfte ve ciğer yiyebileceğiniz yerler görebilir, geç saatlere kadar yine sac ekmeğinde bol soslu köftelerle unutamayacağınız tatlar deneyebilirsiniz.
Hatay Restoranlar
Restoranlara geldiğinizde ise bir sürü seçenek çıkacak karşınıza. Seçim yapmada zorlanıyorsanız ne yemek istediğinize tam olarak karar verin, ardından yola koyulun. İlk olarak hemen göbekte Sultan Sofrası yer alıyor. Burası turistlerin ilk uğrak yeri. Bütün yöresel lezzetleri her zaman bulabilmeniz mümkün. Kireçte pişmiş, dışı kıtır içi yumuşak kabak tatlısının üzerine tahin dökülerek servis ediliyor. Kabak tatlısını yiyebileceğiniz en iyi adreslerden biri burası. Öğle yemeği tercihlerinizde beklentinizi karşılayacak. Oruk, Ekşi Aşı, Keşkek (aşşur,dövme), Semirsek, Kaytaz Böreği, Kabak Borani, Şişberek Çorbası, Tavuklu Kepse Pilavı, Firikli Aş gibi birbirinden lezzetli adını duymadığınız yöresel yiyeceği Konak Restoran, Anadolu Restoran, Antik Han Restoran, Harbiye Boğaziçi Restoran-Kule Restoran, Avlu Restoran, Beyzade Konağı‘nda da deneyebilirsiniz.
Sveyka Restoran, Antakya
Sveyka Restoran ise Halep ve Hatay mutfağının tarihin kokusunu içinize çekerek şarap eşliğinde yemek yiyebileceğiniz harika mekanlardan bir tanesi, Vişne Kebabı, Vedat Milor’un da kalbini fethetmiştir. Bir diğer akşam yemeği alternatifleri Harbiye ve Kuzeytepe olur. Harbiye Şelaleleri ve mitolojik atmosferiyle ruhunuz iç huzuruna kavuşurken bedeniniz orgazmik anlar yaşabilir. Tuzda Tavuk için ise Reyhanlı Yenişehir Gölü çevresine gidebilirsiniz.
Eski Antakya sokaklarında, 2013 yılından itibaren Cephe İyileştirme ve Sokak Sağlıklaştırma Projeleri kapsamında tarihi büyüsünü kaybetmeden restore edilip cafe-barlara, restoranlara dönüştürülen eski evler görebilirsiniz. Medeniyetlerin beşiği bu kentte, şehrin gürültüsünden uzak taş duvarlar ve daracık sokakların arasında zamanda nostaljik bir yolculuk yaparken gördüğünüz bu yerlere, hem gündüz saatlerinde biraz gevşemek için hem de akşamdan sonra canlı müziğin tadını çıkarmak için geçebilir ve yahut hafif ve sakin şarkı listesine sahip yerlerde ev yapımı şarapların tadına bakabilirsiniz. Aslında her biri iki katlı ev olduğu için, odalardan, bahçeden ve terastan oluşabiliyor. Arkadaşlarınızla gürültüden uzak oturabilir, kitabınızı sakince okuyabilir, projelerinize çalışabilirsiniz. Bade Şarap Evi, Trista Pena Ebru Sanat Evi, La Mistik Cafe & Restoran bunlardan yalnızca birkaçı. Çoğunun fiyat-performans oranı ortalama; fakat atmosferi için mutlaka uğramalı, soluklanıp bir şeyler içmelisiniz. Bu sokaklarda sabaha kadar açık mekan bulmanız biraz zor, çünkü gece yarısını birkaç saat geçtikten sonra şehir kabuğuna çekiliyor.
Hatay’da sadece Antakya’da satılan, kimyon ve tuza banıp yenen simidinden yemeden asla kahvaltı için yola koyulmayın. Eğer yazımı iştahla okuduysanız Hatay’da kahvaltı dediğimde aklınıza Katıklı Ekmek’in gelmesi gerekiyor. Zahter Salatası mı geldi, oley yine de Hatay Mutfağı’ndan yüksek notlar aldınız. Zahter (kekik) salatası, yeni toplanan zahterin soğanla, sarımsakla, nar ekşisiyle enfes uyumu. İki gün kahvaltıda bunu yerseniz kendinizi Pokestop noktasında bulabilirsiniz. Bir de zahterin susamla birlikte karışmış halde toz hali satılıyor Hatay’da. Yanında zeytinyağı ile bir başka kahvaltılık oluyor. Domates ve patlıcan közlemesi, tuzlu yoğurt, küflü çökelek (sürk), zeytin salatası, kaytaz böreği, külçe yerken ne yiyeceğinizi şaşırırsınız ama neli yiyeceğinizi bilirsiniz: Her tabakta birkaç damla zeytinyağı göreceksiniz, Hatay’da zeytinyağının yakışmadığı hiçbir kahvaltılık gerçekten yok. Kahvaltının mutlulukla ilgisi de Batıayaz Yaylası, Karaksı ya da Vakıflı-Hıdırbey Köylerinde keşfedilmiş. Vakıflı’ya uğramışken Ermeni Kilise’sinin önünden kahvaltı sonrası Nar şarabı almayı unutmayın.
İlginizi çekebilir: “Efsanevi Lezzet: Kekik Zahter Turşusu”
Hatay’da Kömbe
Kısaca bayram kurabiyesi. Fakat o kurabiyeyse diğer kurabiyeler ne, tadalım öyle karar verelim. Özel muskatlı baharatı ve tahtadan kömbe kalıpları var. Kokusu tüm sokağı sarar, herkes kömbelensin diye toplaşarak yılda bir-iki kez yapılıp tüm yıl yenir. Antakya’da içine genelde ezilmiş hurma konur, fakat ceviz de koyabilirsiniz. Kömbe için de adres, yılların Petek Pastanesi.
Hala beslenmenize dikkat ediyor musunuz? Artık edemezsiniz, Hatay beslenme şekli üzerinde ciddi negatif etkileri olan bir şehir. Tarih boyunca dokunulan milletleri mutfakta birleştirmişler, yıllar geçse de yöresel yiyeceklerin pek azı unutulmuştur. Hatay’a hemen gitmek istiyor ama gidemiyorsanız Ankara ve İstanbul’da birkaç Hatay muftağı size kendinizi orada hissettirebilir. Ankara’da Hattena Hatay Sofrası, Dafne Restoran; İstanbul’da ise Antiochia Concept, Hatay Restoran bunlardan birkaçı. Hayatınızın geri kalanında tüm kahvaltılarınız katıklı ekmekli, zahter salatalı olsun, size kocaman afiyetler olsun.
İlginizi çekebilir: Begüm Güneri’den “Yola Çıktım Mardin’e…”
Orhan Pamuk’un İzinden İstanbul: Güzelliklerle Dolu Bir Rota
İstanbul’u yaşamanın onlarca yolundan biri de yazarların izinden şehri gezmektir. Onların dünyasının gizemini açığa çıkaran, bazense tüm gücüyle saklayan sokaklardan geçmek. Gecenin bir vakti, boyaları dökülmüş evlerin sıralandığı rutubet kokan bir sokakta bile, sokak lambaları altında “güzelliği” aramaktır biraz da. Bu yazarların sayesinde, İstanbul’un kuytu köşelerini sevmeye değer görürüz böylece. Öyle zamanlarda şehri tam anlamıyla yaşadığımızı hissederiz. İnsanın içinde susmak bilmeyen cümleler dolanıp durur. Halbuki sadece bir bina, bazen bir pasaj, bir han, eski bir pastanedir karşımızda duran. O cümlelerde yeniden bulur insan, özlediği, yakınındayken bile uzak kaldığı şehri.
“Benim için büyük şehir hayatı demek, milyonlarca hikâyenin içinde yaşamaktır.” diyen Orhan Pamuk, İstanbul’u kitaplarının arka fonu yapmak için özel bir çaba sarf etmediğini belirtir açıkça. Hatta kendi aile hikâyesinden yola çıkarak yazdığı kitaplarında bile aslında her şeyin gerçek olmadığını, hayal ile yaşanmış olan şeylerin iç içe geçtiğini biliriz. Yine de bir yanımızla inanmak isteriz, Merhamet Apartmanı’na, Huzur Lokantası’na, bayiler toplantılarına, bir sırrı arar gibi baktığımız vesikalık resimlerinin içindeki insan yüzlerine. Pamuk’un dünyasında yeniden buluruz İstanbul’u. Neyle karşılaşacağımızı artık bilsek de kaybolmayı göze alarak. Ve en önemlisi kaybolmanın keyfine vararak.
Pamuk’un hayatında önemli bir yere sahip semtlerin, mekânların izini sürüyoruz bu yazıda. Kitaplarındaki karakterleri ve onların yaşamlarının orta yerine yerleşen kenti arıyoruz. Yazarın kitaplarını pusulamız yaparak geziyoruz İstanbul sokaklarında.
Orhan Pamuk’un İstanbul’u
Beyoğlu ve Çevresi
Beyoğlu, Orhan Pamuk’un kitaplarında ve hayatında büyük bir yer tutar. Yaşamından kesitleri, anılarıyla kaleme aldığı Manzaradan Parçalar kitabında, bu semtin önemine sıkça değinir. Örneğin; çocukluğunun en sevdiği eğlencesi annesi ve abisiyle beraber Harbiye’den -bazen tramvayla, bazen yürüyerek- Taksim’e gelmektir. Yazarın hafızasında çok canlı kalmış bir anısı vardır bu semtte. 1940’lar ve 1950’lerin İstanbul’unda yaşamış herkesin zihninde yer etmiş, Ağa Camii yakınlarında, Rus salatalı, hardallı sosisli sandviç yemeye geldikleri Atlantik Büfe. O zamanlar, bu büfe, Amerika kültürünün şehre yavaş yavaş nüfuz ettiğinin habercisi niteliğinde, bira eşliğinde yenen sosisli sandviçleri (o zaman hot-dog ismi kullanılmıyordu) ile ünlüdür. Çocuklara da -Orhan ve Şevket’e- sandviç yanına ayran içmek düşer. Yetişkinlerse bu büfeye uğrayıp, ayaküstü bira içmenin keyfini o yıllarda tatmaya başlar. Çiçek Pasajı yine aynı yıllarda, bugün olduğu gibi meyhanelere değil, birahanelere ev sahipliği yapar. Günümüzde artık yerinde olmayan Atlantik ise ne yazık ki birçokları gibi, 6-7 Eylül olaylarında Rum sahibi olmasından ötürü tahrip edilir. Bir daha da eski günlerine kavuşamaz.
Orhan Pamuk’un, sanki biraz da bu çocukluk ritüelini devam ettirirmişçesine uğradığı bir köşe var. Taksim Meydanı’nın karşısına düşen, Sıraselviler Caddesi başındaki, yazarın deyişiyle yarım ay şeklinde yan yana sıralandığı büfelerden söz ediyorum. Öteki Renkler kitabında anlattığı üzere yazar, bazı sabahlar bu büfelerin birinde taburelere oturur; havuç-portakal suyu ve çift kaşarlı tostu eşliğinde gazetesini okur. Gazetesini okurken tahmin edeceğiniz üzere sıkça başını kaldırır ve etrafa şöyle bir bakar.
Öteki Renkler kitabında “Sevdiğim Köşeler” diye belirttiği, Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi’nin avlusunu gören Hacı Baba Lokantası isimli mekandan söz eder Pamuk. Hacı Baba’nın yerinde artık yeller esse de ne zaman o avluda gezinsem, sevdiğim diğer yazarların da anılarında karşıma çıkan bu lokantayı anarım. Bir kebap lokantası vardır artık o noktada. Buğulanmış pencerelerinden insanlar görürüm. Müşteriler, her şeyden bihaber yemeklerini yer ve dönüp bir kez bakmazlar bu güzel kilise avlusuna.
Ağa Camii yakınındaki, günümüzde de açık olan tarihi Hacı Abdullah Lokantası’na geldiğimde ise gözlerimin önüne Orhan Pamuk’la babasını getirmek hiç zor olmaz. Muhtemelen turşu ve komposto eşliğinde içli pilav ve tepsi kebabı yerler. Tam o esnada gördüğüm o genç delikanlının biraz da Masumiyet Müzesi’ndeki Kemal olduğunu anlarım. Hem kitap karakteri, hem yazarın kendisi için bu lokantanın önemi büyüktür ve anılarında birkaç kez ismine rastlarız.
Pamuk, yurt dışından gelen kitap paketlerini almaya gittiği, önünden geçmesini seviyorum dediği Galatasaray Postanesi’ni, Öteki Renkler kitabında sevdiği yerler arasına koyar. Günümüzde ise muhtemelen buradan Tünel’e kadar yürümeden önce uğramayı es geçmediği bir yer daha vardır. Ara Güler’in evinin alt katında bulunan Ara Kafe. Yazarın, Ara Güler vefat etmeden önceki dostluğuna da bu kafede tanık oluruz çoğu zaman. Kitaplarında İstanbul’u anlattığı sayfalarının arasında, hatta bazen kapaklarında Ara Güler fotoğrafları yer alır. Benim için, “Ara Güler’in İstanbul’unu” Orhan Pamuk’tan okumak ayrı bir zevktir. Fotoğrafçının koleksiyonunda yer alan siyah beyaz portre fotoğrafları arasında Pamuk’un yüzü de vardır. O portrede kameraya yarı ciddi yarı şakacı gözleriyle bakar Pamuk. Her an bir muziplik yapacak gibidir. Ya da abisi Şevket’le Meşhurlar Serisi kart oyununu oynadığı günlerdeki gibi aniden kızıp ortamı terk edebilir her an. O fotoğrafına çok benzeyen bir başka portresi, Yeni Hayat kitabının arka sayfasında dururdu. İşte o kitap benim hayatımda elime aldığım ilk Orhan Pamuk kitabıydı. Babamın kitaplığından indirip, arka kapakta yazan gizemli cümleleri okuduğumda 10 yaşındaydım ve gelecekte kendisinin sıkı bir okuyucusu olacağımdan habersizdim.
Masumiyet Müzesi’nde Füsun ve Kemal’in gittikleri İnci Pastanesi yıllar önce caddedeki yerinden Mis Sokak’a taşınmış olsa da aynı nostaljiyi yaşatır gelenlere. Mis gibi kakao kokuları eşliğinde uzaklara dalıp giden bir İstanbul delisi, karşısındaki sandalyelerden birinde günlük gezilerine çıkmış Orhan Pamuk’u, abisi ve annesiyle canlandırabilir gözlerinde. Beyoğlu’nun en güzel sokaklarına gizlenmiş Avrupa Pasajı, Rejans Lokantası veya Ayaspaşa Rus Lokantası’nda da rastlaşabilir birçok karakterle. Kimlerle mi? Orhan Pamuk’la, Şeküre Hanım’la, Kemal ve Füsun’la, Galip ve Rüya’yla, Cevdet Bey ve Oğulları’yla.
Dolapdere ve Tarlabaşı Sokakları
İstanbulluların, tabiri caizse biraz burun kıvırdıkları, gezmek için pek de can atmadıkları yerlerdir buralar. Ancak yabancı turistler gelir fotoğraf çekmeye, otantik buldukları apartmanlarda kalmaya, aralarına çamaşırlar asılmış eski binalarla çevrili Tarlabaşı ve Dolapdere sokaklarına. Bir de elbette Orhan Pamuk. Hatta, geçtiğimiz sene bizzat gördüm kendisini Dolapdere’de sokaklarında; elinde birkaç dosya ve not defterleriyle.
Yazarın mekan olarak kitaplarına almaktan çekinmediği, her haliyle anlamaya çalıştığı şehrin köşelerinin en kalbi kırık noktasındadır bu iki yerin mahalleleri. Göç verir, göç alır, değişir, dönüşür… Kimilerine göre pek tekin değildir, kimilerine göre İstanbul haritalarında çoktan unutulmuş, silinmiştir.
Orhan Pamuk, ruhumuza bütünüyle işleyen ve samimiyetinden bir an bile şüphe etmeğimiz bir karakterle, Mevlut Karataş ile tanıştırmıştır bizi, Kafamda Bir Tuhaflık romanında. Mevlut de aynı bu mahallelerde yaşayanlar gibi Anadolu’dan gelmiş, sokak satıcılığı yaparak hayatını geçindirmeye çalışmıştır. Önce yoğurt, dondurma ve sonra boza satmaya başlayan karakterin geceleri adımladığı sokaklar, loş ışıklar altında gözümüzde canlanır. Bazen Tarlabaşı, Dolapdere sokaklarında gezdirir bizi yazar, bazen de Fatih’in, Ara Güler’in de yaşarken çok sevdiği Zeyrek semtinde. Bu semtin insanları, sanki gerçekte yarım kalan hikâyelerini, Pamuk’un satırlarında ve gözlerimizin önüne gelip de “pek tekinsiz” görünen gecenin içindeki resimlerinde tamamlar.
Boğaziçi
İstanbul Hatıralar ve Şehir kitabında, yazar çocukluğundan bahsederken sıkça İstanbul yangınlarına, ailece yaptıkları Boğaz gezilerine ve arabalarıyla geçmekten keyif aldığı Boğaz hattına değinir. Çocuklar kabakulak olunca veya boğazları rahatsızlandığında yine temiz hava almaya geldikleri yer Boğaz’dır. Masumiyet Müzesi’nde, Kemal Füsun’a yüzmeyi Tarabya Plajı’nda öğretir, Bebek sahilinde bir kayığa binip kürek çekerek açılırlar. Kara Kitap’ta “Boğaz’ın Suları Çekildiğinde”, yazar benim için en etkileyici, en distopik bölümlerinden birini aktarır. Okudukça, Boğaz’sız bir İstanbul’un nasıl bir kabus olacağını iliklerinize kadar hissedersiniz. Pamuk için Boğaz semtlerinin, sahil hattının önemli bir yer tutması hiç de tesadüf değildir çünkü ergenlik yıllarını da Boğaz’ın yanı başında; Robert Koleji’nde geçirmiştir.
Cihangir ve Çukurcuma
Cihangir, Pamuk’un çocukluğundan itibaren yaşadığı İstanbul’u ve hayatını anlattığı kitabı İstanbul Hatıralar ve Şehir kitabında önemli bir yer tutar. Ailesinin Nişantaşı’ndaki evinden buraya gelip, resimler yaptığı, vapurları izlediği ve hatta aşk acıları yaşadığı o ev, benzer bir şekilde Masumiyet Müzesi’nde de karşımıza çıkar. Kemal, buhranlarını ve aşk kaçamaklarını bu evde yaşayacaktır.
Yazarın yazıhanesi, dünyaları içine sığdıran geniş kütüphanesi ve manzaralar seyredip Paşabahçe vapurunun yolunu gözlediği balkonu Cihangir’deki bu evdedir. Pamuk, bu balkondan çektiği fotoğrafları geçtiğimiz senelerde Balkon / Fotoğraflar adı altında sergiler ve kitaplaştırır. Bütün bu manzara fotoğraflarının, gençliğini geçirdiği, resimler yaptığı ve şimdilerde yazıhane olarak kullandığı o Cihangir apartmanı, zaman içinde değişti mi yoksa hepsi Taray Apartmanı’nda mı geçti, kesin olarak bir şey söylemek zor. Fakat, geçtiğimiz aylarda birkaç dairesi yazara ait olan bu apartman, deprem gerekçesiyle yıkım kararı alındığı için gazetelerde yeniden karşımıza çıktı.
Cihangir’in bir başka sokağına, Pürtelaş’a geldiğimizde sokağın en sevilen sakinlerinden Kaktüs Cihangir Kafe’ye rastlarız. Öteki Renkler kitabında yazar, bu mekana çok sık takılmasa dahi tanıdıklarının hep buraya gidiyor olmasından ötürü, kendini de gitmiş kadar sayıyor. Yakınlardaki bir ucu Sıraselviler’e çıkan Arslan Yatağı Sokak ise yazarın çocukluğunun futbol sahalarına ev sahipliği yapar. Pamuk’un, “Sokaklarının bu şakacı tarihini bildiğim için İstanbul’u seviyorum.” dediği İstanbul’un hızla atan kalbinde, Cihangir belli ki yazar için daima büyük bir öneme sahiptir.
Çukurcuma’yı Masumiyet Müzesi’nde yakından duyarız, hissederiz. Kitapta, şimdikinin aksine Beyoğlu’nun gözde mahallelerinden değil, varsıl sınıfın pek yanaşmadığı, kendi hallerinde yaşayan ailelerin hayatlarını geçirdiği mütevazi bir köşesidir. Füsun ailesiyle burada yaşar. Kemal sık sık Dalgıç Sokak ve Çukurcuma Caddesi kesişimindeki bu eve gelir. Füsun’un evini kitapta betimlerken bir yandan da dönemin sosyolojisini yansıtır:
—“Füsunlar’ın evi, Çukurcuma Caddesi ile daracık Dalgıç Sokak’ın kesiştiği köşedeydi. Haritadan da anlaşılabileceği gibi, buradan kıvrıla kıvrıla ilerleyen dik yokuşlardan on dakikada Beyoğlu’na İstiklal Caddesi’ne çıkılırdı. Bazı akşamlar Çetin ara sokaklardan ağır ağır kıvrılarak Beyoğlu’na çıkar, ben de arka koltukta sigara içerek ev içlerini, dükkanları, sokaklardaki insanları seyrederdim. Parke taşlı bu dar sokaklarda yıkılacakmış gibi eğilen yıkıntı halindeki ahşap evler, Yunanistan’a göçen son Rumların bıraktığı boş binalar ve o boş yapılara kaçak yerleşen yoksul Kürtlerin pencerelerden dışarıya uzattıkları soba boruları, geceye korkutucu bir görüntü verirdi.”
Manzaradan Parçalar kitabında ise Pamuk, kızı Rüya’yla olan anılarından, her sabah kızının okuluna kadar yürüdükleri Çukurcuma sokaklarından bahseder. Semtteki Çukurcuma Hamamı, Firuzağa Camii ve caddedeki sokaklar ekseninde hikâyeler can bulur.
Dalgıç Çıkmazı Sokak’ta bordo rengiyle karşımızda duran Masumiyet Müzesi ise Kemal’in Füsun’a olan aşkının saplantıya varan çıkmazlarında topladığı, gözü gibi sakladığı eşyaları görmemizi sağlar. Mektuplar, o döneminin İstanbul’una ait efemera, kimi hayali kimi gerçek lokantalara ait olan kibrit ve peçeteler, fotoğraflar, defter sayfalarından notlar sergilenir bu müzede. Bütün bunlar aslında Orhan Pamuk’un üzerinde yıllarca çalışarak biriktirdiği ve kitapla örtüştüğünü düşündüğü koleksiyonundan oluşur. Müze oluşum sürecinin bütün detaylarına Manzaradan Parçalar kitabında yer verir.
Nişantaşı
Kendimce Orhan Pamuk’u en çok özdeşleştirdiğim semtlerin başında Teşvikiye ve Nişantaşı gelir. Yazar, aile apartmanı olan Pamuk Apartmanı’nda yaşar. Bütün çocukluğu, gençliği bu semtte geçmiştir. Kara Kitap, Masumiyet Müzesi, Cevdet Bey ve Oğulları’nda bunu hissederiz. Kara Kitap’ta okuduğum yıllarda gerçek mi değil mi diye merakla peşine düştüğüm Alaaddin’in Dükkânı’nın (Nejdet Güler) renk cümbüşüne kapılmamak mümkün değildir. İçerisi, Nişantaşı’nın tam aksidir. Hiçbir şey uyum içinde ve şatafatlı değildir. En büyük lüks, yurt dışından getirtilen purolar ve pahalı dergilerdir. Evet, o dükkân da, yazarın birçok romanındaki mekanlar gibi gerçektir. Nejdet Güler yoksa, tezgâhın arkasında eşi durur. Gözümde Orhan Pamuk’u, dükkan sahipleriyle şakalaşırken gözümün önüne getiremem. Çünkü sahipleri gayet ciddi, mesafeli dururlar.
Palasların, şık butiklerin, pahalı zincir markalara ait mağazaların, ardı ardında açılan kafe, restoran ve barların, eski tip esnaf büfelerinin doldurduğu Nişantaşı sokaklarında gezerken Süslü Karakol bir anda göz çarpar. Kremalı pasta görünümüyle diğer karakollardan hemen ayrılan binası, Masumiyet Müzesi’nde çıkar karşımıza. Artık yerinde olmayan ve eski Nişantaşılıların anılarında daimi yeri olan Maçka Parkı yakınlarındaki Konak Sineması’na ve Teşvikiye Camii’ne yine Masumiyet Müzesi’nde rastlarız.
Turuncu isimli fotoğraf kitabında ise yazarın Şişli ve çevresinde çekmiş olduğu fotoğrafları görürüz. Aynı, Mevlut’un seyyar arabasıyla gezindiği saatlerde olduğu gibi hepsi loş ışıklar altında, gecenin bütün dürüstlüğü içinde makyajsız görüntüler sergiler bize. Esnaflarını, sokaklarda köşe başını tutturmuş mahalle sakinlerini, sokak satıcılarını, berber dükkânlarını İstanbul’un birer parçasıymışçasına, bütün doğallığıyla ortaya koyar Pamuk.
Adalar
Orhan Pamuk, Manzara’dan Parçalar ve İstanbul Hatıralar ve Şehir kitaplarında, adaların hayatındaki yeri ve önemine vurgu yapar. Ada demek, yazar için nefes alma noktası gibidir. Kitaplarının bir kısmını yazdığı, çay bahçelerine uğrayıp etrafındakileri izlediği, sahillerinde yürüyüş yaptığı adalar, yazarın babaannesinden dolayı hayatına çocukluğunun ilk yaşlarında girer. Babaannesinin, ailenin ekonomik durumu bozulmasından sonra elden çıkaracağı yazlık evi Heybeliada’dadır. Sabahları değirmen seslerine uyanan yazar, Hüseyin Rahmi’nin harabe halindeki evinin bahçesinde gezindiğini, adadaki Rum komşuları sayesinde sevgiyi öğrendiğini anılarında belirtir. Buradan yaptığı vapur yolculuklarıyla Burgazada ve Büyükada’ya geziler düzenler. Cevdet Bey ve Oğulları’nda da adadan izler buluruz.
Babaanne evi satılsa da adalardan kopamayan Pamuk, son yıllarda yazı yazmak ve şehrin keşmekeşinden kaçmak için Büyükada’ya gidip, ev kiralar. Buradaki evinin manzarasında vapurlar görünmez belki ama bahçesindeki fuşya begonvillerin uzandığı balkonunda, biraz dağınık ve belki kahve fincanlarının izi çıkmış olan yazı masasında, sayfaları kıvrık kitaplarının arasında kendi dünyasını bütün iyimserliğiyle yeniden inşa etmiştir yazar.
Antakya: Kültürel Mirası ve Yerel Tatlarıyla #ÇOKÇEKİCİ
Ülkemizin her köşesinin tarihi ve doğal güzelliklerle bezeli birer hazine olduğuna şüphe yok. Peki sizce bizler bunun ne kadar farkındayız? İşte birazdan tanışacağınız seride sizi, yurdumuzun eşsiz güzelliklerini birbirimizle her yerden paylaşmamıza imkan sunan Türkiye’nin #ÇokÇekici operatörü Turkcell’den aldığımız ilhamla yollara düşmeye davet ediyoruz. Türkiye’nin Kuzey Ege’den Doğu Karadeniz’e uzanan kendine özgü ve #çokçekici noktalarını birlikte yeniden keşfetmeye hazırsanız, ikinci durağımız zengin kültürel mirası ve yerel lezzetleriyle Antakya.
Bir kent düşünün, Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biri olsun, tarihi M.Ö 100.000’lere kadar uzansın, aynı zamanda tüm medeniyetleri buluştursun, muazzam bir kültürel mirasa ev sahipliği yapsın, en büyük değerlerinden biri de misafirperverlik olsun. Ünlü Romalı tarihçi Ammianus Marcellinus, “Dünyada hiçbir kent, ne topraklarının bereketi ne de ticaretteki zenginliği bakımından bu kenti geçemezdi.” diyerek anlatmış Hatay’ı. Bizim rotamızsa bugün, “Doğu’nun Kraliçesi” olarak da bilinen bu kentin merkez ilçesi Antakya’ya doğru çevrili.
Tarih kokar Antakya. Her köşesinde geçmişten izler, hikayeler taşır. Sokakları arasında dolanırken yüzyıllar öncesini duyumsar, adeta zamanda yolculuk edersiniz. Sonra hiç beklenmedik noktalardan karşınıza avlular çıkar aniden, Antakya kendine özgü mimarisiyle şaşırtır sizi. Eski Antakya evlerinde de görülür aynısı: İç avlu ve iç bahçelere sahip olan bu evler pek karakteristiktir, büyülenirsiniz. Çoğu, dünyanın ışıklandırılan ilk caddesi olan Kurtuluş Caddesi üzerinde sıralanmış olan bu evlerin içinde ne derin hikayeler saklıdır, duysanız şaşırırsınız.
Tarihi Affan Kahvesi’nde mis kokan bir Türk kahvesi içerek başlarsınız güne Antakya’da, yanında da buraya özgü haytalı tatlısı. Hatay mutfağına özgü tatları almaya bir başladınız mı, durmak zor olur tabii ki. Buranın farklı kültürlere ev sahipliği yapmasından dolayı sahip olduğu zengin mutfağına özgü daha pek çok lezzet renklendirmeye devam eder gününüzü. En bilinen ve sevilen yerel lezzetleri arasında olan kağıt ve tepsi kebabının tadına doyamaz; zahter salatasından humusa her an, her öğün bir başka ziyafet çekersiniz kendinize burada. Tüm bu enfes lezzetleri taçlandırması içinse, fırında nar gibi kızartılıp çıtır çıtır olduktan sonra üzerinde gezdirilen şerbetin mis gibi kokusuyla masanıza getirilen, Antep fıstığı ve kaymağıyla tamamlanan künefe girer sahneye. Kendinizi kaçıncı tabakta olduğunuzu hatırlamaz halde bulursunuz!
Derken Antakya’nın geçmişe açılan kapısı göz kırpar size uzaktan, takılırsınız peşine. Kurutulmuş bitkilerden el işçiliğine yüzlerce, binlerce çeşit ürünü bulabileceğiniz Uzun Çarşı’da biraz dolanır, dünyanın en büyük mozaik müzeleri arasında gösterilen Arkeoloji Müzesi’nde alırsınız soluğu. Mozaiklerin, heykellerin, sütun ve yazıtların arasında kaybolur; müze gezmenin keyfine doyamadığınızı fark edersiniz ve bu kez Antakya Aromatik Bitkiler Müzesi’ne doğru düşersiniz yollara. Önce bu müzenin eski bir Antakya evinin restore edilmesiyle ortaya çıktığını öğrenir, hayran hayran incelersiniz her bir detayını; sonra içerideki çeşit çeşit aromalar çağırır sizi ve bir bakmışsınız bölgede yetişen kurutulmuş bitkilerin arasındasınız.
Hatay’ın merkezinde olup St. Pierre Kilisesi’ne uğramadan olur mu? Aziz Petrus’un liderliğinde toplanan insan topluluğuna “Hristiyan” adının ilk kez verildiği bu kilisenin atmosferi büyüler sizi. Hemen sonraysa sel ve baskınlardan kurtulmak için Roma döneminde yapılan Titus Tüneli’ne doğru yola çıkar, bu ilginç tarihi yapıyı ve içerisindeki tarihi kalıntıları incelemeye doyamazsınız.
Peki sizce tüm bu eşi benzeri olmayan deneyimler içinizdeki paylaşma tutkusunu tetiklemeyecek mi? Mesela o leziz künefeden bir lokma alırken, aklınızda bu anı bizimkilerle de paylaşmalıyım düşüncesi gezinip durmayacak mı? Ya da anne ve babanıza Uzun Çarşı’dan tatlı bir hediye seçerken fikirlerini almak istemeyecek misiniz? Hepsini geçelim, tüm o gördüğünüz tarih kokan yapıları ve tadına doyum olmayan sofraları fotoğraflayıp sosyal medya hesaplarınızda paylaşmak için heyecan duymayacak mısınız? Biz sizin yerinize cevaplayalım, Türkiye’nin #ÇokÇekici operatörü Turkcell ile tüm bu soruların cevapları evet, evet, evet!
Bolca gezdiniz, çokça doydunuz ve Turkcell ile en güzel anlarınızı sevdiklerinizle paylaştınız. Daha ne olsun? Kendine iyi bak Antakya!
Daha fazla bilgi almak için tıklayın.
Urfa Yemekleri: Bolca Acı, Çünkü Çokça İsot
Adından bile anlaşılıyor şöhreti; Balıklı Gölü’nden Nemrut Dağı’na, tarihin başlangıç noktası olarak kabul edilen, ev sahipliği yaptığı Göbeklitepe’ye ve tabii ki bol acılı mutfağına, Şanlıurfa’nın hikayesi çok. En kısa zamanda bir Urfa gezisi yapma planlarım olsa da, henüz yola çıkmadan Urfa yemekleriyle tanıştığım bir yolculuğa katıldım geçenlerde. Mutfak Sanatları Akademisi’nde (MSA) gerçekleşen “Anadolu’dan Urfa” workshop’u beni aldı, 4 saatliğine Urfa’ya götürdü.
Dedim ya; önce yapılışını dinleyip öğrendiğimiz, sonra hazırladığımız, en sonunda da afiyetle yediğimiz Urfa yemekleriyle Urfa’ya gitmiş kadar olduk. Neden derseniz, çok şanslıydık çünkü normalde MSA’nın operasyon tarafında çalışan İsmail Emre Çakır, bir Urfalı olarak bu workshop’u duyunca dayanamamış ve kendini eğitmen şefimiz yerinde bulmuştu. Yani evet, bir Urfalı’dan Urfa yemeklerini dinleyecektik ve çok heyecanlıydık.
Urfa Yemekleri
Başlamadan önce, genel anlamda Urfa mutfağından kısaca bahsetmek istiyorum. Birçoğumuz aşinayız, Şanlıurfa’nın yüzyıllardır varolan çok zengin ve köklü bir mutfak kültürü var. Bu kültürün en ayırt edici özelliklerinden biri de, Urfa mutfağının vazgeçilmezleri arasında yer alan sade yağ, acı, isot, bulgur, Frenk suyu (domates salçası) ve et gibi kendine has tarafları. Baharat, un ve pirinç saydıklarıma kıyasla ikinci planda, sebze ise üçüncü planda kullanılıyor. Sebze derken özellikle acı biber, kabak ve patlıcan gibi kışlık kurutmalık sebzelerden söz ediyorum.
Öğrendim ki, çiğ köfte deyince akla gelen ilk şehirlerden biri olan Urfa’da çiğ köftenin ana malzemesi her zaman taze soğan ve maydanozla karıştırılmış bir halde satılırmış, yani tam bir Urfa usulü çiğ köfte yemek isterseniz, “soğansız olsun” veya “maydanoz olmasın” gibi bir seçme şansınız olmadığını baştan benden duymuş olun. Ayrıca çiğ köftenin ana yemek olarak yendiğini görmek pek zormuş Urfa’da, bu yöresel lezzet genellikle aperatif olarak kabul ediliyormuş. Şimdi gelin; acısı, eti, köftesi bol şanlı Urfa yemeklerini tanıyalım.
Yumurtalı Köfte
Workshop’ta ilk tanıştığımız lezzet olan yumurtalı köfteyle başlayalım. Yumurtalı köftenin coğrafi işaret olarak tescil edilmiş bir yöresel lezzet olduğunu biliyor muydunuz? Şahsen ben, “coğrafi işaret”in gastronomi anlamında ne ifade ettiğini bu vesileyle öğrendim. Bir lezzetin coğrafi tescilli olması, bulunduğu yöre, bölge veya ülkeyle özdeşleşmiş olması anlamına geliyormuş. İşte yumurtalı köfte de, Urfa’nın coğrafi tescilli lezzetlerinden biri. Çiğ köfteden farklı olarak içinde et bulunmuyor, onun yerine yumurtayla hazırlanıyor. Bolca taze yeşillik, turp, salatalık, domates ve lavaşla servis ediliyor. Yanında da ayran tabii ki çok iyi gidiyor! Etli, etsiz çiğ köfte tartışmasına bir son verip bir an önce yumurtalı köfteyi denemenizi tavsiye ediyorum, gerçekten çok lezzetli.
Yumurtalı Köfte Tarifi
Malzemeler: 1000 gr esmer köftelik bulgur, 12 adet yumurta, 300 gr tereyağı, 50 gr tatlı biber salçası, 50 gr domates salçası, 2 adet domates, ½ bağ taze soğan, 1 bağ maydanoz, 2 diş sarımsak, 200 gr isot, tuz-karabiber.
Yapılışı:
- Maydanoz ve taze soğanı ince ince doğrayıp kenara alın.
- Yumurta hariç bütün malzemeyi birleştirin ve yoğurun.
- Ara ara su alarak kurumasını engelleyin.
- Bulgurun yumuşadığından emin olduğunuzda yeşillikleri ekleyin.
- Yumurtayı çırpın ve tereyağında pişirin.
- Pişmiş yumurtayı harçla karıştırın ve servis edin.
Bostana Salatası
Acısı bol bir salata var sırada: Bostana salatası. Et ürünleriyle mükemmel uyum sağlayan; çiğ köfte gibi acılı yemeklerin eşlikçisi olarak tüketildiği gibi, kebapların yanına da çok yakışan, Urfa usulü bir salata. Adı bostanda yetişenlerin içine konduğu bir salata olmasından geliyor. Ağızda çok ferah ve leziz bir tat bırakıyor, serinletici etkisiyle özellikle sıcak yaz aylarında çok tercih edilen bir lezzet olarak biliniyor. Püf noktası, tüm malzemelerin çok küçük şekilde doğrandığından emin olmak.
Bostana Salatası Tarifi
Malzemeler: 1 adet büyük salatalık, 1 adet büyük domates, 1 adet küçük soğan, 1 adet Meksika biberi, 25 gr maydanoz, 20 gr taze nane, 10 gr isot, 10 ml nar ekşisi, tuz-şeker. Tercihinize göre, damak zevkinize uyacak miktarda vişne suyu.
Yapılışı:
- Salatalık, Meksika biberi, domates ve kuru soğanı ufak ufak doğrayın ve salata kabına alın.
- Maydanoz ve naneyi ince ince doğrayıp kaba ilave edin.
- Diğer tüm malzemeleri de salata kabına ekleyerek karıştırın.
- Son olarak vişne suyunu ekleyin ve isteğe göre ya buzdolabında soğumaya bıraktıktan, isteğe göre buz ilave ettikten sonra servis kaselerine alın.
Ağzı Açık
Ağzı Açık, adını görüntüsünden alan ve iç harcı yöreye göre değişiklik gösterebilen bir hamur işi. Kendisi gibi Urfa yöresine ait bir lezzet olan Semsek, nam-ı diğer Ağzı Yumuk ile benzerlikler gösterse de, birçok özelliğiyle ondan farklılaşıyor. Semsek’e kıyasla daha yumuşak olan ve daha yağlı bir hamura sahip Ağzı Açık, yine Semsek’ten farklı olarak salçalı bir iç harçla yapılıyor. Aroması oldukça baharatlı ve özellikle hamuru kapama şekli noktasında büyük beceri gerektiriyor. Tarifteki yapılış kısmını okurken ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. 🙂
Ağzı Açık Tarifi
Malzemeler: Hamur İçin: 1 adet yumurta, 35 gr yoğurt, 50 ml Ayçiçek yağı, 310 gr beyaz un, 70 ml su, 4 gr tuz. Harç İçin: 130 gr kuru soğan (rende), 250 gr dana kıyma, 15 gr tatlı biber salçası, 15 gr domates salçası, ¼ bağ maydanoz, 1 adet yumurta, 20 gr galeta unu, 10 gr isot, tuz-karabiber.
Yapılışı:
- Harç için, tüm malzemeyi bir kapta birleştirin ve buzdolabına kaldırın.
- Hamur için, tüm malzemeyi bir karıştırıcıda ya da tezgah üstünde elinizle yoğurun. Daha sonra streç filme sarıp bekletin.
- Dinlenmiş hamuru 40-45 gr bezeler halinde kesin ve yuvarlak olacak şekilde açın.
- Açmış olduğunuz hamurun orta kısmını hafifçe suyla ıslatın ve harçtan alıp, hamurun kenarlarından birer parmak boşluk kalacak şekilde hamurun ortasına serin.
- Hamurun kenarlarına çimdik atar gibi, ete değmeyecek şekilde katlayın.
- Hazır olan ağzı açıkları ters bir şekilde kızarın. (Bunun sebebi etlerin hamura göre daha geç pişmesi.) Pişen et yüzünü ters çevirip arka yüzünü pişirin. Maşayla yağdan çıkarıp süzün ve servis tabağına yerleştirin.
Tepsi Kebabı
Tepsi kebabı, özellikle Antakya’ya ait bir lezzet olarak bilinse de, Urfa usulü tepsi kebabı diye de bir gerçek varmış meğer. Tahmin edilenin aksine yapımı hiç zor değil, hazır olduktan sonraki ihtişamı ve lezzeti ise çok büyük. Tepsi kebabı aynı zamanda uzun bir yeme ritüeline sahip: sofraya getirilmesi yetmiyor, yanında Bostana Salatası durmalı, üstüne ‘açık ekmek’ler (lavaş) yerleştirilmiş olmalı, ayran zaten olmazsa olmaz, taze soğan ve acı isot da sofrada mutlaka bulunmalı. Tepsi kebabı sofraya tepsisiyle konmalı, peki kıvamı nasıl olmalı? İşte tarif…
(Urfa Usulü) Tepsi Kebabı Tarifi
Malzemeler: 2 adet patlıcan / kebaplık, 1 adet domates, 200 gr kuzu kıyma, 150 gr dana kıyma, 50 gr tereyağı, tuz-karabiber.
Yapılışı:
- Patlıcanı alacalı soyun ve 3 parmak genişliğinde kesin.
- Kıymaları tuz ve karabiber ile yoğurun.
- Her iki dilim patlıcan arasına çok sıkıştırmadan etleri yuvarlak şekilde dizin.
- Aynı işlemi domates için de yapın fakat domatesleri ince halkalar şeklinde çıkarın.
- 200 derecede 35 dakika pişirin.
Şıllık Tatlısı
Üzülerek söylüyorum ki, seveninin de pek çok olduğunu bildiğim Şıllık Tatlısı, benim damak tadıma pek hitap etmedi. Ama tabii ki bu, öğrendiğim hikayesini ve tarifini sizinle paylaşmamın önünde bir engel değil. Şıllık Tatlısı, adını Kürtçe’de ıslak demek olan “şil” kelimesinden alıyor. İçi cevizle dolu şerbetli krep olarak tanımlayabileceğim bu yöresel tatlı, soğuk bir şekilde servis ediliyor. Sanırım damak zevkime en çok hitap etmeyen niteliği de bu. Yine de evde denemek isteyenler için, tarif geliyor.
Şıllık Tatlısı Tarifi
Malzemeler: Harç için: 500 ml süt, 250 ml su, 2 adet yumurta, 4 gr kabartma tozu, 1 tutam tuz, 1 tutam şeker, 450 gr un. İç malzeme için: 20 gr tereyağı, 250 gr ceviz, 100 gr kaymak. Şerbet için: 250 gr şeker, 200 ml su, 30 gr tereyağı.
Yapılışı:
- Harç için tüm malzemeyi karıştırın ve buzdolabında bir süre dinlenmeye alın.
- Dinlenmiş tatlı harcını teflon tavada (krep gibi) pişirin.
- Yaptığınız kreplerin içine tereyağı sürün, ceviz serpiştirin ve dürüm yapar gibi sarın.
- Bir yanda şerbet için su ve şekeri kaynatın. İstenen kıvama geldiğinde içine tereyağını atıp ocağın altını kapatın.
- Yaptığınız dürümleri bir kapta birleştirip porisyonlayın ve şerbeti üzerlerine dökün.
- Kaymak ile servis edin.
Afiyet olsun!
Kapak fotoğrafı: Youtube
İlginizi çekebilir: Begüm Kartal’dan Karadeniz Mutfağı
Hatay Lezzet Durakları: Fakat İyi Yedik!
Düzenli olarak seyahat etmeye başladığımda, yerel lezzetler seyahat motivasyonlarımdan sadece biriydi. Yıllar geçti, artık yılda birkaç defa sadece yeme içme odaklı seyahatler planlıyorum, özellikle yurt içinde! Hatay seyahatim de bunlardan biriydi, zaten çok sevdiğim Hatay mutfağı yemeklerini anavatanında tatmak için mayıs sonunda bir hafta sonu yollara düştüm. İşte Hatay’da denediğim lezzetler ve şehirden tavsiyeler…
Yağmur Restoran Hammuş’un Yeri’nde Kahvaltı [[konum_1]]
İddia ediyorum, böyle doyurucu, lezzetli ve taze bir kahvaltıyı bu fiyata İstanbul’da asla bulamazsınız! Hammuş’un Yeri, Antakya’dan Samandağı’na giderken yol üstünde kalıyor. Tavsiyem, Antakya’da geçireceğiniz günün sabahında buraya gelmemeniz. Zira kahvaltı o kadar doyurucu ki, sizi tüm gün götürecektir; humuslara dönerlere yer kalmaz sonra… Biberli ekmek, kekik salatası, zahter gibi yöresel lezzetler zengin serpme kahvaltıya dahil, üstelik her şey sınırsız. Rezervasyon için aramayı ihmal etmeyin.
Nedim Usta’da Humus
Hatay’da humusun sunum şekli, bizim bildiğimizden farklı; bolca domates, soğan, turşu ve yeşillik ekleniyor üstüne. Böylece humusun kendi tadını almak zorlaşsa da, bu halinin de çok lezzetli olduğu gerçeği değişmiyor. Nedim Usta şehrin köklü mezecilerinden; bakla, ezme ve yoğurduyla da meşhur. Aynı sokakta bulunan Humusçu İbrahim’i de tercih edebilirsiniz.
Dönerci Tacettin’de Soslu Döner
Domates sosu içine girdiği her yemeğe lezzet katıyor katmasına da, hiç dönerle birlikte düşünmemiştim. Tacettin Usta’nın döneri bol salçalı, isterseniz de soğanlı ve acılı geliyor önünüze. İster pilavla, ister dürüm, ister porsiyon olarak sipariş edebiliyorsunuz. Tacettin Usta’nın döneri, Hatay’dan en unutamayacağım lezzet oldu. Gitmeden önce aramak şart, geç saatlere kalmayın, zira döner bitince dükkan kapanıyor.
Tarihi Bizim Künefeci Ragıp Usta’da Künefe
Napoli’de kötü pizza yemenin imkansız olması gibi, Hatay’da da kötü künefe yemek imkansız bana kalırsa. Adım başı künefeci kaynayan Antakya’da popüler künefe adreslerinin aksine iki masalı küçük dükkan Ragıp Usta’da yedik künefemizi. Peyniri bol, kadayıfı dengeli pişmiş künefe dondurma ve fıstıkla sıcak sıcak servis edilince hem gözlerimiz hem de midemiz bayram etti!
Bade Şarap Evinde Antioche Kırmızı Şarap
Antioche, bugünkü Antakya’nın eski adı. Şarapları şehrin her yerinde satılıyor, herhangi bir restoranda servis ediliyor. Kırmızı, beyaz, roze ve blush… Her çeşidi var. Şehrin “eski Antakya evleri” bölgesi geceleri oldukça hareketli, Bade de oradaki güzel mekanlardan biri. Antioche kırmızı denedik, bir şişe de İstanbul’a götürmek için aldık. Bade Şarap Evi’nin güzel çalma listeleri eşliğinde lezzetleri Antioche şarapları içmek Hatay’da yapacaklarınız listesinde olsun.
Son olarak tepsi kebabını denemek ve Konak Restoran’da bir akşam yemeği yemek isterdim ancak bir günde bu kadarını yapabildik, bir daha gelmek için de bir bahanemiz oldu. Antakya’da yeme içme dışında ne yaptınız derseniz, günün büyük bir kısmını Antakya Arkeoloji Müzesi’nde geçirdik, gezdiğim en güzel müzelerdendi. Muhteşem korunmuş bir koleksiyon ve bakmaya doyamayacağınız mozaikler… Ayrıca St Pierre Kilisesi’ne uğrayın, merkezdeki kapalı çarşılara girip baharat kokuları arasında kaybolun, eve götürmelik zahter ve humus unu alın, şehre karışın!
Hatay’a hafta sonu geliyorsanız seyahatinizin bir gününü civar ilçelere ve köylere ayırmakta fayda var. Vakıflı Köyü’ne uğrayıp meyve likörleri alabilirsiniz. Mesela ben çok lezzetli bir limon likörü aldım, düşük bütçeli limonçello diyebiliriz! 🙂 Titus Tünelleri ve Karamağara da rotanızda olması gereken yerlerden. Türkiye’nin gurme seyahat rotalarından biri olan Hatay’dan oldukça mutlu ayrıldım, bir sonraki gastronomik seyahatimi iple çekiyorum!
İlginizi çekebilir: Nurdan Gündoğdu’dan “Lezzetli Bir Antakya Rehberi“
Ortadoğu’nun En Lezzetli Yemekleri: Antakya Yeme-İçme Rehberi
Medeniyetler şehri Antakya’da gerçekten yok yok. Lezzet, doğal güzellikler, tam bir kültür curcunası, deniz ve dağ manzaraları, şelaleler, Milattan öncesinde başlayıp bugüne kadar uzanan tarih… Anlatacak şey çok ancak ben bu yazımda, Antakya’nın yerlisi Fevzi abimizin bize rehberlik ederek en iyilerini bulmamızı sağladığı lezzetlerden bahsedeceğim.
Künefe: Çınaraltı [[konum_1]]
Biliyorum Çınaraltı artık çok bilinen ve klasikleşmiş bir künefeci. Ancak yediğimiz 3 farklı noktayla karşılaştırarak buranın benim damak tadıma en uygun yer olduğunu söylemek istiyorum. Künefeyi yumuşak ve bol fıstıklı sevenler için Çınaraltı en ideal mekan. Eğer çıtır çıtır olsun, dışı kavruk olsun, tereyağlı ve bol şerbetli olsun derseniz önerim Duyar Künefe.
Hatay Usulü Dürüm Döner: Abdo Döner [[konum_2]]
Bizim Ankara’da Hatay usulü diye yediklerimizle bunun hiç alakası yok. Et dönerden yapılan dürümün içinde özel bir sos, dilerseniz soğan ve maydanoz var. Eti öyle lezzetli ki. Bir dürüm kesmedi, bitmeden ikinciyi sipariş ettik.
Humus ve Bakla Ezmesi: Humusçu Nedim Usta [[konum_3]]
Ortadoğu mutfağının falafelle birlikte en spesiyal ürünü humus bence. Ana malzemeler hep aynıyken katılan tek bir baharatla lezzet coğrafyasına göre çok değişiyor. Antakya ziyaretimizde Fevzi abi bizi kahvaltı için kankası Nedim ustaya götürdü. Humus, bakla ezmesi ve acılı cevizle kahvaltı yaptık. Antakya’nın meşhur tuzlu yoğurdu her şeyin içine katılabiliyor. Burada da bakla ezmesine katılmıştı. Çok güzeldi. Dilerseniz bu ürünlerden istediğiniz kadar satın alabiliyorsunuz. Ayrıca Nedim Usta’nın o tatlı ve naif muhabbetine de nail oluyorsunuz.
Tepsi Kebabı: Canbulat Kasabı [[konum_4]]
Gitmeden yaptığım okumalarda hep Pöç kasabı öneriliyordu, ancak Fevzi abi bizi tartışmasız en iyisi diyerek Canbulat’a götürdü. Başka yerleri denemediğim için kıyaslama yapamam, ama yediğim tepsi kebabının tadı hala damağımda.
Meze ve Rakı: Kule Restoran [[konum_5]]
Eğer “buralara kadar gelmişim, mezelerin tadına rakısız mı bakıcam, olmaz!” diyorsanız Antakya’nın Harbiye bölgesine gitmenizi tavsiye ederim. Bu bölgede oldukça şık restoranlarda, gündüzse manzaraya karşı en lezzetli mezelerle içkinizi yudumlayabiliyorsunuz. Bizim deneyimlediğimiz Kule restorandı ve orada yediğim ortasına kavrulmuş kıyma konularak yenen çiğ köfteyi (etli) unutamıyorum. Çok başka bir şey. Bir de tereyağlı humusu enfes.
Antakya Ev Yemekleri: Sultan Sofrası [[konum_6]]
İşte geldik, beni “bir daha bunu yemeden nasıl yaşarım?” diye sorgulatan yemeğin mekanına. Damağımı patlatan bu lezzetin adı AŞÜR. Aşür aslında keşkek’in farklı bir yorumu, bence beş on kat daha lezzetlisi. Et ve buğdayla sakız kıvamına getirilmiş, ortasına acılı tereyağı ve ceviz konulmuş. Hayatımda yediğim en güzel şeydi. Sultan sofrasında içli köfte ve ekşili yoğurt çorbası, kaytaz böreği de yedik. Özellikle kaytaz böreği farklı ve çok lezizdi.
BONUS: Gece Gidilebilecek Mekanlar
Antakya barlar sokağı güzelliği ve renkliliğiyle bizi şaşırttı. Antakya’nın barlar sokağını Antalya Kale içine benzettim diyebilirim. Bade Şarap Evi şarap seçeneklerinin çokluğu, sofistike ortamı ve ortadaki kocaman odun sobası ile mutlu ediyor. Sıcak şarabını özellikle tavsiye ederim. Vivi La Vita ise bira eşliğinde alternatif müzik dinleyerek sohbet edilebilecek çok hoş bir mekan. Eski iki katlı bir Antakya konağı pub’a dönüştürülmüş, çok da hoş olmuş.
Antakya için sadece lezzetlerinden bahsetmek gerçekten haksızlık olur. Nereye kazma vurulsa altından bir tarihin fışkırdığı, ve bir tarihin altında başka bir tarihin var olduğu bu Medeniyetler Şehri’ni keşfetmenizi tavsiye ederim.
Nurdan Gündoğdu’nun theMagger’daki Antakya Rocks: Lezzetli Bir Antakya Rehberi yazısını da okuyabilirsiniz.
Yiyerek Gezebileceğiniz Yer: Antakya
Antakya’ya geldiğimiz sabah kahvaltıyı Sultan Sofrası Kahvaltı Evi‘nde yapıyoruz amacımız Hatay’a ait yöresel kahvaltıyı görmek. Çok memnun kalıyoruz çünkü kahvaltı tam bizim istediğimiz gibi.
Biberli Ekmek ve Külçe
Antakya’nın peynirleri çok lezzetli ve çok çeşitli, örneğin Sürk peyniri. Bu peynir bazı baharatların (kekik, kimyon, karabiber ve pul biber) karışımı ile elde edilen bir peynir.Uzun Çarşı’dan satın alabilirsiniz. Her yerde mevcut. Kahvaltının olmazsa olmazı ise tabii ki zahter, zeytinyağına banıp yeniyor. Antakya’da kekiğe de zahter deniliyor fakat zeytinyağı ile yenen zahter birçok baharattan elde ediliyor. Yöresel olarak zeytin salatası, kekik salatası ve süzme yoğurdu da deniyoruz. Kahvaltının yanında bir de biberli ekmek ve külçeden oluşan bir tabak geliyor. Kahvaltıdan sonra ise süvari içiyoruz, burada kahve bu şekilde içiliyor. Tadı normal kahvelere göre daha sert.
Süvari
Kahvaltının ardından Uzun Çarşı‘yı gezmeye çıkıyoruz. Uzun Çarşı içerisinde baharatçılar, sabuncular ve künefeciler var. Kağıt ve tepsi kebabını denemek için Pöç Kasabı‘na uğruyoruz. Biraz ilginç gelebilir, burada kasapların içinde aynı zamanda yemek yiyebiliyorsunuz.
Antakya’ya gelip az yemek mümkün değil. Sebebi ise her yerden yöresel bir yiyecek satan satıcıların çıkması. Benim gibi denemeyi seviyorsanız mideniz biraz karışabilir. En güzel yanı ise gezerek yemek sanırım.
Salçalı Ekmek, Küçük Pide, Külçe
Kömbe
Sürekli bir şeyler deneyebilirsiniz. Gezerken karşınıza sürekli bir şeyler çıkıyor yemek için. Biz gezerek yemeyi tercih ettiğimiz için sürekli elimizde bir şeyler vardı. Kömbelerin yanında kabak tatlısı ve taş kadayıfı da satılıyor.
Antakya dendiğinde akla ilk gelen yiyecek olan künefeyi Çınaraltı Yusuf Usta‘dan yiyoruz. Pek sevmememe rağmen yediğim en güzel künefeydi. Künefeler közde pişiyor ve tercihen dondurma ile yeniyor.
Humus
Antakya dönerini de çok merak ediyoruz. Denemek için Mısırlı Döner‘e geçiyoruz. Mutlaka dönerin tadına bakmalısınız, sosundan dolayı daha lezzetli dönerleri. Son olarak humus yemeden dönmeyin derim. Humusu her yerde bulabilirsiniz, yanına da mutlaka turşu konuluyor.
Gaziantep’in Vejetaryen Lezzetleri: Alternatif Duraklar Peşinde
Kiremit rengi toprakları üzerinde hiç bilmediğim bir geçmişi biraz gizemli biraz cömertçe paylaşan Gaziantep; hâlâ çocukların oynadığı dar sokakları ve alışık olmadığım kibarlıktaki yaşayanları ile hiç dönmek istemediğim bir şehir oldu. Her ne kadar Gaziantep; et üzerine olan mutfağıyla ünlenmiş olsa da bu ziyaretimde beni çok keyif aldığım vejetaryen mutfağında ağırladı. Hem de istendiği zaman en geleneksel tariflerin bile alternatiflerinin mümkün olduğunu gösterdi.
Gaziantep’te Vejetaryen Mutfak
İnsan olmayan hayvanların yaşam hakkı, daha sağlıklı bir beslenme ve iklim krizi derken çoğumuzun beslenme ve yaşam tarzı değişmeye başladı. Bu değişim kendisini şehri ziyaret eden kişilerde de göstermiş olacak ki bu gezimde ne yiyeceğim diye hiç düşünmem gerekmedi. Bir vejetaryen olarak yiyeceğim yemekler; biraz sora sora biraz da dar sokakların beni yönlendirdiği minik dükkânlar ile karşıma çıktı. Tam da mevsimi gelmişken Gaziantep’i ziyaret etme isteğini tetikleyecek vejetaryen seçenekli restoranları ve yemekleri sıralıyorum o zaman!
Yesemek Yöresel Gaziantep Mutfağı
Camlarından, seramiklerine; tabaklarından çerçevelerine kadar her detayında Gaziantep esintisi olan bu restoranda yemeklerin çoğunluğu vejetaryen! Rengârenk dizilen yöresel vejetaryen mezeleri içerisinde; şalgam suyuyla haşlanan bulgur salatasından o sırada çalışan tarafından “terbiyeli elma” ismi verilen süzme yoğurt ile karıştırılıp tarçın ve portakal suyu ile marine edilen yeşil elma var. Yoğurtlu semizotu üzerine konan fellah köfteler, limon tuzu ile marine edilen Pembe Sultan isimli lahana da diğer mezeler içerisinde.
Yesemek’in en güzel yanlarından biri ise yemek seçerken bize verdikleri rahatlık. Bu kadar vejetaryen yemekleri bir arada bulmuş hangisini seçeceğim diye zorlanırken tadımlık tabak hazırladıklarından bahsettiler. Böylece beş adet yöresel Gaziantep yemeğini de hiç tıkanmadan deneme şansı buldum. Aşağıdaki fotoğrafta görebileceğiniz tadım tabaklarındaki yemekler; Mıcırık aşı, Firik pilavı, Pimpirim aşı, Dövme çorbası ve tabii ki zeytinyağlı kuru dolma. Dürüst olmak gerekirse de iyi ki tadımlık tabakları varmış. Yoksa bu yemeklerden birini seçmek inanılmaz derecede zor olurdu!
Yemeğin sonunda çok sevdiğimiz çalışanlar bize reyhan şerbeti ikram ettiler. Normalde şerbet pek sevmesem de karanfil, tarçın, zahter gibi birçok tadın bulunduğu bu şerbet; tatlı ve ekşi dengesiyle HARİKAYDI!
Tahtasına “geleneksel vejetaryen yemekler” yazan ve bunun altını hayal edebileceğimin ötesinde dolduran Yesemek, bana sorarsanız Gaziantep’i ziyaret etmek için başlı başına bir sebep.
Dürümcü Habeş
Öncelikle Gaziantep’te en çok aklınızda kalacak şeylerden birinin inanılmaz büyük porsiyonları olacağından eminim. Dürümcü Habeş de bu konuda bir istisna değil. Tam veya yarım tırnaklı pidelerin içerisine dilediğimiz ürünü koyabiliyoruz. Ben içerisine baharatlı nohut, mücverin Gaziantep yorumu olan ökçe, kızartmalar ve bol yeşillik koydurdum. Fakat buradaki en önemli noktalardan biri her ne kadar Gaziantep’te nohutlu dürüm geleneksel bir yemek olsa da çoğu zaman nohut, kemik suyunda pişiriliyor. O yüzden herhangi bir yerde nohutlu dürüm yerken veya Dürümcü Habeş’te tırnaklı pidenizin içerisine nohut koydururken et suyu olmayandan demeyi unutmayın.
İmam Çağdaş Kebap ve Baklava Salonu
Şimdi sıra hemen hemen hepimizin bildiği İmam Çağdaş’ta. Kimisi artık eski tadının kalmadığını ve gerçek Anteplilerin oraya gitmediğini söylese de zamanın ruhunu en hızlı yakalayan kebapçılardan biri İmam Çağdaş. İstanbul’da çoğu zaman alternatif bulamadığım kebapçıların aksine İmam Çağdaş’ta sebzeli lahmacundan etsiz patlıcan ve Alinazik kebabına kadar birçok seçenek var.
Tatlıcı Abdurrahman
Burası Gaziantep’in dar sokaklarının beni çıkardığı minik bir “taze tatlıcı” dükkânı. Müşebbek tatlısını yerken sokaktan geçen bir esnaf “Siz Gaziantep’in en güzel dükkânını bulmuşsunuz” dediği; internette konum ve birkaç yorum dışında hiçbir bilgiye ulaşamadığım bu dükkân benim Gaziantep’te en sevdiğim yer oldu. Zaten minik bir dükkânın önünde yeni tepsinin çıkmasını bekleyenlere baktığımda sanıyorum ki Gaziantep’in en lokal tatlıcılarından biri tesadüfi bir şekilde karşıma çıkmış.
Gaziantep; karşıma çıkardığı kültürünü tanıtmak isteyen nazik insanlarla, her adımımda karşılaştığım farklı bir tarihî parçasıyla beni büyüledi. Her sokağından, taşından ilham aldığım bu şehre umarım yakın zamanda sizin de yolunuz düşer. Ben en yakın zamanda geri döneceğimden eminim.
Bana göre Gaziantep’e kadar gitmişken iki saat mesafedeki Göbeklitepe’ye de mutlaka uğranmalı. Göbeklitepe’nin tarihini öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.
Antakya: Tarih ve Gastronomiyi Buluşturan Şehir
Evlere kapandığımız dönemleri telafi etmek için yola çıktığımda ilk duraklarımdan biri Antakya olmuştu. Hem kültür hem gastronomi adına o kadar çok şey barındırıyor ki bu şehir. Yaptığım gezinin üzerinden neredeyse bir yıl geçmiş olsa da rastgele gördüğüm bir Antakya fotoğrafım anılarımı canlandırmaya yetti ve bu etkileyici şehirdeki deneyimlerimi yazıya dökmeye karar verdim.
Antakya’ya giden birinden kesinlikle duyacağınız üzere ben de diyorum ki Antakya’da asla aç bir şekilde gezmiyor ve o yemekleri aç bir şekilde yemiyorsunuz, çünkü tadacak o kadar çok şey var ki… Üç koca gün geçirmeme rağmen yiyemediğim daha onlarca lezzeti arkamda bırakarak döndüm. Her yeri tarih, kültür, zahter kokuyor bu şehrin. İlçenin ortasından geçen Asi Nehri ilçeye gece gündüz ayrı bir hava katıyor. İç içe geçmiş kültürlerin ve tarihin etkilerini şehrin sokaklarında olduğu kadar yemeklerinde de görüyorsunuz. Anadolu’nun ilk Camisi olan Habib-i Neccar Camisi ve Ulu Camiyi gezerken eski ekmek fırınlarından sıcacık Antakya simidi alıp yanında verdikleri tuz ve kimyon tohumuna banıp yemenin tadını çıkarın.
Antakya’da Mutlaka Uğramanız Gerekenler
Antakya’da kesinlikle uğramanız gereken yerler arasında iki büyük önemli müze bulunuyor. Bunlardan ilki Hatay Arkeoloji Müzesi. Müzeye giderken etrafta yürüyerek keşfedeceğiniz pek fazla şey olmadığından araçla gitmek daha mantıklı bir seçim olacaktır ayrıca zamandan tasarruf için de bir araç tercih etmenizi öneririm. Zaman tasarrufunun önemini vurguluyorum çünkü bu müze öyle büyük ve büyüleyici ki bir gününüzün tamamını buraya ayırmak isteyebilirsiniz. Mozaikler karşısında büyülenmemek imkansız, ayrıca Suppiluliuma heykelinin gözleri de bir o kadar etkileyici bir ayrıntıydı benim için.
Önerdiğim ikinci müze ise Hatay Arkeoloji Müzesi’nden daha yakın konumda yer alan Necmi Asfuroğlu Arkeoloji Müzesi. Bu müze aynı zamanda bir otel. Belki daha önce haberlerde duymuş olabilirsiniz buraya bir otel yapılacakken bulunan tek parça mozaik, otel projesini değiştiriyor. Tasarımı mimar Emre Arolat’a ait olan bu Müze Otele kesinlikle gitmenizi öneririm, modern ve eskinin iç içe geçtiği harika bir mekan. Müzenin üst tarafında bulunan kafede oturarak ihtişamlı mozaikleri izleyerek kahvenizi yudumlamayı da unutmayın, harika bir deneyim!
Antakya’da Yemeden Dönmemeniz Gerekenler
Antakya tabii ki sadece yemekten ibaret değil ama kültürünün önemli bir parçasını oluşturuyor. Kahvaltı için yöresel lezzetleri bulabileceğiniz Antakya Sofrası’nı tercih edebilirsiniz. Biberli ekmek, zahterden önce çıkan menengiç bitkisinin yapraklarının kullanılarak yapıldığı murç adını verdikleri otlu yumurta, zahterli salata, Antakya’ya özgü Halhali zeytini, tuzlu yoğurt ve Sürk peyniri aklıma gelen yöresel kahvaltılıklardan sadece birkaçı. Kahvaltıdan sonra da tarihi Affan Kahvesi’nde kahve içmeyi ihmal etmeyin. Antakya’da içeceğiniz kahveler çay bardağında servis ediliyor; ilk gördüğümde yadırgasam da buraya özgü bir şeymiş bu ve hatta bu kahveye ‘Süvari kahvesi’ deniyormuş.
Antakya deyince akla ilk gelen lezzetlerden biri de kesinlikle künefe ve yiyebileceğiniz en iyi yer bana kalırsa Çınaraltı Künefe Yusuf Usta. Buraya kalabalık olmadan öğlen saatlerinde gelmenizi tavsiye ederim. Hem ufak meydanın tadını çıkararak kahvenizi yudumlayabilir hem de künefe şovunu izleyebilirsiniz. Burada künefe yeme ısrarımın nedeni bu künefenin diğer pastane künefeleri gibi olmaması. Künefe deyince gözünüzde canlanan her yeri altın sarısı renkte bir künefe değil buradaki, çünkü közde pişirilerek yapılıyor, ve tadının da diğerlerinden oldukça farklı ve güzel olduğunu söylemem gerek.
Et ile aranız iyiyse ve kebap seviyorsanız Antakya’ya giden herkesin mutlaka uğradığı Uzun Çarşı’nın içinde yer alan Pöç Kasabı’na gidin derim. Kasap olarak geçtiğine bakmayın, burası hem bir kasap hem de restoran. Et severler için bir cennet olan bu mekanda tepsi ve kağıt kebabı meşhur. Bu arada burada minik bir uyarı yapayım; benim gibi et konusunda hassas olanlar için içeri ilk girişteki çiğ et kokusu ve kebaplarda kullanılan kuyruk yağı ve koyun eti rahatsızlık verici olabilir. Et, kebap konusundaki başka bir alternatif de merkezdeki ara sokaklardan birinde bulunan Konak Restoran. Burada da yine bir sürü yöresel yemek bulabilirsiniz ayrıca büyük bir avlusu olan mekanın ambiyansı da çok hoş. Oruk (içli köfte), falafel, biberli ekmek, katıklı ekmek, muhammara benim tattığım bazı yemeklerden. Ufak bir uyarı da buraya; yemeklerin inanılmaz derecede lezzetli ancak bir o kadar da acı olduğunu söylemem gerek.
Et konusunda kesinlikle katı çizgisi olanlar için başka alternatifler de var tabii ki Antakya’da. Özellikle vegan beslenenlerin vazgeçilmezlerinden olan Humus da bir o kadar meşhur burada. Humusçu Nedim Usta adından da anlaşılacağı üzere Humusu ile meşhur olsa da farklı mezeler de bulabilirsiniz. Bakla ezmesi, cevizli biberli ezme, tarator, biberli yoğurt (acı!), köz patlıcanlı yoğurt, abugannuş ya da babagannuş benim de tattığım diğer harika lezzetlerdendi.
Antakya’dan Ufak Hediyelikler
Antakya Merkezde bulunan Uzun Çarşı şehrin en önemli yerlerinden biri. Restoranlardan, künefe yapan yerlere, sabun satan dükkanlardan baharatçılara kadar her şeyin merkezi burası denilebilir. Bu dükkanları gezerek bir sürü hediyelik satın alabilirsiniz. Hatay’a özgü taze ya da toz zahter, defne sabunu ve halhali zeytini almayı unutmayın. Uzun çarşıda ayrıca bir sürü han bulunuyor, bunlardan biri olan Kurşunlu Han’da da bir sürü hediyelik bulmanız mümkün; mozaik taşlı takılar ve unutulmaya yüz tutmuş sepet örgüler bunlardan bazıları.
Bir başka hediyelik alternatif de Antakya’ya özgü içleri hurma ya da cevizle doldurulan ya da sade üzeri susamlı olarak 3 çeşit çıkan Kömbe adını verdikleri kurabiyeler. Bu kurabiyeleri eski Petek Pastanesi’nden almanızı şiddetle tavsiye ederim. Ayrıca şanslıysanız bu kurabiyeleri fırından sıcak ve taze çıktığı anda yiyebilirsiniz. Bu noktada sizi uyarmak isterim, sizin de fırından yeni çıkan hamur işlerine zaafınız varsa kendinizi bu olağanüstü kurabiyeleri yerken durdurmakta zorlanabilirsiniz. Bizzat yaşandı 🙂
Antakya’dan dönerken geride yenecek ve gezilecek daha bir sürü yer bırakarak döndüm. Yakın zamanda gidilmesi gereken yerler listesinde tekrardan listeme yazdığım şehirlerden biri oldu Antakya çünkü ne kadar çok yer gezseniz de, ne kadar kendinizi tok hissetseniz de, gelmişken şunu da yiyeyim deseniz de gezip göremediğiniz, tadamadığınız daha bir sürü şey var bu şehirde. Zaten her seferinde yeni keşfedilen mozaikler Antakya’yı tekrar ziyaret etmek için oldukça geçerli bir sebep. Çok farklı hisler içinde gezdiğim bu şehre gitmeniz ve tabii benim de en kısa zamanda tekrar gitme dileğimle…
Kapak Fotoğrafı: İlke Hazer
İlginizi çekebilir: Naz Kavas’tan Müzeyyen Meyhane
Nas Kitchen: Adana’da, Bir Kruvasandan Çok Daha Fazlası
“Kuravasan için Paris’e gitmenize gerek yok, artık “Nas Kitchen” var!” diyerek yazıma enerjik bir giriş yapmak istiyorum. Nas Kitchen, yaklaşık iki yıldır hayatımda olan, kendimi evimde gibi hissettiğim sıcak, samimi ve rahat bir mekan. Gastronomi açısından oldukça farklı konumda olan Adana için kruvasan fikri bir çoğunuza ütopik gelse de herkesi şaşırtıp başarılı bir ivme yakalayan Nas’ın önce oluşum hikayesine tanık olalım sonrasında mekan Nas’ı daha yakından tanıyalım diyorum. Hazır mıyız? Hadi o zaman.
Nas Kitchen’in Oluşum Hikayesi
Nas Kitchen, 2020 yılında Adana’da açılan butik bir mekan. Sizlerle mekan olarak buluşmadan önceki hikayesini paylaşmak istiyorum. Ben emek olmadan başarıya inanmıyorum ve Nas da bunun en güzel ispatı bana göre. Büyük bir emekle başlayıp buralara kadar başarılı bir şekilde gelen Nas’ın başlangıç noktası; anne ve iki kızının kendi ev mutfaklarından çıktıkları yolculuk.
Nas’ın açılımı anne ve iki kızını simgeliyor. Nas; Necla (Anne), Ayşegül ve Sena. Mutfakta olmayı çok seven bu üç girişimci hanımefendinin ev mutfağına sığamayıp kendilerini ilk olarak 2019 yılında katıldıkları Adana Portakal Çiçeği Festival’inde sunmuş oldukları tatlılarla mini şovlarını yaparken festivalden ismini alan börekleriyle de (festival böreği) girişimcilik serüvenine başlamaya karar veriyorlar. Anne ve kızlarının dışında mekanın oluşumunun gizli kahramanı, kızların abisi Ömer. Her ne kadar mutfakta aktif olmasa da mutfak dışındaki tüm organizasyonlar, planlamalar, kurumsal kimlik ya da markanın imajında aktif rol alıyor. Nas için tam bir aile girişimciliği örneği diyebiliriz.
Atölyelerini kurmadan önceki süreçte bir çok zincir ve yerel kafe üzerinden yapmış oldukları ürünleri sunarak büyük satış başarılarına sahip olan Nas’ın kurucuları, daha sonra kendi atölyelerini kurarak şehrin en çok konuşulan mekanı olmayı başarıyor. San sebastian, brownie vb. ürünlerle başladıkları bu yolculuğun hemen ardından şehri el yapımı kruvasanlarla tanıştırıyorlar. Bu tanışma Adana için oldukça ses getirdiği gibi kruvasanla ilgili bir çok ticari teklif alıyorlar. İşte tanışma sayesinde mekanla aramızda kuvetli bir bağ oluştu diyebilirim. Nas’ı bu kadar çok sevmemin en büyük sebebi elbette “kruvasan”.
Adana’yı gastronomi açısından bilen bilir. Kebabı ve şalgamının dışında sabah cigeriyle meşhur olmuş bu il için kruvasanla sabah kahvaltısı sizlere çok sıra dışı gelebilir, ancak kruvasan üretimine başladıkları günden beri yoğun taleple birlikte üretim kapasitelerini sürekli arttırmalarına rağmen talebi karşılama noktasında zorluk çektiklerini söyleyebilirim. Buna karşın her geçen gün “Bir önceki günden daha iyi nasıl oluruz?” mantığıyla hareket ettiklerini hissediyorsunuz ve bu his mekanla olan bağınızı kuvvetlendiriyor. Hadi şimdi de mekan olarak hayatımızda sağlam yer etmeyi başarmış Nas’ın ambiyansına daha yakından bakalım.
Ambiyans ve Lezzetlere Yakından Bakış
Anlatacak o kadar çok şey var ki hemen başlıyorum… İlk olarak mekana geldiğinizde – hemen sağ girişte – sizleri bir cümle karşılıyor. “Handmade by mother and daughters.” İşte bu cümle mekanın ana noktası. Çünkü mekanda sunulan her bir ürün anne ve kızlarının el yapımı ürünleri. Genelde mutfak kısmında aktif olarak Sena yer alıyor. Kruvasan kraliçesi diyorum ben onun için. Sena Msa’da kruvasan ve cheesecake, ayşegül çikolata eğitimi ve son olarak da Ömer ise burger eğitimi alıyor. Aldıkları eğitimi mutfakta buluşturan bu genç girişimci bireyler sayesinde bizler de harika lezzetlerle buluşuyoruz.
Lezzet demişken hadi menüyü inceleyelim. Nas’a gittiğimde menüye hiç göz atmadan hemen kruvasan siparişi verdiğim için açık söylemek gerekirse menüyle pek işim olmuyor, ancak şu anda sizler için tüm menüye hakimim. Nas menüde neler yer alıyor diye baktığımızda kruvasan, pancake, festival böreği, cheesecake, fit brownie, oreolu brownie, nas sebastian,tiramusu,magnolya, çilekli tart, cupcakes, vişneli turta, granola bowl, fıstıklı cookie, tartolet yer alıyor. Ayrıca Nas Box ile dilediğiniz ürünleri oluşturup bir kutuda sipariş verebiliyorsunuz.
İçecek menüsünde ise Americano, Türk kahvesi, tarz-ı hususi, filtre kahve, espresso, double espresso, latte’nin yanında soğuk olarak limonata, hibiskus, portakal suyu, soda, çay, kola, gazoz ve çoçukluğumuzun içeceği – en azından benim öyle- capri-sun yer alıyor. Son olarak eşki mayalı köy ekmeğinden de kısaca bahsetmek istiyorum. Ekşi mayalı köy ekmeği de gerçek odun ateşinde 3 saat pişerek hazırlanıyor.
Kruvasan hastası biri olarak kruvasan için ayrı bir paragraf ayırmak istiyorum. Bunu sonuna kadar hak ediyor 🙂 Mekanda yer alan kruvasan çeşitleri oldukça fazla. Tereyağlı, çikolata çilekli, çikolatalı fıstık, badem kremalı ve file bademli kruvasan, pastacı kremalı, kruvasan omlet, füme sandviç, kruvasan katmer… Yazamadığım daha başka çeşidi var mıdır ki? Varsa da şaşırmam sanırım, çünkü çeşit bol. Ben genelde çikolata çilek tercih ediyorum. Farklı çeşitleri de zamanla denemek istiyorum açıkçası. İlk olarak en yakın zamanda sabah kahvaltısı için kruvasan omleti denemeliyim diye içimden geçirmiyor değilim. Şehirde Nas olduğu sürece kruvasana doyacağınız o kesin!
Arkadaşlarla hoş vakit geçirmek, güzel lezzetler tatmak ya da tek başına dinlemek için fazlasıyla olanak sunan mekan için ayrıca tam bir özel gün dostu diyebilirim. Özel günlerinizde harika harf pasta siparişini verebilirsiniz. O kadar çok çeşit harf pasta modeli var ki mutlaka Instagram hesabına da göz atmanızı öneriyorum. Özel gün demişken nişan olur doğum günü olur vs. bu gibi özel günlerinizde misafirlerinize sunacağınız ikramlıklar için ayrıca yardımcı oluyorlar. Özel gün hizmetinde sınır olmadığı gibi mekanda küçük kutlamalara da yer veriliyor. Nas’ın yaptığı el yapımı çikolatalarla özel günlerinize tatlı ikramlıklar da ekleyebilirsiniz.
Biraz da tasarım konuşalım. Mekanın iç tasarımı sade hoş. İçeriye adım attığınızda mekanın kendine özgü havasını soluyorsunuz. Ferah, bol aydınlıklı olan mekanın bahçeşi de içi kadar pek tarz. İçerdeki rahat koltukların yanında bahçede yer alan sezlonglar da adeta mekanın her yeri rahat algısı yaratıyor. Bahçedeki sarkıt hasır avizeler mekanın tasarımına iskandinav izler bırakıyor.
Hasır temalar, koltuk seçimlerinin dışında sundukları bardaklar ya da servis ürünleri… Hepsi zarif bir tarz meselesi bence. Ahşap mini servis tepsileri, bardak altlığı, beyaz renk kupalar… Mekanla harika bir uyum ortaya koyuyor. Paketleme üzerine bile çok düşünülmüş ve es geçilmemiş belli ki. Tercih edilen kutu tasarımı, paketi daha sade şık ve özenli gösteriyor.
Gelelim tavsiye kısmına. Özellikle Adana dışından benim yazımı okuyan okuyuculara daha çok tavsiyem olacak çünkü Adana’dakilerin çoğu artık Nas’ı zaten keşfetmiş durumda. Adana’ya geldiğinizde tabii ki kebap yemeden dönmeyin, ancak şehrimiz için fazlasıyla ses getiren bu mekana da uğramayı ihmal etmeyin. Kruvasanları gönül rahatlığıyla öneriyorum, ayrıca henüz yeme fırsatını bir türlü yakalayamadığım “festival böreğini” bulduğunuz an hiç kaçırmayın derim. Bitiyor, kalmıyor ne yazık ki. Bir gün ben de yiyeceğim diyerek hepinize, hepimize afiyet olsun.
Kapak Fotoğrafı: Hatun Altunöz
İlginizi çekebilir: Gökçe Ece Oksay’dan Adana Kahve Durakları